Radikal'ın hangi manşeti sansürlendi?

Radikal'ın hangi manşeti sansürlendi?

Radikal'ın hangi manşeti sansürlendi?  Bu röportajı Türkiye'de gazeteciliğin fotoğrafını çekiyor. Patron siyasetçi...

A+A-

Radikal'ın hangi manşeti sansürlendi?Radikal'ın hangi manşeti sansürlendi?
 
Bu röportajı Türkiye'de gazeteciliğin fotoğrafını çekiyor. Patron siyasetçi ilişkilerinden, gazetecilik sansür ilişkilerine kadar yaşadağımız süreçleri özetlemiş. Radikal gazetesinden atılan yargı muhabiri Adnan Keskin'den çarpıcı açıklamalar.

İşte İrfan Aktan'ın röportajından satır başları...

*) Mehmet Ağar'ın Susurluk sanıklarını kurtarmak için Yargıtay'da kulis yaptığını öğrendik. Haber manşetti, ama Ağar'ın Aydın Doğan nezdindeki girişimleri sonucu, geceyarısı manşetten düştü.

*) Derin devletin nasıl çalıştığını gösteren bir belge geçti elimize: Haberi yaptık, ama gazetede yayınlanmadı. Fakat, İsmet Berkan çok düzgün bir tutumla, başyazısında “Adnan Keskin çok önemli bir haber geçti, fakat kullanamadık” dedi.

*) Murat Yetkin'le ilk ciddi tartışmamız, YÖK'ü eleştiren bir haberimiz üzerine oldu. YÖK'ü bile eleştirmek, onun için doğru değildi.

*) Güneydoğu'da ormanların kesilip yakılmasına ilişkin Bingöl'den bir yüzbaşının yazılı talimatı elimize geçmişti. Bunu haber yaptık, çünkü o dönem o bölgede çok orman yakılıyordu. Bu haberi Radikal yayınlamadı, Posta Gazetesi'nde yayınlandı.

Radikal'den atılan deneyimli yargı muhabiri Adnan Keskin ve polis-adliye muhabiri Soner Arıkanoğlu şimdi Taraf gazetesinde. Adnan Keskin, Radikal'den atılma sürecinin perde arkasını, gazetecilerin haleti ruhiyesini ve muhabirlerin içinde bulunduğu zor koşulları aylık Express Dergisi'nin Ocak sayısına anlattı...

4 Aralık'ta Radikal'den atılan Adnan Keskin ve Soner Arıkanoğlu, son dönemde işten atılan gazeteciler içinde en ağır cezaya çarptırıldı. Yıllarca çalıştıkları kurumdan tazminatları ödenmeyerek atıldılar. Türkiye'nin en iyi yargı muhabiri olarak kabul edilen Keskin'le, 11 yıl çalıştığı Radikal macerasını, gazeteciliğe bakışını konuştuk...

Soner Arıkanoğlu ile birlikte Radikal'den atılmanız nasıl oldu?

Adnan Keskin: Diğer gazetelerle karşılaştırınca, Radikal'i en serbest haber yazılan gazetelerden biri olarak görebiliriz. Ama çok önemli dört-beş haberim kullanılmadı. Hatta gazetenin manşetiyken, geceleyin indirilen haberlerim oldu. Örneğin, Mehmet Ağar'la ve Susurluk'la ilgili haberlerde çeşitli sıkıntılar yaşadık. Mehmet Ağar'ın Susurluk sanıklarını kurtarmak için Yargıtay'da kulis yaptığını öğrendik. Bunu doğrulattık, görüştüğü kişilerle tartıştık ve haber yaptık. Haber manşetti, ama Ağar'ın Aydın Doğan nezdindeki girişimleri sonucu, geceyarısı manşetten düştü.

Mehmet Ağar'ın seni tehdit ettiği yönünde bir haber yayınlanmıştı Radikal'de...

Evet, Ağar telefonda beni tehdit etti. İsmet Berkan iyi bir tavır sergileyerek bu tehdidi haber yapmamız gerektiğini söyledi. Ağar aradığında, kayıt yapamamıştım. Ertesi gün, ben aradım kendisini ve aynı sözleri tekrarlattım, kaydettim. “Herkes Susurluk haberlerini yapmayı bıraktı, sen ısrar ediyorsun. Dava bitene kadar bu haberleri yazma, yoksa arkadaşları tutmakta zorlanıyorum” dedi. Radikal bunu haber yaptı. Ama, kullanmadığı haberler de vardı. Radikal, MGK Gizli Yönetmeliği'ni tartışmaya açmıştı. Fakat haberin zirve noktasının önüne geçildi. O haberin ardından, derin devletin nasıl çalıştığını gösteren bir belge geçti elimize: derin devletin tasarladığı konu başlıkları, görevlendirilen kuruluşlar ve alınan sonuçların listesi. Geçmişte yaşanan olaylar gözönünde bulundurularak o listeye bakıldığında, derin devletin nasıl işlediği apaçık ortaya çıkıyordu. Örneğin, “DEP'in pasifize edilmesi” diye bir konu başlığı var. “Görevlendirilen kuruluşlar” olarak yargı, içişleri bakanlığı, jandarma sayılıyor. “Alınan sonuç”a bakıldığında da DEP'in bombalandığı, milletvekillerinin tutuklandığı görülüyor. Yahut İHD'nin etkisizleştirilmesinden söz ediliyor. Bu karardan sonra, İHD'ye yönelik baskı ve baskınların yapıldığı, toplu tutuklamaların veya silahlı saldırıların gerçekleştiği görülüyor. Bu belge, MGK Gizli Yönetmeliği haberlerini yapınca elimize ulaşmıştı. Haberi yaptık, ama gazetede yayınlanmadı. Fakat, İsmet Berkan çok düzgün bir tutumla, başyazısında “Adnan Keskin çok önemli bir haber geçti, fakat kullanamadık” dedi. O haber yayınlansaydı, eminim derin devlete dair kamuoyunda net belgeler olacak ve ciddi bir tartışma yaşanacaktı.

Başka konularda da benzer sorunlar yaşadın mı?

Güneydoğu'da ormanların kesilip yakılmasına ilişkin Bingöl'den bir yüzbaşının yazılı talimatı elimize geçmişti. Bunu haber yaptık, çünkü o dönem o bölgede çok orman yakılıyordu. Bu haberi Radikal yayınlamadı, Posta gazetesinde yayınlandı. En yakın örneklerden biri de Şemdinli davasıdır. İşten atılma gerekçelerim arasında Şemdinli davasında görevimi yapmamam da var. Ama iddia ediyorum ki, Şemdinli davasında en çok haber üreten muhabirlerden biriyim. Dava sürecini Van'da izlerken sivil JİTEM mensupları tarafından takip edildiğime tanık olan arkadaşlar var. Bu haberlerin belki de dörtte biri gazeteye girebildi. Sistemli bir haber önleme tavrı gazetenin genel yönetiminde yoktu, ama Ankara büroda vardı. Murat Yetkin'in Ankara büronun başına gelmesinden sonra bir anlayış değişikliği yaşandı. Dünyaya, habere bakışı bizimkiyle pek örtüşmüyordu. Etkili güçlere karşı ne pahasına olursa olsun muhalefet etmek yerine, güçlüden yana, konjonktüre uygun haberleri tercih ediyordu. Onun müdahalelerine rağmen, biz haberleri bildiğimiz gibi yazdık; müdahalesini kabul etseydik, yazdığımız haberlerin yarısını yapamazdık. Murat Yetkin'le ilk ciddi tartışmamız, YÖK'ü eleştiren bir haberimiz üzerine oldu. YÖK'ü bile eleştirmek, onun için doğru değildi.

Seni yargı muhabirliğinden başka bir alana kaydırma girişimleri oldu mu?

Hayır, çünkü o alanda işi bilen muhabire ihtiyacı vardı. İşten atma tehdidini ise ilerleyen yıllarda dolaylı olarak dile getirdi. Haber müdürüyle, haber nedir konusunda yaptığımız bir tartışmanın sonucunda, “beğenmiyorsan git” diye tepki gösterdi. Ben de “beğenmiyorsan işten at” dedim. Gazeteler, belki de en antidemokratik kurumlar; daha da iddialı söyleyeyim, gazeteler en faşizan kurumlardır. Gazeteciler de bu duruma itiraz etmez, bu kültürün içinde yaşamayı kabullenir. Biz doğru bildiğimizi, haber müdürüyle de, temsilciyle de, genel yayın yönetmeniyle de tartışıyorduk. Haber bir düşüncedir, biz düşünce üretiyoruz. Bence muhabirin en belirgin özelliklerinden biri, bir düşüncesinin olması ve bunu yöneticilerine karşı savunabilmesidir. Fakat, egemen kültüre göre, gazeteyi yazıişleri yapar, muhabir söz söyleyemez, haberinin başlığını bile seçemez.

İsmet Berkan Ankara'dayken, buna benzer gerginlikler yaşamıyor muydunuz?

İsmet Berkan gazetecinin tartışan bir insan olmasına karşı değildi. Onun Ankara temsilciliği döneminde, maaşlarımız dahil pek çok konuda, yüksek sesle tartışabiliyorduk. Berkan döneminde hiçbir muhabire hakaret edilmemiştir, muhabirler çok sıkboğaz edilmemiştir. Bazı tartışmalarda da “kurun sendikanızı kardeşim” diyebilmiştir. İstediği bazı haberleri yapmayı reddettik ve o da ikna oldu mesela. Fakat Murat Yetkin'de reddedilmeyi kabul etmek gibi bir alışkanlık yok. Radikal'e gelirken “bu büroyu adam edeceğim” dediğini duymuştuk. Tutumu da gerçekten buna yönelikti. Ondan önce, Radikal'in Ankara bürosu daha muhalif, daha üretkendi. Yetkin'in yönetme arzusu her şeyin önüne geçiyordu. O yüzden de benden istediği verimi alamamıştır. Temel sorun, benim onun istediği türden bir adam olmamamdır. Çelişkimizin bir kısmı haber yaklaşımıyla ilgilidir, ama önemli bir kısmı da haberin üretim süreciyle, işyerindeki zaman kullanımıyla ilgili itirazlarımdır.

Radikal'in manşet haberlerine baktığımızda, en fazla senin imzan göze çarpıyordu…

Belki de en çok manşet olan muhabirdim. Diğer arkadaşlarım benden daha az çalıştığı için değil; yargı, adalet ve insan hakları gibi geniş bir alanda bir tek benim çalışmam bu sonucu doğuruyordu. Haberleri en çok değerlendirilen muhabirlerden biriydim. Fakat, gazetecinin sadece gazeteye giren haber ve manşet sayısıyla değil, hayatta takındığı tutumla önemsenmesi ve değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. O nedenle, işsiz kalma pahasına, iş yerinde düşüncelerimi her zaman yüksek sesle dile getirdim.

Eleştirdiğin tavır ve tutum, Murat Yetkin'e özgü olmaktan çok, genel olarak büyük medyada, patronların taleplerinden kaynaklanan bir tavır değil mi?

Gazetelerdeki yöneticiler genellikle kraldan fazla kralcıdır. Murat Yetkin'in üst yönetimle ilişkisini bilmiyorum, ama diğer gazete temsilcilerinde de aynı tutumu gördük. Sabah gazetesinde, muhabirler Adana'ya, Diyarbakır'a sürülmüşlerdi mesela. Murat Yetkin tek bir örnek değildir, fakat onun tutumu Radikal'in genel çizgisine yakıştırılamıyordu. Habercilikten çok, Yetkin'in yönetme, zaptetme, terbiye etme ve cezalandırma eğilimi önplana çıkıyordu.

Mesela, Anayasa Mahkemesi'nin bir kokteyli vardı; gittiğimizde, sadece iki muhabirin davet edildiğini gördük. Oysa yargı alanını izleyen otuza yakın muhabir var. O zaman Anayasa Mahkemesi başkan vekili olan Haşim Kılıç'a mesaj göndererek dışarıdaki muhabirlerin de içeri alınması gerektiğini aktardık. Haşim Kılıç “beş kişi seç ve içeri gir” dedi bana. Bu öneriyi reddettik ve kameraların önünde başkanı protesto ettik. Büroya döndüğümüzde, Murat Yetkin “gazetecinin tutumu içeri girmektir, protesto etmek değil” dedi. Ben de “gazeteci, gerektiğinde gazeteciliği koruyan ve protesto da edebilen kişidir” yanıtını verdim. Yetkin, uyumlu, itiraz etmeyen, av köpeği gibi çalışan, koş deyince koşan, al deyince alan gazeteci istedi. Ben bunu reddettim. Yetkin'le temel sorunumuz buydu. Murat Yetkin ve Ankara istihbarat şefi Deniz Zeyrek bir yıldır gitmemize karar vermişlerdi. Bir kurguya gittiler ve işimize son verdiler.

Bürodaki muhabir arkadaşlarınızın atılmanıza tepkisi nasıl oldu?

Soner Arıkanoğlu da benimle benzer bir tutum içindeydi. Zaten sürecin hukuk dışı olduğunun göstergelerinden biri de budur, çünkü bizi tek kişi olarak kabul ettiler. Aynı gün suçlandık, aynı gün savunmamız istendi, aynı gün cezalandırıldık, aynı gün atıldık. Bütün bu sorunların, basındaki sendikasızlıktan kaynaklandığına da inanmıyorum. Örgüt olmasa da tepki gösterilir. Ben Radikal'e girerken sendika üyesi olduğumu gizlemedim, iş formuna da bunu yazdım. Fakat, gazeteciler arasında örgüt yok diye tutum takınmamak yaygın tavır. Oysa, örgüt yoksa iş başa düşer. Gazetecilerin haber yapmak kadar kutsal bir başka görevi de kötü yönetime, eşitsizliğe, adaletsizliğe itiraz etmektir. Bizim Ankara büroda iki kişi sendikalı değildi sadece. Onlardan birine, ısrarla sendikaya üye olmasını önerdim. Sendikaya üye olmamasının, işini güvenceye almaya yaramayacağını anlattım. Ama sendikaya üye olmadı. Ne yazık ki, Radikal'den işten atılan 41 kişinin arasında sendikaya üye olmayan o arkadaş da vardı. Biz sadece kötü yönetime itiraz ediyorduk. Radikal'de maaşı en yüksek muhabirlerden biri olmama rağmen, itirazlarımın büyük bölümü, başka arkadaşlarımın haklarıyla ilgiliydi.

Sizinle ilgili ilk soruşturma hangi olay neticesinde açıldı?

Haber üretimimizin düştüğü iddia edildi. Oysa böyle olmadığını kanıtlamak çok zor değil. Asıl ipleri koparan, gazeteden 41 kişinin atılmasına yönelik tavrımızdır. O konuda meslek örgütlerini zorladık ve bir eylem yaptık. Radikal, Milliyet'in binasındadır, o bina önünde ilk defa bir eyleme tanık oldum. On basın meslek örgütü katıldı eyleme. Radikal'den de biz iki kişi katıldık. Eylemden beş dakika önce Murat Yetkin'den telefon aldım. “Senden rica ediyorum, özellikle senin ismin geçiyor, eyleme katılanlar tazminatsız olarak işten atılacaktır, lütfen yukarı çık” dedi. Kendisine teşekkür ettim ve yukarı çıkmayacağımı belirttim. Hemen ardından telefon mesajı çekti: “Gel yukarıya, çay içelim. Sendikacılar olmasa da olur” dedi. O mesajı saklıyorum ve mahkemede kanıt olarak sunacağım. 41 kişi bize hiç inandırıcı gelmeyen ekonomik gerekçelerle işten atılmıştı. Bu eyleme katılmayı bir insanlık görevi olarak gördüm. Tehdide rağmen Soner'le birlikte çıkmadık yukarı. O süreçte bizim atılmamıza karar verilmişti bence. Fakat, Türkiye'nin gündemi yoğundu, seçimler geliyordu ve bize ihtiyaçları vardı. Ayrıca, bir protesto eylemine katıldığı için muhabiri işten atmak mahkemeden dönebilirdi. Hukukî gerekçelendirmeleri oluşturmak için süreç uzatıldı. Birinci ihtar geldikten hemen sonra, ikinci soruşturma açıldı. İş Yasası'nda iki haklı ihtar neticesinde haklı fesih düzenlemesi var. Birinci ihtarda, yöneticiye “biz asker miyiz” tepkisi göstermek beş gerekçeden biriydi. İkinci suçumuz ise ceza aldığımız gün avukata giderken yakalanmaktı! İhtar gelince, avukatımızla konuşmak için bürodan ayrıldık. Yetkin o sırada telefon etti ve haber vermeden bürodan ayrıldığımızı söyleyerek nerede olduğumuzu sordu. Biz de “yediğin haltı temizlemeye çalışıyoruz” dedik. Ondan sonra, bize hiçbir görev verilmedi. İkinci cezayı da “izinsiz bina dışına çıkmak”tan yedik ki, bu bir gazeteciye yapılabilecek en son şeydir. İkinci ihtar da geldiği için ilerleyen günlerde bizi işten attılar. Ayın birinde, Soner'le benim maaşım yatmamıştı. Atılma kararıysa elimize ulaşmamıştı. O ayın maaşını kaptırmamak için yatırmadılar maaşımı. Bizi ayın 4'ünde atabildiler, normalde dört günlük maaşımızı vermeleri gerekiyordu. Onu vermemek için de iki yıl önceki bir gezinin harcama hesabını kapatmamamı gerekçe gösterdiler. Yasal ve gerçek olmayan bir borç çıkardılar bana. Ceza Kanunu'nda buna yağma denir. Sonuçta, tazminatsız atarak 11 yıllık emeğime el koydular. Soner Arıkanoğlu da dokuz yıldır çalışıyordu ve onun da elindeki sıfır. Bizi önce uyduruk gerekçelerle attılar, sonra ihtar ettiler!

Dava açtın mı?

Tabii, dava açtık. En sıkışık anımızda bize para da teklif ettiler. Teklif ettikleri miktar, davayı kazanabilirsek almamız gerekenin dörtte biri kadardı, ama istifa etmeyi ilkesel olarak reddettik. Davayı kazanmamızın da bir garantisi yok.

Niye kazanmanızın garantisi yok?

Gazeteciler işe iade davalarının yüzde doksan sekizini kazanıyor aslında. Uzun süredir basında tazminatsız işten atma olayı yok gibi. Tazminatlar eksik ödenirse, dava açılıyor ve yargı yoluyla hak kazanılıyor. Bizse, çoğu uyduruk da olsa, çok kalabalık suçlamayla karşı karşıyayız. Ayrıca, yargıda kâğıt üzerinde kazansan da gerçekte alman gerekeni alamayabilirsin. Muhtemelen, yargıçlar kendi emeklilik ikramiyeleriyle kıyaslayınca, bir gazetecinin alması gereken tazminata tepki duyuyor. Yargıtay'da böyle bir uygulama başladı. Yargıç, şöyle düşünüyor olmalı: “Ben kırk yıllık yargıç olarak emekli olduğumda 40 milyar para alacağım, kıçı kırık gazeteci on yıl çalışmış, nasıl olur da 200 milyar tazminat alır!” Evet, almam gerekiyor, çünkü belki bir daha gazetecilik yapamayacağım. Benim işim pamuk ipliğine bağlı. İkincisi, gece gündüz demeden çalıştığımdan, Aydın Doğan'a toplamda belki iki yıl daha fazla bile çalıştım. Bu arada, onlarca tehdit aldım, yolda yürürken korkuyorum, arkama bakamıyorum. Madem hukuk devletiyiz, ortada bir yasa var; basında, ödenmeyen alacaklar için yüzde beş günlük faiz uygulanır. Gazeteciler mahkemelerde bunu kazanıyor, ama yargıçlar vermiyor, yasal bir kazanım olmasına rağmen, gazetecilerin alacağının yüzde 98'i Yargıtay'da kesiliyor. Dolayısıyla, emeğimizin karşılığını almayabiliriz. Ayrıca, yargı muhabiri olmanın dezavantajları da olabilir. Yargıyı; örneğin, Şemdinli iddianamesini hazırlayan savcıyı işten atan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nu eleştiren haberlere imzamı atmaktan çekinmedim. Bütün adalet bakanlarıyla özel görüşmelerim oldu, ama onları eleştiren haberler yazmaktan geri durmadım. Ama biz bu davayı kazanacağımıza inanıyoruz. Aksi halde, sadece biz değil, bizim akıbetimize uğrama ihtimali olan bütün gazeteciler çok büyük bir kayba uğrayacak.

İş arıyor musun?

Arıyorum ama, gazeteci kapı kapı dolaşarak iş bulacak kişi değildir. İşten atılmamız, aynı zamanda, Aydın Doğan ve onun akraba gruplarının dışında, “centilmenlik anlaşması” yaptıkları gruplarda da çalışamamamız anlamına geliyor.

İşten atılmanız üzerine gazetecilerden destek gördünüz mü?

Radikal'in önünde bir protesto gösterisi oldu. O eylemden yarım saat önce, Yetkin ve Zeyrek bürodan ayrılıp telefonla bürodakileri uyarıyorlar. Eyleme katılanların işten atılacağını söylüyorlar. Sadece bir stajyer eyleme katılıyor ve ertesi gün çıkarılıyor. Kızcağıza ilk gazetecilik dersini vermiş oldular. İnsanları işle açlık arasında bir tercihe zorluyorlar. Asıl ahlâksızlık budur.

EXPRESS DERGİSİ - 8sutun.com - 8 Şubat 2008

Etiketler :

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.