Beyazıt katliamı 30 uncu yılında

Beyazıt katliamı 30’uncu yılında Katliamın üzerinden geçen onca yıla rağmen, yargılamalar sonucunda ceza alan olmadı. Katliamın planlı...

Beyazıt katliamı 30’uncu yılında

Katliamın üzerinden geçen onca yıla rağmen, yargılamalar sonucunda ceza alan olmadı. Katliamın planlı olduğu da daha sonra ortaya çıktı

İstanbul Üniversitesi’nden toplu çıkış yapan öğrencilerin üzerine bomba atılıp ateş açılması sonucu 7 öğrencinin yaşamını yitirdiği, 41’inin yaralandığı ve Türkiye tarihine 16 Mart katliamı olarak geçen olayın üzerinden 30 yıl geçti.

16 Mart 1978 tarihinde Merkez Kampus’un Süleymaniye Kapısı’ndan çıkmak isteyen öğrencilerin kapıdan çıkmasına izin verilmedi ve öğrenciler Beyazıt Meydanı’na açılan ana kapıya yönlendirildi. Öğrenciler kapıdan çıktığı sırada üzerlerine ‘Merasim Birliği’ ve sivil ülkücüler tarafından kurşun yağdırılmaya başladı. Bombanın da atıldığı saldırıda “Beyazıt Meydanı komünistlere mezar olacak” sloganları yükseliyordu. Hukuk ve İktisat Fakültesi öğrencileri Hatice Özen, Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Turan Ören, Abdullah Şimşek, Hamit Akıl, Murat Kurt olay yerinde hayatını kaybederken, çok sayıda öğrenci yaralandı. Üniversite senatosu okulu süresiz tatil etti.

Katliam 10 gün önceden planlanmıştı

Katliamın ardından ortaya çıkan gerçeklere rağmen, davada ilerleme sağlanamadı. Ağustos 1978’de Ali Yurtaslan’ın itirafları, katliamda kullanılan bombanın kontrgerillacı emekli yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker’in depolarında Amerikan modeli TNT kalıplarından yapıldığını ortaya çıkardı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1. sınıf ülkücüleri arasında görev yapan bir istihbaratçının Emniyet’e verdiği bir bilgide, “Ülkücülerin 8-10 gün içinde İstanbul Üniversitesi çıkışında devrimci öğrencilerin üzerine dinamit atıp, silahlı tarama yapacakları” 7 Mart 1978 tarih, 1.D.2.12780 koduyla Emniyet arşivine girip resmiyet kazandığı halde belirtilen yerde hiçbir önlem alınmadı. Dönemin Toplum Polisi Veli Murat Nebioğlu’nun da, tüm emniyet birimlerine katliamın olacağı yönünde yolladığı resmi yazıda aynı bilgiler yer alıyordu.

Sorumlular yakalanamadı

Üniversite polis amiri Reşat Altay, ülkücü kurşunlarının hedefi olan öğrencileri ana kapıya yönlendirmişti ve saldırganların arkasından koşan polislere “koşma” emri verdi. Katliamdan bir süre sonra Altay, önce İstanbul Terörle Mücadele Şubesi Müdürlüğü, daha sonra da Niğde Emniyet Müdürlüğü görevine getirildi. Ülkü Ocakları Derneği (ÜOD) İstanbul Şube Başkanı Orhan Çakıroğlu, İstanbul Şube yöneticilerinden Mehmet Gül, ÜOD üyesi Sıddık Polat, Ahmet Hamdi Paksoy, MHP Gençlik Kolları Üyesi Kazım Ayaydın, katliamı planlamak ve uygulamak suçundan İstanbul 1 No.lu Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılandı. Yalnızca Sıddık Polat 11 yıl hapis cezasına çarptırıldı, diğer sanıklar hakkında delil yetersizliğinden beraat kararı verildi. Askeri Yargıtay 1982’de Polat hakkında verilen kararı bozdu ve beraat kararı verdi.

Bombalar Çatlı’dan

Katliamda adı geçen ülkücülerden Zülküf İsot, konuşmaması için öldürüldü. Ablası Remziye Aykol 1992’de yaptığı açıklamada, katliamı yapanların kardeşiyle birlikte Latif Aktı, Sıddık Polat ve polis memuru Mustafa Doğan, katliam emrini verenin ise Alparslan Türkeş olduğunu iddia etti.

Avukatlar İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu ve 1995’te dava İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde tekrar açıldı. Doğan hiçbir zaman bulunamadı, 1997’de hakkında yakalama emri bile çıkarılmadığı ortaya çıktı. Davada Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nden istenen MHP Ana davasının gerekçeli kararında Türkeş dahil bazı MHP yöneticilerinin adlarının bulunduğu sayfaların eksik gönderildiği öğrenildi. Davada ulaşılan başka bir bilgi ise, katliamda kullanılan bombaları Abdullah Çatlı’nın sağladığı idi. 24 Kasım 1997’de görülen duruşmada mahkemece tanık olarak dinlenen emekli Astsubay Oğuz Serçinlioğlu, Çatlı’ya verilen TNT kalıplarının Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından verildiğini dile getirdi. Susurluk Davası’nda ise Altay ile Çatlı’nın 5 kez telefon görüşmesi yaptığı açığa çıktı.

Mahkeme: Terör suçu

İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi istenen belgelerin MİT tarafından gönderilmemesi üzerine aldığı gerekçeli kararda ise “Gerçeğin ortaya çıkmasını sağlayacak her türlü belge ve bilginin mahkemeye sunulması herkes için bir görevdir. İstanbul 6. Ağır Ceza’da yargılaması yapılan eylem bir terör suçudur. Yedi kişi öldürülmüş, birçoğu da yaralanmıştır. Böyle bir davada sanığın bir avukat olarak ele geçirdiği belgeyi mahkemeye sunması gerçeğin ortaya çıkmasına katkıda bulunmaktan ibarettir” denildi. Bir süre sonra davadan sonuç alınamayınca avukatlar, MİT’in mahkemeye müdahale ettiği ve savunma haklarının kısıtlandığı gerekçesiyle davadan çekildi ve AİHM’e başvurdu. (İstanbul/DİHA)

Ceren Saran / EVRENSEL  - 16 Mart 2008


Sol görüşlü öğrencilere yönelik saldırı yapılacağı bilinmesine karşın önlemek yerine saldırganların işi kolaylaştırılmıştı

30 yıl sonra 16 Mart katliamı

16 Mart'ta bombanın patlamasını otomatik silahlarla ateş açılması izledi. Polisler, öğrenciler, seyyar satıcılar, herkes yere kapaklandı... Yaralılar, ölüler birbirine karışmıştı meydanda. Birkaç saat sonra ölenlerin isimleri açıklandı: Hatice Özen, Bâki Ekiz, A.Turan Ören, Abdullah Şimşek, Hamit Akıl, Murat Kurt. İktisat fakültesi öğrencisi Cemil Sönmez de bir hafta sonra hastanede yaşamını yitirdi. Yaralıların sayısı ise elli olarak açıklandı. Nilüfer Eruz (sağda) ağır yaralılar arasındaydı.

BERAT GÜNÇIKAN

Dün, orta yaşlarının başındaki kadınlar ve erkekler, İstanbul Üniversitesi merkez binasının duvarlarının Eczacılık Fakültesi'ne kıvrıldığı köşede buluştular. Bir avuçtular, ama buna pek de aldırmadılar, çünkü giderek eksilmeye alışkınlar. Ama ilk eksilmenin tarihi, otuz yıl önceki 16 Mart. Bu bir katliamın yıldönümü, sonraki katliamlara, 12 Eylül darbesine, Susurluk'a, hatta bugüne aralanan karanlık kapının sürgüsünün çekiliş tarihi... Bu nedenle bir anımsamadan daha fazlasına ihtiyaç var. Üstelik dönemin tanıkları davayı unutulmaya bırakmış da değiller. 9 Mayıs'ta, 10.30'da, Sultanahmet Adliyesi, 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülecek davada, bir kez daha, zamanaşımına dair alınacak kararın ülkeye nelere mal olacağını anlatacaklar...

Şimdi 30 yıl öncesine, katliama dokuz gün kala, 7 Mart 1978'de yaşananlara dönelim.

O gün dönemin emniyet müdür yardımcısı Şükrü Balcı imzasıyla bir ve ikinci şube ile ilgili diğer müdürlüklere gönderilen bir yazıda, 8-10 gün içinde sol görüşlü öğrencilere dinamit atılacağı bildiriliyor, sağ görüşlü öğrencilerin liderinin ismi verilerek ( Özgün Koç ) gerekli önlemlerin alınması isteniyordu. Peki, emniyet bu bilgiden nasıl haberdar olmuştu? Bu soruya yanıt 22 yıl sonra verilebilecekti. Polisin sağ görüşlü öğrenciler arasına yerleştirdiği hukuk fakültesi birinci sınıf öğrencisi sivil istihbarat memuru o gün telefonla emniyeti aramış, saldırı kararını polis memuru Halil Topraktepe 'ye iletmiş, o 1. Şube komiseri Vedat Cem 'e bildirmiş, sonunda not "7.3.1978 tarih, 1.D.2.12780'' koduyla emniyet arşivi kayıtlarına geçmişti...

Ama katliam önlenmedi, aksine saldırganların işini kolaylaştırmak adına güvenlik önlemleri azaltıldı. Daha önce faşist saldırılardan korumak amacıyla 50-60 toplum polisi tarafından merkez binadan çıkarılan sol görüşlü öğrencilere o gün 11 polis eşlik etti. Çıkışta başlarında Mehmet Gül 'ün (21. Dönem, 1999/2002, MHP Yozgat Milletvekili) bulunduğu faşist grup "Komünistler Moskova'ya" diye bağırmaya başladı. Polisler Gül'le konuşup uzaklaşmalarını istedi. Ses tam bu sırada patladı: Bomba...

Bombanın patlamasını otomatik silahlarla ateş açılması izledi. Polisler, öğrenciler, seyyar satıcılar herkes yere kapaklandı... Ortalık biraz durulduğunda polis Yahya Gergin ve arkadaşları saldırganların peşine düştüler. Arkalarından biri "Koşmayın" diye emir verdi. Bu, dönemin Kumkapı Toplum Polisi Reşat Altay 'dı. (Altay'ın adı, Susurluk'ta adı Abdullah Çatlı 'yla beş kez görüşen emniyet müdürü olarak geçti. Gaziantep ve Bursa'da emniyet müdürlüğü yaptı. Hrant Dink öldürüldüğünde, Trabzon Emniyet Müdürü'ydü ve müdürlüğün cinayetten önceden haberdar olduğu kayıtlarda yer aldı.) Polis Gergin, emri dinlemedi koştu, döndüğünde elinde katillerin yere attığı iki silah vardı.

'FAŞİSTLER PLANLAMADI'

Yaralılar, ölüler birbirine karışmıştı meydanda. Birkaç saat sonra ölenlerin isimleri açıklandı: Hatice Özen, Baki Ekiz, A.Turan Ören, Abdullah Şimşek, Hamit Akıl, Murat Kurt. İktisat fakültesi öğrencisi Cemil Sönmez de bir hafta sonra hastanede yaşamını yitirdi. Yaralıların sayısı ise elli olarak açıklandı. Nilüfer Eruz ağır yaralılar arasındaydı. Hastanede de peşini bırakmamıştı saldırganlar, ama kurtulmuştu. Elli gün sonra taburcu edildiğinde hâkim olan duygusu öfkeydi. Davanın bugün de takipçisi olan avukat Hilmi Hanta 'nın eşi Emine Hanta da bacağına isabet eden kurşun ve şarapnel parçalarıyla yaralanmıştı. Ateş edenleri görmüştü, ifade verdi, katliamı o gün orada bulunan faşistlerin planlamadığını söyledi...

Zaman Emine Hanta'yı doğrulayacaktı. Emniyet Müdür Yardımcısı Şükrü Balcı ve diğer görevliler İzmit Asliye Ceza'da görevi ihmalden yargılandılar, ancak delil yetersizliğinden serbest bırakıldılar.

Katliamdan 15 gün sonra İstanbul Valiliği'ne Hülya Aksoy imzasıyla bir ihbar mektubu ulaştı. Aksoy, katliamı Mehmet Gül başkanlığında Sıddık Polat, Ekrem Güvercin ve Erganili Ahmet' in gerçekleştirdiğini yazıyordu. Bu arada Muharrem Karakoç isimli bir tanık çıktı ortaya, Sıddık Polat'ın hemşerisi olduğunu, olay sırasında onu elinde silahla kaçarken gördüğünü söylüyordu. Mahkemede ifadesini reddetmiş, yalancı tanıklıktan içeriye girmiş, cezaevinden yaptığı başvurularda ise ilk söylediklerinin doğruluğu konusunda ısrar etmişti. Bu gelgitin nedeni tehdit edilmesiydi. Tehdit eden Eskişehir Ülkü Ocakları Başkanı Recai Delibaş 'tı. İsimler ve ihbarlar artıyor, emniyet tıpkı Hülya Aksoy'a davrandığı gibi adres tespitine bile gitmiyordu. Dahası cumhuriyet savcısının istediği bilgiler de verilmiyordu.

12 Eylül, davada bir arpa boyu yol alınmamışken yaşandı. Mayıs 80'de mahkeme Sıddık Polat dışındaki bütün sanıkların beraatına karar vermişti. 1982'de Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi MHP davasına dahil etmek üzere İstanbul Sıkıyönetim Savcılığı'ndan bilgi istedi. Darbenin tozu dumanı arasında dava unutuldu, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 1 No'lu Askeri mahkemesi kararını verdiğinde tarihler 8 Ağustos 1984'ü gösteriyordu. On yıl hapis cezası alan Polat da beraat etti.

MEZUN OLDULAR VE...

Suskunluğu bozanlar, davanın peşine düşenler 16 Mart'ta hukuk fakültesi öğrencisi olan, mezun olup cüppelerini giyen avukatlardı. Cem Alptekin, Hilmi Hanta ve diğerleri, o günün tanıklarını bildiklerini, gördüklerini paylaşmaya çağırdılar. Yeni bilgiler, tanıklar dosyanın yeniden açılmasını sağlayabilirdi. 1992'de İsot ailesi bir açıklamayla çıktı ortaya "Oğlumuz Zülküf İsot 16 Mart'ın katillerinden birisidir". Ailesinin anlattıklarına göre başta baba İsot'un arkadaşının oğlu polis Mustafa Doğan olmak üzere evlerine gelen gidenin arttığı, biraz kulak kabarttıklarında söylenenleri duydukları hareketliliğin sonucunda gerçekleşmişti eylem. 15 Mart'ta yine İsotların evinde buluşulmuş, hazır oldukları, eylemin toplu halde yapılacağı konuşulmuştu. Hatta polisler kendi aralarında eylemi üniversitenin ön mü arka kapısında mı yapacaklarını da tartışmışlardı. Belki korkudan, belki de "kahramanlık" baş dönmesiyle ailesinden yaşadıklarını gizlemiyordu Zülküf İsot. Solcu bir öğrenciye cop sokarak işkence yapmış, sonra da öldürmüştü, bunu da ablasına anlatmıştı. Ablası Kars'ta yaşıyordu, eylemden bir süre önce yanına gitmiş, bir arkadaşının çağrısıyla da İstanbul'a dönmüştü. Dönerken de, "Gitmeliyim" demişti "Yoksa beni öldürürler. Başbuğ Türkeş 'in emri bu, çok acele gitmek zorundayım". Eylemden sonra da Kars'a dönmüş, ablası Remziye Akyol 'a "Vahşetti abla" demişti... Yine ablasına eylemi kimlerle yaptıklarını anlatmıştı, Mustafa Doğan, Latif Aktı, Sıddık Polat... Katliamın soruşturması başladığında askerdeydi Zülküf İsot, sonra kaçtı... 78 Temmuz'unda Elazığ'da bir kahvehanede şakağına sıkılan tek kurşunla öldürüldü. Tetiği çeken Latif Aktı'ydı, savunmasında "Kazaydı" diyecekti!

DAVA YENİDEN AÇILDI

Yeniden dava açıldı. Avukatlar dönemin başbakanı Bülent Ecevit , İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı dahil pek çok kişinin tanık olarak dinlenmesini, katliamdan haberdar olan emniyet görevlileri hakkında "Türkiye ahalisini birbiri aleyhine silahlandırarak çatışmaya teşvik" suçundan dava açılmasını istediler. Beşinci duruşmada polis Mustafa Doğan hakkında tutuklama kararı alındı. Yaptığı itiraflarla Tevfik Ağansoy 'un da adı karıştı davaya, Ali Yurtaslan 'ın anıları, Susurluk'ta ortaya çıkan faşist Abdullah Çatlı, milletvekili Sedat Bucak ve emniyet müdürü Hüseyin Kocadağ arasındaki karanlık ilişkiler davanın seyrine yeni bir yön verdi...

Ancak geçmişteki ve bugünkü pek çok karanlık olayı, katliamı, faili meçhul cinayetleri gün ışığına çıkaracak bu yeni yönde yol alınamadı. Savcılığın kezlerce talebine karşılık polisten istenilen bilgiler gelmedi. Polis Mustafa Doğan'a dair sürekli kafa karıştırıcı bilgiler aktarıldı, sonunda Almanya'ya yerleştiği ve Türk vatandaşlığından çıktığı öne sürüldü... Dahası Doğan'ın tetikçilerin "eğitildiği" Baybora kampında kaldığı, Ağansoy ve Alaattin Çakıcı 'nın da yollarının bu kamptan geçtiği, Celal Adan 'ın (DYP Eski İstanbul İl Başkanı) da kamptan haberdar olduğu ortaya çıktı...

CUMHURİYET - 17 Mart 2008

SUSURLUK'TAN DAVANIN SEYRİNİ DEĞİŞTİRECEK BELGELER ÇIKTI

Susurluk'la ilgili araştırmalar sırasında 16 Mart davasının seyrini değiştirecek yeni belgeler ortaya çıktı. Bu, dönemin İçişleri Bakanı ile Ülkü Ocakları Başkanı Lokman Kundakçı arasındaki görüşme kaydının bir bölümüydü. Avukatlar mahkemeden bu görüşme kaydının tümünün MİT'ten istenmesini talep ettiler. Yanıt olumsuzdu, MİT görüşme kaydını ve diğer belgeleri vermeye yanaşmadı. Dahası avukat Cem Alptekin hakkında "MİT'in gizli belgelerini ifşa etmek" ten dava açıldı. MİT'in tutumunu savunma hakkının kısıtlanması olarak gören avukatlar mahkemeden çekildiler ve davayı Avrupa İnsanlar Hakları Mahkemesi'ne taşıdılar. AİHM'nin önümüzdeki günlerde kararını açıklaması bekleniyor.

16 Mart davasının son duruşması ise 9 Mayıs'ta, 10.30'ta, Sultanahmet Adliyesi 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülecek. Avukat Cem Alptekin mahkeme heyetinden davanın zamanaşımına uğramamasını talep edeceklerini söylüyor. Alptekin'e göre 16 Mart sadece Türkiye'nin değil dünyanın da siyasal tarihini değiştirecek bir olay. Avrupa'nın "gladyo" yu yeterince açığa çıkarmadığını düşünen avukat, 16 Mart'ın ilişkiler zincirinin çözülmesinin gladyonun gerçek teşhiri olacağını düşünüyor. Beklentisi ise suni gündemlerle oyalanan kamuoyunun kendi geleceği için 16 Mart'ın takipçisi olması...

CUMHURİYET - 17 Mart 2008

AVUKAT ALPTEKİN:

16 Mart davasının takipçisi olacağız

İstanbul Haber Servisi - 16 Mart 1978'de Beyazıt Meydanı'nda otomatik silahlar ve bombalarla saldırı sonucu yaşamını yitiren 7 öğrenci, dün olayın meydana geldiği yerde çeşitli kurum ve oluşumların düzenlediği gösterilerle anıldı.

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Eczacılık Fakültesi önünde sabah saat 10.00 sıralarında toplanan "16 Mart davası'' müdahil avukatları ve olayın tanıklarından oluşan grup adına bir açıklama yapan avukat Cem Alptekin , sadece 7 arkadaşlarını anmakla kalmadıklarını belirterek 1988 yılında başlattıkları hukuk mücadelesini 1992 yılında suç duyurusuyla yargıya taşıdıklarını, 1995 yılında da yeni sanıklarıyla dava açılmasını sağladıklarını anlattı. Avukat Alptekin, uzun bir aradan sonra davanın zamanaşımına uğratılmak istenmesine engel olmak amacıyla 21 Mayıs'taki duruşmaya katılacaklarını bildirdi. Daha sonra aynı yerde toplanan Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi üyeleri adına bir açıklama yapan Serkan Arıkanoğlu 7 öğrencinin öldüğü, 50'ye yakın kişinin de yaralandığı olayın üzerinden 30 yıl geçtiğini anımsattı. Arıkanoğlu, "İnsanlığa karşı işlenen suçlarda zamanaşımı yoktur'' dedi.

HALEPÇE KATLİAMI DA KINANDI

Demokratik Toplum Partisi (DTP) İstanbul İl Örgütü ve Ezilenlerin Sosyalist Platformu'nun da aralarında bulunduğu çok sayıda demokratik toplum örgütü temsilcisi de öğle saatlerinde Beyazıt otobüs duraklarında destekçi diğer gruplarla birleşerek " Katiller halka hesap verecek ", " Katil Erdoğan ", " AKP şaşırma bizi dağa taşırma " sloganlarıyla Beyazıt Meydanı'na yürüdü. Grup, 16 Mart Beyazıt katliamını ve Irak'ta Saddam Hüseyin rejiminin kimyasal bomba kullanarak 6 binden fazla kişinin ölümüne neden olduğu "Halepçe katliamı" nı lanetledi.

İHD İstanbul Şubesi de Galatasaray'da protesto ve anma gösterisi düzenledi. Çok sayıda demokratik kitle örgütünün destek verdiği eylemde " Ölmek, öldürmek istemiyoruz " sloganı atıldı.

MUĞLA'DA GERGİNLİK

Muğla'da Halepçe katliamının yıldönümü nedeniyle fotoğraf sergisi açan ve aralarında Muğla Üniversitesi öğrencilerinin yer aldığı grupla karşıt görüşlü öğrenci grubu arasında başlayan tartışmaya polis ekipleri müdahale etti. Bir süre sonra sergi alanına tekrar gelen öğrenciler polisin uyarılarına karşın dağılmadı. "Vatan bölünmez şehitler ölmez'', "Kahrolsun PKK'' diye slogan atan öğrenciler polisin müdahalesiyle dağıtıldı.

CUMHURİYET - 17 Mart 2008

Tarih Haberleri

Aleviler Pavlikan kökenli mi?
"Balgat Katliamı" sanığının sırrı
Alevi Danişmend Devleti
Pir Sultan Abdal’ın katlini vacip kılan resmi gerekçeler