Şeffaf ve Katılımcı Olmayan Siyasetin Açılımı Nasıl Okunmalı?

Şeffaf ve Katılımcı Olmayan Siyasetin Açılımı Nasıl Okunmalı?

Şeffaf ve Katılımcı Olmayan Siyasetin Açılımı Nasıl Okunmalı?Turan EserPolitikacıların kullandıkları “açılım” gibi sihirli...

A+A-

Şeffaf ve Katılımcı Olmayan Siyasetin Açılımı Nasıl Okunmalı?Şeffaf ve Katılımcı Olmayan Siyasetin Açılımı Nasıl Okunmalı?

Turan Eser

Politikacıların kullandıkları “açılım” gibi sihirli sözlerinin gücü ne kadar etkili olursa olsun, ne tür kullanılırsa kullanılsın, Türkiye’de inanç özgürlüklerinin yaşam alanını daraltan din ve devlet ilişkisinin sorunlu olduğunu gizleyemez. Öyle sorunludur ki, mevcut din devlet ilişkisi sorununun kapsamı, derinliği ve yapısı itibariyle, “perakende” ya da AKP hükümetinin “Alevi Çalıştayı” ile hedeflediği “yama” çözümlerle aşılacak gibi de görünmüyor. Çünkü sorunun varlığını besleyen ideolojik maskeler ve bu maskeye meşruluk sağlama iddiasında olan hukuki kılıfların kendisini köklü bir zihniyet değişimine tabii tutma zorunluluğu var. Sorun o kadar köklüdür ki, Anayasa’da, özgürlükler lehine köklü bir değişim hedeflenmediği sürece, girişilen tüm “açılım” çabaları, dipsiz  kuyudan su çekmeye yönelik, psikolojik rahatlama ve oyalama açılımından öte gitmeyecektir.

Alevilerin, Gayri Müslimlerin ve Sünni vatandaşlarımızın eşit haklar doğrultusunda gündeme getirmiş oldukları bir çok inanç özgürlüğü çağrılarının kendisi, ülkemiz açısından bir demokratikleşme ve sivilleşme talebi olarak okunmalıdır. Siyasal rejim, farklı ama bir arada yaşama iradesini ortaya koymuş yurttaşların yarattığı toplumsal birlikteliği, bireysel hak ve özgürlükler alanını yasaklarla daraltarak ya da tektipleştirerek değil, aksine genişleterek, yurttaşlık hakları güçlendirilmiş, sağlıklı bir toplum yaşamı hazırlayabilir.

Bu açıdan değerlendirildiğinde, Alevi, Gayri Müslim ve Sünni yurttaşların taleplerini siyasal rejime ve devlete kafa tutmak ya da ayrıcalık talebi olarak görmek değil, ülkemizin demokratikleşmesine katkı sunan ve toplumsal yaşamı bireysel hak ve özgürlüklerin eşit ve barış içinde kullanılması olarak algılamak gerekmektedir.

ALEVİLER PAREKENDE AÇILIM DEĞİL, İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜNE KÖKLÜ AÇILIM İSTİYOR.

AKP hükümetin “Alevi açılımı” adı altında sürdürdüğü “Alevi Çalıştayı” gibi çalışmaların sonucunda Alevilerin taleplerini “çözmek” gibi bir iddiayı ortaya koymaktadır.

Son 2 yıldır gündemde olan “Alevi Açılımı”, Türkiye’de benimsenmiş olan tekçi din özgürlüğü statükosuna karşı köklü eleştire sunmaktan uzak ve Alevileri mevcut dini statüko yapısı içinde değerlendirmektedir. Bu ise sorunun çözümünü değil, soruna farklı bir boyut kazandırmış olacaktır. Çünkü, varlığı inkâr edilmiş, eşit haklar talebi görmezden gelinmiş olan Alevilerin, sorunlarının tartışılıyor olmasının en önemli sebebi, AKP hükümetinin varlığı değil, Alevi toplumun ve Alevi hareketinin 20 yıldır küresel boyut kazandırdığı eşit haklar mücadelesinin kendisidir. 

Bugüne kadar inkâr edilen Alevi varlığına ilişkin tartışmalarda pozisyonları bilindik siyasal ve ideolojik çevrelerin, bugün farklı bir tutum içinde görünüyor olması, bu kesimlerin Alevi taleplerini, din, vicdan ve inanç özgürlüğünü çoğulculuk ilkesi üzerinden değerlendireceği anlamına gelmiyor. Sadece küresel ölçekte, kültürel kimlik haklarına ilişkin eski paradigmaların yerini, yeni paradigmalar alıyor. Dış dünyaya ekonomik, sosyal ve hukuksal alanda entegrasyon sürecini canlı yaşayan Türkiye gibi ülkelerde bu türden değişimler karşısında, eski geleneksel algılarının erozyona uğramasının doğal sonucu olarak, Alevi sorunu da küresel ölçekte görülen, AB ve ABD gibi coğrafyaların ülke raporlarının gündemini oluşturabiliyor. Bu açıdan da ele alındığında, AKP hükümetinin bu soruna kayıtsız kalamayacağı bilinmektedir. Asıl sorun ise, AKP’nin muhatap olmak zorunda kaldığı Alevi sorunu ile kuracağı ilişkinin biçimi ve çözümüne ilişkin hangi yaklaşımı temsil edeceğidir.

ALEVİLER DIŞINDA OLUŞTURULAN BİR ALEVİ ANLATIMI VE SORUN ÇÖZME YÖNTEMİ DEMOKRATİK DEĞİLDİR.

Alevilerin karşı karşıya olduğu sorunları, maruz kaldıkları doğrudan ve dolaylı ayrımcılık gerçekleri, sivil ve demokratik taleplerine ilişkin, kendilerinin belirleyicisi olduğu bir anlatım hakkı sunulmuyor/verilmiyor. Bugüne kadar yapılan “Alevi çalıştay”larından en az Aleviler konuştur. Sadece AKP Çalıştaylarında değil, cumhuriyet tarihi boyunca, Aleviler konuşturulmadı, hep başka aktörler, Aleviler adına konuştu, değerlendirmede bulundu.

Yanı Alevilerin dışında, herkes (kişi, aydın, gazeteci, kurum, dini yapılar/görevliler) Aleviliği tanımlamakta, Alevi taleplerinin nasıl olması gerektiği konusunda akıl vermekte, kendilerince sosyal ve hukuksal değerlendirmelerde bulunarak,  çözüm için belirleyici olma yarışındadırlar.  Oysa dile Alevilerin dışında dile getirilen, gerek Alevi teolojisine ilişkin değerlendirmeler, gerekse “Alevi talepleri”  Alevilerin kendilerine ait değil. Aksine bu değerlendirmelerin ve tanımların çoğu kasıtlı, ideolojik yaklaşımlar, sübjektif değerlendirmeler ve önyargılarla beslenmiştir. Örneğin “demokratik açılım” adı altına alınarak sürdürülen yeni Alevi çalıştaylarında, Alevi olmayan ve devletin resmi memurları ve din görevleri Alevilerin taleplerini, sorunlarını ve Aleviliğin teolojik boyutunu tartışmakta ve belirlemektedir. Aleviler dışında üretilen ve hükümetin gündemine getirilen görüş ve taleplerin,  Alevilere rağmen, Avrupa’nın 14 ülkesinde onbinlerce Alevinin üyesi olduğu dernekleri, ülke federasyonları ve Avrupa

Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun dışlanarak, hükümetin tasarrufundaki isimlerce belirlenmesi ve tartışılması, tam anlamıyla dayatmacı bir diyalog anlayışıdır. Örneğin bu çalıştaylarda Alevilerin, “Cemevleri Alevilerin ibadet yeri” olduğuna dair taleplerinin, resmi din anlayışına ters düştüğünden dolayı ne kadar imkânsız ve “cemevi caminin alternatifi olamaz” suçlaması ve ilkelliğinin savunucusu olmuş bir çok kişinin, Alevi dışı yaklaşımlarla yarıştığı platforma dönüşmüştür.

Kendilerini “dini otorite” olarak gören ve devletin din politikasını belirleyen kişilerin (DİB ve DİYK görevlileri), din, vicdan ve inanç özgürlüğünün temel amacının, her inanan ve inanmayanın bireysel hak ve özgürlüğünü, özgür iradesiyle, çoğulculuk ilkesine sadık kalarak ve sivil alanda yaşamasını, korunmasını ve geliştirmesinin bir insan hakkı olduğunu kabul etmemektedirler.

Görünen o ki, AKP hükümeti de, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı ve Din İşleri Yüksek Kurulu’nu aşabilme kapasitesine ve gücüne haiz değildir.

Ankara, 06.10.2009

KAYNAK : Alevihaber.com

Etiketler :

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.