Bir Sabırlık Çiçeği: Ruhi Su

Cevat Şakir “Mavi Sürgün” de, güneşin ateş yağdırdığı iklimlerde biten bir çiçekten bahseder. Bu çiçek anasının memesini tutup emen yavru...

Cevat Şakir “Mavi Sürgün” de, güneşin ateş yağdırdığı iklimlerde biten bir çiçekten bahseder. Bu çiçek anasının memesini tutup emen yavru gibi, toprakları kavrayan köklerinden, uçları süngülü dik yapraklarını salarmış. Cehennemde yanan ifrit gibi, on yıl alevlerde yavaş yavaş büyür ve güneşte parlayan bitkisel bir anıt olurmuş ve yıllarca aldığı ışıkla sıcaklığı -bir kıymığını bile alıkoymadan- yeni bir kılıkta yine yaradılışa verirmiş. On yıl bütün canını her bir dalının ucunda bir dizi sarı alev gibi yanan çiçeğe vermek için yaşayan bu anıtsal bitki kısa bir süre sonra da ölürmüş. Ama öldüğü halde üç bin yıldan beri 'ölümsüzlük' le taçlandırılmış. Anadolu’ da bu bitkinin sapını keserler, çardağa direk yaparlarmış. Cevat Şakir, Sabırlık Çiçeği’ni (Athanato’ yu) en yalın tanımıyla iyi insana benzetiyor.

Ruhi Su, hayattan aldığını fazlasıyla gene yaşama veren bir insandı, “Sabırlık Çiçeği”mizdi. 20 Eylül 1985’te bu dünyadan ayrıldı ama geride bizlere bıraktıklarıyla “ölümsüzlerimiz” arasındaki yerini aldı.

Ruhi Su 1912’de Van’da dünyaya geldi. Güneşin binlerce yıldan beri ateş yağdırdığı o topraklara, 1914’ te 1. Dünya Savaşı’nın gölgesi de düştü. Anasını ve babasını Van’ da, o karanlık günlerde, 1915’ te kaybetti. Onları hiç tanımadı. Bir nüfus memurunun kütüğe işlediği Abdullah ve Huri adlarını anası babası bildi. Bir söyleşide “…Anamı, babamı hiç tanıyamadım. 1. Dünya Savaşı’ nın ortada bıraktığı çocuklardanım… Öksüz olduğumu da çok kimseye söylemedim…” der. Söyleşi ”…toplumumuzda hala aşiret anlayışı var. İlk iş ‘ Kimlerdensiniz?’ derler. Kendini yetiştirmiş olmanın önemi hala anlaşılamadı…” diye devam eder.

Çukurova’nın diğer bütün çocukları gibi onun çocuk ruhu da yoksulluğun, kırımların, savaşın getirdiği acılarla yoğrulur. Hemen bütün gün hava kararıp ta gökyüzü yıldızlarla bezenene kadar kırlarda, tarlalarda ailenin keçisini, ineğini güder. Karnını ağaçlardan topladığı meyvelerle doyurur. Diğer zamanlarda da evin getir götür işlerini yapar.

1918’de ‘kaç kaç yılları’ başlar. Adana, İngilizler ve Fransızlar tarafından işgale edilince bütün Adana halkı gibi ailesiyle birlikte Toroslar’ a kaçarlar. Bu arada ömrü boyunca ona yoldaşlık yapacak türkülerle tanışır. Seferberlik türküleri, marşlar öğrenir ve söyler: ”… Çocuk denecek yaşta savaş denen şeyin, ne demek olduğunu içinde yaşayarak, seferberlik türküleri, marşlar söyleyerek öğrendim. Kaç -kaç’ da Adana’da çok güzel türküler öğrendim, söyledim, komşular, özellikle kadınlar, dinleyicilerimin başında geliyorlardı. Bu türküler, müzik duygularımı pekiştirmede ve değiştirmede önemli rol oynadılar. İlk türkü repertuarımı böyle oluşturdum…”

Adana’ ya dönüşte analığının yıllardır süren aşağılamalarına, sövüp-saymasına, dayak atmasına dayanamaz ve bir arkadaşının annesi aracılığıyla Dar-ül Eytam’ a, Adana Öksüzler Yurdu’na geçer. İlk kez orada oyun denen şeyin farkına varır: “…Yeni elbiselerimle beni okulun bahçesine salıverdiler. Oyun denen bir şeyin var olduğunu o zaman öğrendim, içim içime sığmıyordu şaşkındım…”

Ölene kadar sürecek müzik yaşamı da Adana Öksüzler Yurdu’nda başlar. Sesinin güzelliği okulda fark edilir. ”…On yaşından itibaren, okullardaki yatılı yaşamım başladı, önce çocukluğumu yaşamaya başladım öksüzler yurdunda. Aynı zamanda müzik yaşamım da başlamış oluyordu. Mahallede olduğu gibi burada da sesimin farkına vardılar. Türküler, marşlar söylettiler bana. Sonra da taburun önünde yürüyen gruba aldılar. Yaşım büyük olduğu için sınıf atlatıp, 3. sınıfa kabul ettiler. Bir yıl sonra öksüzler yurdunun müzik öğretmeni Mehmet Tahir, yurda bir keman aldırtıp, beni kemana başlattı. Dördüncü sınıfta kemana başlayarak, klasik müziğe de ilk adımını atmış oldum…”

Ruhi Su’nun müzikal yolculuğu kolay olmaz. Ankara’ da 1925’ te kurulan Müzik Öğretmen Okulu’na girmek ister. Çeşitli nedenlerle o yıl olmaz. İstanbul, Halıcıoğlu Askeri Lisesi’ ne gitmek zorunda kalır. Askeri okuldan kaçar Ankara’ ya müzik okuluna gider, iki gün sonra iki jandarmayla okula geri getirilir. İki gün hapis cezası verilir. Yatar, çıkar ama aklı fikri Ankara’ da, müzik okulundadır. Bir türlü olmaz. Sonunda çürük raporu alır ve askeri okulla ilişkisi kesilir. Adana Öksüzler Yurdu’na geri döner. Adana Öğretmen Okulu’na girer. “…Çürüğe çıktığım için, Askeri Okul ile ilişkim kesildi ve Adana Öksüzler Yurduna geri gönderildim. Adana Lisesi parasız bir okuldu. Önce oraya girdim, sonra da Öğretmen Okuluna geçtim. Okulda teneffüslerde keman çalmaya devam ettim. O sıralarda Adana’da, bir sinemada sessiz filmler oynatılmaktaydı. Bu sinemada, küçük birde orkestra vardı. Filmdeki sahnelere göre, bu orkestra müzik yapıyordu. Orkestradaki Avusturyalı Ervix Adana Öğretmen Okulunun da keman hocasıydı. İlk klasik batı müziği parçalarını ondan öğrendim…”

İlk evliliğini de o dönemde yapar. O yıl eylül ayında Ankara Müzik Öğretmen Okulu’nun açtığı sınava girer ve kazanır. Adını da Mehmet Ruhi Su olarak değiştirir. “… Böylece, Müzik Öğretmen Okulu’na girdim. Gündüzlü olarak başarılı olursam, bir sene sonra yatılı olabilmek koşuluyla... O ilk yılı başarı ile bitirerek yatılı okumayı hak ettim. O sene, tek hece olduğu ve kolay söylendiği için Su soyadını aldım ve adım Mehmet Ruhi Su oldu. Müzik Öğretmen Okulundan, Ankara Riyaseti Cumhur Orkestrasına seçilerek orada çalışmaya başladım. Aynı zamanda müzik öğretmeni olarak da, İkinci Ortaokul ve Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde çalışıyordum. Konservatuarın opera bölümü öğrenciliğini sürdürürken, bir hocam keman çalışmasının ses tellerine zarar vereceğini, sesinin zayıf çıkacağını söyleyerek, bir tercih yapmamı istedi. Bunun üzerine, kemanı bırakmak zorunda kaldım…”

Bir ses sanatçısı olarak müzik yaşamına devam eder. Opera sanatçısı olarak birçok operada rol alır. İlk eşiyle bu dönemde ayrılırlar.

Çocukluğunda başladığı türkü söyleme işine Öksüzler Yurdu’nda, Öğretmen Okulu’nda, Müzik Öğretmen Okulu’nda, Askeri Lise’ de, Konservatuvarda ve Operadayken de hep devam eder. Operayı çok sever ama türkü söylemekten de hiçbir zaman vazgeçmez. Operadan arta kalan zamanlarında türküler derler ve söyler. Konservatuvarda hocası olan Markovich’in önerisiyle Ankara Radyosu’nda on beş günde bir Pazar günleri saat 10’da“Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor” anonsuyla sunulan radyo programı yapar. Program 1943–45 yılları arasında çok ilgi görerek devam eder. Söylediği türkülerin çoğu, alevi deyişleri ve alevi nefesleriydi. Ali İzzet’ ten ; ‘Bir Allah’ı Tanıyalım Ayrı Gayrı Bu Din Nedir’, Pir Sultan Abdal’dan; ‘Gelin Canlar Bir Olalım’, Muhyi’ den ‘Zahit Bizi Tan Eyleme’ gibi nefesler söylerken, alevi türküleri söylüyor, komünizm propagandası yapıyor diye sustururlar Ruhi Su’yu. O dönem, egemen güçler, alevi nefesleri söylemekle, komünist olmayı eş anlamda algılıyorlardı.

Operada oynamaya devam eder.

1945’ te daha sonra hayat arkadaşı, yoldaşı olan Sıdıka Su ile tanışır. Sıdıka Su o yıllarda Ankara DTCF’ nde okumakta ve Ruhi Su’nun fakültede kurduğu koroya devam etmektedir. Aralarındaki temel olgu başlangıçta türküler olur. Sık sık buluşurlar ve arkadaşlık ilişkisi sevgiye dönüşür. Bu arada siyasi olgularda da ortaklaşırlar. Birbirlerinde bağımsız olarak illegal TKP’nin de üyesidirler. 1950’ de bu sevgi aşka dönüşür.

1951 TKP tevkifatı ile önce Sıdıka Su gözaltına alınır. Sonra Ruhi Su’ da yakalanır ve Sirkeci’ de Sansaryan Han’ daki 1. Şubeye getirilirler. 4.5 ay burada tutulurlar. Ruhi Su burada ağır işkencelerden geçirilir. “Bu nasıl İstanbul zindan içinde, Sansaryan Hanı’nda tabutluklarda, Kayboldu gündüzüm gecem” türküsü işkence gördüğü o karanlık dönemde yazar. Sonra Harbiye Merkez Kumandanlığı Cezaevi'ne gönderilirler. Cezaevine gelince hemen müracaat eder ve nişanlı olduklarını söyleyerek orada hemen birer yüzük takarlar. Çünkü belki bir daha görüştürülmeyeceklerdi. Böylece haftada bir de olsa görüşmelerine izin verilir. Mahkemeleri üç buçuk sene sürer. Sonunda 5 er seneye mahkûm olurlar. Erkekler Adana ceza evine götürülürler. Ruhi Su bu yolculukta Gülek Boğazı’nı geçerken Hasan Dağı türküsünü tasarlar. ‘Hasan Dağı Hasan Dağı, eğil eğil de bir bak, Hasan Dağı Hasan Dağı bunu yapan insan olmaz, Hasan Dağı Hasan Dağı suçumuz insan olmak’ diye başlayan türküyü, dolunay ışığı altında pırıl pırıl parlayarak yükselen Hasan Dağı’na bakarak mırıldanmaya ve söylemeye başlar.

Hikâye çok uzun: Sıdıka Su ile evlilik… Çumra’da sürgün günleri… sonra Ankara’da Etimesgut’ a 12 kilometre uzakta bir tarla ortasında suyu, elektriği olmayan, geceleri gaz lambası ile aydınlanan, üzerine hasır serilmiş toprak zeminli işçi lojmanı evde Sıdıka Su ile birlikte yaşanan 20 ay… İşsizlik, parasızlık… Para kazanmak için eşya taşıma işi… Biraz para kazanıp Aydınlıkevler’e taşınma… Ilgın Su’nun dünyaya gelmesi… Atıf Yılmaz ile Adana’ da “Karacaoğlan’ın Kara sevdası” filminin çekimi… ve İstanbul… Gece kulüplerinde türkü söylemek… YKB için “Notalarıyla Türk Halk Oyunları” kitabı ve kitabın başına gelenler… İMECE Plakları çalışması, onlarca 45’lik plak ve LP… TİP ile dayanışma konserleri… Yurt içi ve dışı sayısız konser… Söyleşiler, yazılar… Kurduğu korolar ve 1975’ te Dostlar Korosu nun kurulması… Yetiştirdiği öğrenciler…12 Eylül 1980…Yakalandığı amansız hastalık ve yurt dışına çıkış yasağı…

Tıpkı bir “Sabırlık Çiçeği”nin direnciyle geçen 73 uzun yıl. Anadolu’ nun kadim halklarının kültürüne sımsıkı sarılıp bu güzel dili çağımıza taşıyan, hep doğruyu gören, doğruyu söyleyen bu “Ezgili Yürek” 20 Eylül 1985’ te hayata veda etti.

Ruhi Su bir konuşmasında kurduğu güzel dilin beslendiği kaynakları şöyle anlatıyordu: “… Şaman dualarından Dedem Korkut’ a; Dedem Korkut’ tan Köroğlu’na, Yunus Emre’ ye, Pir Sultan Abdal’ a, Karacaoğlan’ a, Dadaloğlu’ na; ondan ona, ondan ona, ondan da çağımızın büyük ozanlarına sürüp geldi bu güzel dil. Hep doğru gördü, doğru söyledi bu telli kur’ an. Onlar yalnız bize bu dünyayı sevdirmekle kalmadılar, daha mutlu ve daha adil bir dünyanın geleceğini de söylediler. Belki o dünyayı görmediler ama görmüşçesine söylediler.” der.

Bu yıl öğretmenimiz Ruhi Su’ nun ölümünün 30. Yılı. 1975’ te kurduğu “Ruhi Su Dostlar Korosu”nun da 40. Kuruluş yılı. Bu yıl onu 20 Eylül Pazar günü düzenlenen bir dizi etkinlikle anıyoruz. İlk etkinlik Zincirlikuyu’daki anıt mezarda 13.00’ te yapılacak olan anma etkinliği. Akşam 19.00’ da Şişli Kent Kültür Merkezi’nde Ruhi Su Fotoğrafları Sergisi açılışı ve kokteyli gerçekleştirilecek. Anma etkinlikleri 20.00’ de Şişli Kent Kültür Merkezi’nde düzenlediğimiz “Ruhi Su Barış Konseri” ile sona erecek.

Bütün Ruhi Su dostlarını 20 Eylül, Pazar günü gerçekleştirilecek etkinliklere davet ediyoruz.

20 EYLÜL’DE ANMA KONSERİ

Ruhi Su bu yıl 30. ölüm yıldönümünde Şişli Belediyesi Kent Kültür Merkezi’nde düzenlenecek konserle anılacak.

Gülsen Tuncer ve Levent Ülgen’ in birlikte sunacakları konserde Ruhi Su Dostlar Korosu, "Boğaziçi Caz Korosu" ile aynı sahneyi paylaşacak.

Ruhi Su’nun arkadaşı Nazar Büyüm de bir konuşma yapacak.

Ücretsiz davetiyenizi konser günü Şişli Belediyesi Kent Kültür Merkezi gişesinden alabilirsiniz...

Ercüment Gürçay / Ruhi Su Dostlar Korosu Eski Koristi

Devrim Haberleri

Alevi Haber ne için var?
Ankara Gar katliamında hayatını kaybeden Gülhan Elmascan'ın hikâyesi
Muzaffer Oruçoğlu’na kısaca yanıtım: Bu bir tacizdir – Arzu Demir
'Allahsız' deyip cenazesini yıkamadılar