Raporum Hani, Nerede?

Raporum Hani, Nerede?

Raporum Hani, Nerede?Hasan HarmancıNecdet Subaşı’nın “Alevi Açılımı: Dinî ve Seküler Kodlar” ( STAR - 30 Kasım 2009)...

A+A-

Raporum Hani, Nerede?Raporum Hani, Nerede?

Hasan Harmancı

Necdet Subaşı’nın “Alevi Açılımı: Dinî ve Seküler Kodlar” ( STAR - 30 Kasım 2009) adlı yazısını okuyarak çalıştayların Aleviliği taşıdığı alanı ve “kodları” görmeye çalışıyoruz. O elbette devletin temsilcisi değilim diyor. Ancak biz onda Aleviliğe karşı kurulmaya çalışılan yeni alanları görmeye çalışıyoruz. O nasıl ki kodlarımızı okumaya çalışıyor, biz de onların sistematiğini okuyoruz. Bu nedenle açıklamaları kadar, yazıları da önemli oluyor.

Alevi sorunu her geçen gün yeni bir mecrada ele alındığı” fikrine hak vermemek mümkün değil. Çünkü çoğunlukla Alevilerin beklemediği veya olmasını istemediği alanlarla, kişilerle, kurumlarla karşılaşıyorlar. Bu çalıştaya katılımda da, taleplerinin anlaşılmasında da böyle oldu. Subaşı: “Aleviler kendi sorunlarının çözümünde Sünnilerin azımsanmayacak katkıları olabileceğini görüyor, aynı şeyi Sünniler de Aleviler için hissediyor…” diyor. Sorunlarının çözümünde Sünnilerin ne tür bir katkısının olacağını Aleviler pek anlayacak gibi değil. Ne diye Sünniler çıkarılıyor Alevilerin karşısına. Aleviler sorunlarının hukukla, eğitimle, seküler uygulamalarla çözüleceğini düşünüyorlar. Tüm mücadele alanlarını da buna göre oluşturuyorlar. İnsan hakları gibi çalışıyor örgütleri. Sorunlarını T.C Anayasası görmek istemediğinde, AİHM’de arıyorlar ve çözüyorlar da. Ancak yine de sonuca ulaşamıyorlar. Çünkü Sünniliğe göre çözüm arıyor Devlet-i Aliyemiz.

Rekabet Gücü

Son çalıştaylarda özellikle Sünni algılayışa göre çözüm arayışlarının yükseldiğini görüyoruz. Çalıştaylar Aleviler üzerinden değil de, Sünnilik üzerinden “kod”lanıyor. Bu Sünniliğin “garantör”lüğü olarak değerlendiriliyor. Subaşı yaptığı açıklamalarla bu yöndeki inisiyatifin ne kadar belirleyici olduğunu gösteriyor. Bu tutumunu da “önyargıları tatlı bir rekabet alanına dönüştürmenin kazanımları” olarak değerlendiriyor. Alevilerin sorunlarının rekabetle ne ilgisi var. Rekabet ortamı yakın süreçte bir borsa ortamına dönüşmesin sakın. Kim nasıl isterse o şekilde satın alabileceği bir Alevilik veya seçimden geçime kim en çok parayı verince rekabeti kazandığı.

Subaşı, “Bir öğrenme, anlama ve müzakere çabası” olarak değerlendiriyor çalıştayları. Ancak Alevilerin öğrenmeye ihtiyacı yok. Alevileri bilmeyen birileri neden o çalıştayları yapar ki. Bu nasıl bir anlayış. Bir bilene sormak için mi bunca oyalama. Aleviliğin sorunlarının pazarlıkla mı ilgisi var, “sorunun belli başlı taraf(tar)larıyla” bir araya geliniyor. Bunca gürültü sonuç olarak bir “rapor” için mi, yol haritası için mi, önyargıları kırmak için mi, öğrenmek için mi, pazarlık ve tatlı rekabet için mi, kafamız karıştı iyiden iyiye.

Bu sorular ve arayışlar da yetmez, Subaşı başka bir arayışını daha dillendiriyor: “Her şeyden önce sorunları hakim bir dil ve yaygın ilişki kodları üzerinden çözmek yerine farklı ses ve önerilere açık olmayı önceleyen bu toplantılar, gelenekte içkin alan danışma ve müşavere uygulamalarını hatırlatmaktadır.” Bu söz de bize Hadis’teki: “Bir kavim “müşavere” de bulundu mu rüşd ü salâha nâil olur”u hatırlatıyor. Bu nedenle çok seviniyor Subaşı. Ancak Alevilerin müzakere süreçlerine ve çeşitli taraflara ihtiyacı yok. Onlar kendi sorunlarının çözüm önerilerini zaten gösteriyorlar. Bunca tarihsel birikim ve kurumsal örgütlenme yeterli değil mi. Yeni olan ne aranıyor, biz de göreceğiz.

Bütün olarak tartışılan olguların Aleviliğe nasıl bir müdahale de bulunulacağında düğümleniyor. Tarafları baskı altına alabilecek ve tamamen kontrol edilebilecek noktalara taşımak. Bu şu haliyle de yeterince belirlenmiş durumda. Nereden mi anlıyoruz? Şuradan, çalıştayı düzenleyenlerin; “farklı Aleviliklerin bir zenginlik olarak okunmasını zorlaştıran ciddi eksen kaymalarını” okumayı öne çıkarmalarından. Bunun için olabildiğince farklı görüş ve kargaşayı, katliam taraftarını, asimilasyoncuyu taraf- bertaraf ilişkisi içinde birbirine yaklaştırıyorlar. Subaşı’ya göre “Aleviler yekpare değil”miş. Ne değişir ki. Yekpare veya değil. Anayasa karşısında eşit hak talebinde bulunmak ve AİHM kararını uygulamak için yek parelik mi gerek.

Subaşı, Aleviliğin sistematiği ile oynamak istediklerini en çok: “Tanımlanma konusunda ortaya çıkan hassasiyet” noktasında belirleyici olma noktasında gösteriyor. Olmaz olanla uğraşıyor. Aleviliği hangi yönüyle tanımlanabilir ki; inanç mı, felsefe mi, kültür mü, öğreti mi. Hangi biri. Hem devletin tanımla ne işi var. Onun görevi patent standardı mı uygulamak.  İşte bu nedenle “rekabet” ortamı arayışında.

Bu çalıştayın yapmak istediği şey Aleviliğin Sünniliğe nasıl endeksleneceği yönüdür ve kıstası da bellidir; (Alevilik) “farklı inanç grupları tarafından anlaşılmış, kavranılmış ve çözümlenmiş değildir.” Şimdi o farklı inançlar çerçevesinde çözülmek isteniyor. Yani Alevilik, Sünnilerin merhametine, ihtimamına ve hoş görüşüne muhtaç. Yoksa Devletin herhangi bir arayışı bulunmamakta. Bir bakıma da Alevilerin talepleri ve tutumları önemli değil. Bunun “yol haritası” ise; “Aleviler kendi tarihlerinden taşı(nı)yorlar, başkalarının tarihiyle buluşma zemini”dir ancak. Aleviler açısından en sert süreç aslında yeni başlıyor: “İçinde yaşadıkları dünyanın diliyle (Sünnilikle) kurdukları ilişkiyi kendi gerçekliklerini yok etmeden ve sarsmadan nasıl sürdürecekleri konusunda soğukkanlı müzakerelere, esaslı münakaşalara açık olma”ları gerekiyor. Yani Sünnileşmeyi ve dayatmayla zoru veya kolayı kabullenecekler. Göreceğiz, raporları pek yakında çıkıyor.

KAYNAK : Alevihaber.com - 17 Aralık 2009

Etiketler :

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.