Oy dere Kızıldere, böyle akışın nere

Oy dere Kızıldere, böyle akışın nere

"Kızıldere'de 10 arkadaşımız öldürüldüğünde ben Mamak Cezaevi'ndeydim. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan...

A+A-

ORAL ÇALIŞLAR"Kızıldere'de 10 arkadaşımız öldürüldüğünde ben Mamak Cezaevi'ndeydim. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan hakkındaki idam cezası Yargıtay'da onaylanmıştı. Konu Meclis'in gündemindeydi. Onlar yanımızdaki hücrelerde kararı bekliyorlardı. Mahir Çayan ve dört arkadaşı İstanbul'da, Maltepe Askeri Cezaevi'nden tünel kazarak kaçmışlardı. Polis peşlerindeydi. Belli ki Mahir Çayan ve arkadaşları, Denizler için bir şeyler yapmaları gerektiğini düşünüyorlardı. Kızıldere yolculuğu böyle başlamıştı. Onlar bir şekilde çaresizlik içinde kapana kıstırılmışlardı, demek daha doğru olur. Kızıldere katliamını 12 Mart askeri darbesinin koşulları içinde değerlendirmek gerekir. Türkiye'de bir askeri darbe yapılmıştı. Bu askeri darbenin şimdi anladığımız kadarıyla asıl nedeni, ordu içindeki iki kanadın birbirine üstün gelmesi çabasıydı. Bir kanat 'solcu' darbe yapmayı planlarken, diğer kanat daha değişik bir müdahaleyi, Meclis'in varlığının devam ettiği bir müdahaleyi tercih etmişti. Darbe giderek sertleşti. Bu sertleşmeyi tırmandıran nedenlerden birisi de İstanbul'daki İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom'un, Mahir Çayan ve arkadaşları tarafından kaçırılması ve öldürülmesiydi. Darbe, ordu içindeki hesaplaşmadan çıkıp solun bastırılmasına dönüştü. Kızıldere, bir umutsuzluk isyanıdır. Kızıldere operasyonunun arkasındaki güçlerin acımasızlığı, ülkemiz tarihinin en kanlı operasyonlarından birine sebep oldu. Kızıldere'ye, Denizler'in idama gönderildiği koşullar içinde bakmak gerekir. Öyle bakınca bu olayı 20 yaşının hemen üstünde olan ve arkadaşları hiç yoktan idama giden gençlerin kahramanlığı, gözüpekliği ve çılgınlığı olarak değerlendirebilirsiniz. Aradan 36 yıl geçtikten sonra bakınca her şeyi daha farklı değerlendirmek mümkün. Arkadaşlarımız acaba oraya doğru bilinçli olarak mı yönlendirildiler? Bir kuşağın bütün öncü isimlerini topluca imha edebilmek için önceden kurulmuş bir tezgâhın içine mi düştüler? Tabii, daha sonraki yıllarda Denizlerin, Mahirler'in, İbrahimler'in birer mite dönüşmesinin nedeni de yaşadıkları ve karşılaştıkları acımasızlıktır. O zaman ne devrimci durum vardı, ne de bizlerin devrim yapabilecek gücü. Dünyadaki gelişmelerden etkilenmiştik. Denizler, Küba devrimini bir örnek olarak görüyorlardı. Castro ve arkadaşlarının yaptıklarını yapabileceklerine inanıyorlardı. Mahirler de değişik bir şekilde benzer bir anlayış içindeydiler. İbrahim Kaypakkaya ise köylerden şehirleri fethedeceğine inanıyordu. Kızıldere, 1960'larda başlayan devrimci gençlik hareketinin bir anlamda sonuydu. 68 kuşağının öncüleri orada son nefeslerini verdiler. Türkiye'yi yöneten, askeri darbelerle sürekli ülkemizdeki demokrasinin önüne set çeken derin devlet, hâlâ 68 kuşağıyla barışmadı. Hâlâ o gençlerin hayaliyle dövüşmeye devam ediyor. Biz ise, bugün aramızda olabilecek onlarca arkadaşımızı acımasız katliam ve idamlarda yitirmenin acısını, öfkesini yaşıyoruz. 12 Mart darbecileri de, 12 Eylül dabecileri de, bugün hâlâ darbe peşinde koşanlar da bu ülkeye çok zarar verdiler. Kızıldere'yle, biz 68 kuşağının da, bu alçak katliamı gerçekleştiren 'derin devlet'in de yüzleşmesi gerekiyor. Bu mümkün mü, bundan emin değilim... Orada yitirdiğimiz arkadaşlarımı sevgiyle, özlemle anıyorum. Bunun, bizler için ne büyük bir acı olduğunu anlatmam mümkün değil..."

ORAL ÇALIŞLAR (Gazeteci - yazar)

Dosya editörü: Nuh KÖKLÜ
Hazırlayanlar: Kaya GENÇ, Figen YANIK, İlknur K. AKMAN, Ece KOÇAL
Sayfa tasarımı: Mustafa GEZER

***

Alaçay, Kızıldere demekmiş

Hüseyin amcayla bir kahve içimi olup bitenleri konuştuk

30 Mart 1972'de Kızıldere'de gerçekleştirilen operasyondan 36 yıl sonra aynı topraklara gidip, o günleri yaşayanları bulduk. Köyün ismi değişmiş ama hatıralarda saklananlarda değişen bir şey yok ..

Döndü Arslan, işaret parmağıyla bir tarlayı gösteriyor. Tarlada ağaçların çiçekleri açmamış ama ağaç diplerindeki kuzu pancarı bu mevsimde bolca bulunurmuş, kavurup üzerine bir de baharat dökünce güzel yemeği oluyormuş. Döndü, 1 Mart 1972 doğumlu. Gösterdiği tarlaya en yakın ev olan köylülerin deyimiyle Emür'ün Muhtar Emrullah Arslan) evine yapılan ve 13 kişinin öldürüldüğü operasyondan 30 gün önce doğmuş. Kızıldere'de, kayıtları ciddiye alırsanız 12 Eylül 1980'den sonra adı değiştirilen Ataköy'deyiz. 30 Mart 1972'de düzenlenen operasyondan 36 yıl sonra neler hatırlandığının izlerini takip etmeye çalışıyoruz. İzler hem çok taze hem de üzerine kabuk bağlamış yara kadar eski. Köylülerin hafızasında hem "Mahir (Çayan) kiremitlerin arasından albayla konuşuyordu," diyecek kadar eskiye ait hem de "Ertuğrul'u (Kürkçü) televizyonda gördüm ne kadar da yaşlanmış," dedikleri kadar bugüne dair bir hikâye. Başlangıç yerimiz, çatışmanın olduğu muhtarın evine en yakın yer olan Fadime teyzenin evi. Fadime teyze de hep ikiz çocuk doğurdukları için İkizler denen sülalesinin bireyi. Beş yıl önce köyü ziyarete gelen Selda Bağcan'ın yanağından makas aldığı torunu Şule'yi kucağına alarak konuşmaya başlıyor: "İki çocuk beşikte, askerler evi boşaltırken beşiğin birini evde unutmuşum, geri döndüm beşiği almaya. Etraf cayır cayır yanıyor. Bizi köyün uzağına sürdüler, en son Mahir'in albaya, 'Mehmetçik'e ateş etmeyeceğiz, rütbeliler gelsin,' dediğini duydum." Fadime teyze, Ertuğrul Kürkçü'den yakın bir akrabasından bahseder gibi bahsediyor: "Kocaman silahları başına dayadıklarında, elinde çok az ısırılmış bir somun vardı. Gencecik, güzel bir çocuktu, öyle köyün ortasına sürükleyip götürdüler."

KÖYÜN BAŞINA GELENLER

Kızıldere köyünün sokaklarında yaşı elverenlere 30 Mart 1972'de neler olduğunu sormaya devam ediyoruz. Köylüler sorulara alışık ama bir o kadar da tedirginler. Köylerinin 36 yıldır mimlendiğinden bahsediyorlar; değil askeri okul sınavına girmeyi, devletle ilgili herhangi bir işlerinde bile 'terörist' köy yaftasından kurtulamadıklarını söylüyorlar. Kahveden uzakta belirsiz bir yeri işaret ederek Almus Barajı'nı gösteren birisi: "1966'da baraj yapıldı, köye elektrik 1982'de geldi. Hesap et artık," diyor. Her 30 Mart yaklaştığında askeri araç sayısının artması ve onlara ilaveten, seyyar satıcı sayısındaki artış Kızıldere Köyü'nde sıradan bir hikâye. Köy sokaklarında gezerken Hasan amcayla tanışıyoruz. Helikopteri hayatında ilk defa 30 Mart 1972'de görmüş: "Helikopter kafamızda dönüyor, yukarı mahallede muhtara yakın oturanları tarlalara, aşağı mahalledekileri de daha gerilere sürmüşler." Hasan amcanın 'omzu kalabalık' dediği üst rütbeli bir askerin bazı köylüleri yaka paça dövdüğünü de anlatıyor. Biz yukarı mahalleye çıkıyoruz. Hedefimiz muhtar Emrullah'ın yakın akrabası Hüseyin amcayı ziyaret etmek.

SAĞ KURTULAN DA VARDI

Hüseyin amca operasyon günü dayak yemiş. "Bizim Emrullah çok acı çekti, tırnaklarını dahi söktüler ama onun hiçbir günahı yoktu," diyor. Hüseyin amca, Mahirler'i asıl ihbar edenin Niksar'da daha önce para karşılığı anlaştıkları Hasan Yılmaz olduğunu söylüyor. Hasan Yılmaz, Niksar'da Mahirler'in peşindeki askerleri görünce telaşlanıyor, iki tokat yiyince onları Kızıldere Köyü'ne, muhtarın evine götürdüğünü itiraf ediyor. Korkusunun olmadığını, alınacak bir canının olduğunu söyleyen Hüseyin amcanın anlattığına göre sabaha kadar askerler köyü sarmış, operasyondan yarım saat önce köylüleri muhtarın evinden uzaklaştırmışlar. Bütün köylülerin birleştiği nokta ise, devrin başbakanı Nihat Erim'in "Yakın o köyü, bir köy eksik kalsın, ne çıkar," demesi. Rivayete göre Nihat Erim'in bu sözü operasyon için başlangıç işareti olmuş. Ataköy artık bir belde, ama beldeler yasasının geçmesi halinde, durumlarının akıbeti hakkında şüphe içinde sakinleri. Bir ambulans, greyder ve otomobil, köylünün desteğiyle alınmış, belediye binasının sıvası bile tamamlanmamış. Halit, operasyon günü altı yaşındaymış, diğer akranlarından tek farkı omuzlar üzerinde çatışmayı izlemiş olması. "Akşam namazına doğru silah sesleri kesildi. Sessizlik oldu, sonra Saffet'in (Alp) karnında şarapnel parçasıyla yaralı olarak dışarı çıkarıldığını gördüm," diyor. Halit'in söylediklerini aslında daha sonra Saffet'in ablasının ve de Nihat Erim'in açıklamaları destekliyor. Erim anılarında "Çatışmadan sağ kurtulan var," demişti. Saffet'in ablası da kardeşinin üzerinde hiç kurşun izi olmadığı halde nasıl öldüğünü sormuştu. Köylünün şüpheleri bununla da bitmiyor. Geçen hafta topluca Hatırla Sevgili'nin operasyonla ilgili bölümünü seyretmişler, bolca ağlamışlar ama "Olaylar başkaydı," diyerek itiraz ediyorlar. "Önce Mahir vuruldu ama çatışma bir saat değil, saatlerce sürdü. Cenazeler köy çıkışına kadar at arabasıyla sonra da traktörle götürüldü. Mahir, albaya 'Mehmetçik'i çek, rütbeliler gelsin,' diye bağırdı..." Hatırla Sevgili'nin o bölümü köyde değil, Ünye'de çekilmiş, söylentiye göre karakoldan izin çıkmamış. Köydeki yaşlılar olayı çok net hatırlıyor, orta yaşlılar anıları dinliyor, küçükler ise Hatırla Sevgili dolayısıyla kendilerine anlatılanları yaşıyor ve sonuçta bütün köy hâlâ 30 Mart'ı hafızalarında saklıyor. Tıpkı bahçede oturup Hatırla Sevgili üzerine sohbete daldığımız Menekşe teyze gibi. Köylünün deyimiyle Menevşe ve komşusu Kumaş, torunlarına masal anlatır gibi 30 Mart'ı anlatıyor. Anlattıkları arasında bütün köylünün ortak sözleri haline gelenler bile var: "Mahir, çatışma başlayınca muhtarın çocuklarını pencereden askere verdi..." Mahir, muhtarın eline de bir yazı vermiş: "Muhtar bizim esirimizdir, bize yataklık yapmadı, onu biz zorladık," yazan... Menekşe teyze 'anarşit' gelmiş diye bütün köylünün muhtarın evine hücum ettiğini anlatıyor. "Anarşit dedikleri senin, benim gibi insan," diyor Menekşe teyze. Torunlarına dönerek konuşan Kumaş teyze ise, Ertuğrul Kürkçü'nün yakalandığı samanlığa en yakın yerde oturuyormuş. Gece çocuğunu tuvalete kaldırırken pencerenin altında askerleri görmüş, asker kaçağı komşu çocuğu için geldiklerini sanmış ama o da bütün köy ahalisi gibi gerçeği sabah olunca anlamış. Döndü bizi eve davet ediyor. Yufka arası çökelek, ev yapımı mahlep marmelatı, bolca sohbet. Sohbete ortak olanlardan biri de kayınvalidesi Feride teyze. Feride teyze, kocasına kardeşinin, "Sen evde kal, başıma bir şey gelirse," diyerek cenazeleri traktöre yükleyip gece yarısı Niksar'a doğru yola çıktığı anı anlatıyor. Döndü'nün büyük oğlunun ismi Alaçay. "O isme başka yerde rastlayamazsın," diyor. Alaçay, Kızıldere demekmiş, 'Ala' kızıl, 'Çay' da dere manasında. Döndü, köy halkından bazılarının çocuklarına Mahir ismini koymak istediğinden bahsediyor ama devletin mimlediği köy ahalisi için böyle bir girişim söz konusu olmamış. Aradan 36 yıl geçti. O yıl doğan Döndü'nün üç çocuğu var, birisinin adı Alaçay, Kızıldere manasında...

Nuh KÖKLÜ / SABAH - 30 Mart 2008

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.