Halide Edip’in Suriye anıları

Son günlerde kanlı olaylara sahne olan Suriye, bildiğiniz gibi bir zamanlar Osmanlı Devleti’nin bir eyaletiydi.

Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesinden bir hafta sonra, 18 Kasım 1914’te, Bahriye Nazırı Cemal Paşa, hem İngilizlere karşı Kanal Seferi’ni icra etmek, hem bir süredir ayrılıkçı politikalar güden milliyetçi hareketleri kontrol etmek için, IV. Ordu Kumandanlığı’nın yanı sıra Suriye, Filistin, Hicaz ve Kilikya Bölgeleri Umumi Valiliği’ne atanmıştı.


Cemal Paşa, Suriye ve Lübnan’da, gayrimüslimlere ve Arap milliyetçilerine karşı izlediği sert politikalarla tarihe geçti. Hatta Cemal Paşa’nın Şam ve Beyrut’ta 32 Arap milliyetçisini astırmasının, Mekke Şerifi’nin başlattığı ‘Arap İsyanı’nın esas nedeni olduğu ileri sürüldü. Elbette gerçek bu kadar basit değil. Ancak bu yazıda bu konuya değil, Cemal Paşa’nın bölgeyi ‘Konyalaştırmak’ (Paşa ‘Türkleştirmek’ yerine bu terimi kullanıyordu) yürüttüğü eğitim faaliyetlerine değineceğim.

Haydarpaşa Garı’nda hareket

Edebiyatçı ve siyasetçi Halide Edip (Adıvar) Hanım, 1916 yazında Cemal Paşa’dan bir mektup almıştı. Emir Subayı Falih Rıfkı (Atay) tarafından getirilen mektupta Cemal Paşa ‘Türk kadınının medar-ı iftiharı’ Halide Hanım’a, Beyrut’taki Amerikan ve Fransız kolejlerine benzer okullar açma hayalinden söz ediyor ve Halide Hanım’ı Suriye ve Lübnan’a davet ediyordu. Haydarpaşa Garı’ndan yola çıkan ekipte Falih Rıfkı (Atay), Halide Edip, Nakiye (Elgün) Hanım, Hamdullah Suphi (Tanrıöver) ile Falih Rıfkı’nın ‘çarşaflı sörler’ dediği kadın hocalar vardı. Cemal Paşa Hamdullah Suphi’nin Suriye’deki eski Türk-İslam mimarisi eserleriyle ilgili çalışmalar yapmasını istemişti. Falih Rıfkı’ya göre Cemal Paşa, böylece ‘Lübnan’ı Konyalaştırmayı’ hayal ediyordu.

Ermeni katili Bahaeddin Şakir

İstasyonlardan birinde trene 1915 Ermeni katliamlarında görev almış Dr. Bahaeddin Şakir binmişti. Halide Edip’le Bahaeddin Şakir yol boyunca konuşmuşlardı. Bahaeddin Şakir yaptıklarını öyle gururla anlatmıştı ki, daha sonra Halide Edip, Falih Rıfkı’ya “bana bilmeyerek bir katilin elini sıktırdınız” diye sitem etmişti. Falih Rıfkı’nın dediğine göre Bahaeddin Şakir de kendisine “Senin gibi gençleri bu kadınla temas etmekten men etmeli” demişti. Falih Rıfkı’ya göre ikisi de birbirinden nefret etmişlerdi.
Halide Hanım ve Nakiye Hanım, Lübnan’a vardıklarında Paşa’yı, Sofar’daki köşkünde ziyaret etmişlerdi. Dediklerine göre Paşa’nın eşi Seniye Hanım İsviçre’ye çocuğunu tedaviye götürdüğü için yoktu. Paşa’nın o günlerde ‘Lübnan’ın ecesi’ diye ünlenen Linda Sürsok ile birlikte olduğu dedikodusu yapılıyordu. Halide Hanım’a göre, evde Cemal Paşa’nın kız kardeşi ve kayınvalidesi vardı. Kız kardeşi son derece ciddi ve iyi kalpli bir Türk kadınıydı. Yaşı da hayli ilerlemişti. Kayınvalidesi ise 60 yaşlarında ince, enerjik ve şık bir hanımdı. Ev halkı birbirine karşı son derece saygılı davranıyordu. Halide Edip’in bu tür kişisel açıklamalarla Ermeni kırımından dolayı itibarını kaybetmiş Cemal Paşa’yı okurların gözünde aklama gayreti içinde olduğu anlaşılıyordu.

Ayntura Yetimhanesi’ni ziyaret

Cemal Paşa’nın isteği üzerine iki hafta boyunca Beyrut’ta konuyla ilgili kişilerle görüşen Halide Edip Cemal Paşa’ya bir rapor sunmuştu. Rapora göre Lübnan, Beyrut ve Şam vilayetleri ortak bir eğitim sistemi altında birleştirilecek, üç vilayetin her birinde altı sınıflı bir ilkokul açılacak, bu ilkokulların görevi de öğrencileri normal okullara ve kolejlere hazırlamak olacaktı. Okullarda Türkçe, Arapça ve Fransızca, üç dil öğretilecekti.

Raporun sunumundan sonra Halide Edip, Kudüs’teki kutsal mekânları ve Cemal Paşa’nın açtığı Ayntura (Ain Toura) Yetimhanesi’ni gezdi. Yetimhane’de savaşta ve 1915’teki kırımda anne-babasını kaybeden Ermeni çocukları kalıyordu. Bilindiği gibi Suriye ve Lübnan 1915’teki ölüm yolculuğunun menzillerinden biriydi. Halide Edip, çocuklara Türk isimlerinin verildiğini öğrenince Cemal Paşa’ya itiraz etmişti. Ama Cemal Paşa, başka yol olmadığına ikna etmişti kendisini.

16 Eylül 1916’da Suriye’deki incelemelerini bitiren Halide Edip ve Nakiye Hanım İstanbul’a döndüler. Ama Halide Edip, kısa süre sonra Cemal Paşa’nın ısrarlı daveti üzerine tekrar Suriye’ye gidecekti. Bu sefer gitmeden önce güvendiği bazı kişilere akıl danışmıştı. Bunlardan biri olan şair Yahya Kemal daha sonra yolculukla ilgili düşüncesini şöyle açıklamıştı: “Anadolu bomboş dururken, yalnız Cemal Paşa’nın muvakkat (geçici) bir hükümranlığını tezyin etmek (süslemek) için, bizi ve lisanımızı pek özlemeyen Suriye’de bir maarif fezeyanı (taşkınlığı) bahusus (özellikle) o felaketler arasında birçok insanı acı acı gülümsetiyordu…”

İnsaniyete yardım için

Halide Edip ise biyografik eseri ‘Mor Salkımlı Ev’de neden gitmeyi kabul ettiğini şöyle anlamıştı: “1916 yılının Eylül’ü harbin insanları ümitsizliğe sevkeden ıstırap ve sefaleti ile doludur. Muharrirlik hayatım bence o günlerde ehemmiyetini kaybetmişti. Bir satır dahi yazamıyordum. Eğer Müslüman kadınlarının çekilebileceği bir manastır hayatı bizde olabilse idi, mutlak çekilirdim. Her ne ise bu vaziyette her insan mutlak insaniyete elinden geleni yapmak ister. Benim için tek saha talim ve terbiye sahası olabilirdi. O hizmet sahasını bana Lübnan ve Arap diyarı açtı. Ayntura yetimhanesindeki çocukların sayısı sekiz yüze çıkmış olduğunu, gerek orası ve gerekse Lübnan ve Suriye’de hazırlanmış plana göre mektep açma faaliyetini deruhte etmemi Cemal Paşa tekrar teklif ettiği zaman hiç düşünmeden kabul ettim.”

Cemal Paşa ile aralarında ne vardı?

Halide Edip bu ikinci seyahatine kız kardeşleri Nigar ve Belkıs hanımları da götürmüştü. İki oğlunu ise ablası Mahmure’ye bırakmıştı. Ayrıca heyette, 50 kadar kadın eğitimci ile birkaç da erkek eğitimci vardı. Ancak bu seyahat İstanbul’da dedikodulara neden oldu. Bazıları Halide Edip’le Cemal Paşa arasında bir gönül bağı olduğunu düşünüyordu. Yoksa evli barklı bir kadın, çocuklarını bırakıp böyle zorlu bir yolculuğa çıkar mıydı? İkiliyi yakından gözleme fırsatı bulmuş olan Falih Rıfkı’nın aktardığına göre ikili arasında böyle bir ilişki yoktu ancak Halide Edip’in Cemal Paşa üzerinde büyük etkisi vardı. Cemal Paşa ona danışmadan, onayını almadan bir evrakı bile imzalayamaz hale gelmişti. Halide Edip’in erkekler üzerindeki bu etkisi biliniyordu. Pek çok erkeği, hiç yüz vermeden etkilemeyi başarmış biriydi. Örneğin Yahya Kemal’in 1918 yılında Büyük Mecmua’da yayımlanan ‘Telakî’ (Kavuşma) adlı şiirine konu olan kişinin Halide Edip olduğu sanılır:

“Yollarda kalan gözlerimin nûrunu yordum / Kimdir o, nasıldır diye rüzgârlara sordum / Hülyâmı tutan bir büyü var onda diyordum / Gördüm: Dişi bir parsın elâ gözleri vardı…”

Sonuçta, ikili gayet sıkı bir işbirliği yaptılar ve Halide Edip Suriye ve Lübnan’da bir dizi okul açtı. Beyrut’taki Darü’l Nasırat adlı yatılı kız mektebi ve muallim (öğretmen) mektebi, Beyrut, Şam ve Lübnan’ın değişik yerlerindeki yatılı ve normal kız ilkokulları, Beyrut’ta üç-dört bin kız ve kadının devam ettiği sanayi mektepleri ile Suriye’deki Tanail Ziraat Mektebi ilk akla gelenlerdi.

Cemal Paşa, Suriye’nin ünlü Ermeni müzisyeni Vedi Sabra’yı bu okullarda müzik dersleri vermekle görevlendirmişti. Vedi Sabra, Halide Edip’in Yusuf Peygamber ve kardeşlerini konu alan ‘Kenan Çobanları’ adlı oyunu besteleyecek, oyun Ayntura Yetimhanesi’nin öğrencileri tarafından 13 kez sahnelenecekti. Gerçi Vedi Sabra, Fransa lehine casusluk yaptığı iddiasıyla Erzurum’a sürüldü ama bu ve benzeri şıklıklar sayesinde okullar yerli halktan büyük rağbet gördü. Lübnan’daki okullara daha çok Hıristiyan aileler, Şam’daki okullara ise Müslüman aileler başvuruyordu.

“Ülkemi en çok ben eleştiririm!”

Halide Edip bu seyahatinde Ayntura Yetimhanesi ile daha yakından ilgilendi. Cemal Paşa’nın çağırdığı Dr. Lütfi (Kırdar) Bey’le birlikte çocukları salgın hastalıklara karşı korumaya çalıştı. Ona göre Cemal Paşa, “sürgün Ermenilerine karşı eski Osmanlı devlet adamına yakışır bir vaziyet almıştı” ve Ermeni kadınlar Cemal Paşa’ya bağlılıklarını, adını işledikleri mendillerle gösteriyorlardı. Ancak bir seferinde şu itirafta bulunmuştu: “Hiç kimse ülkesini benim sevdiğim kadar sevemez, ancak, hiç kimse ülkesini benim eleştirdiğim sertlikte eleştiremez. Bu katliamların lekesini de milletimin üstünden hiçbir şey temizleyemez.”

Bu konuşmaya şahit olan kişi Halide Edip’in Beyrut’ta açtığı okullardan birinde görev yapmış Harriet Fischer adlı bir misyonerdi. Rahibe Fischer, “liderlerinin bu vahşeti sürdürüp sürdürmeyeceğini” sorduğunda Halide Edip “Bazıları yaptı bunu ve hâlâ devam ediyorlar. Hâlâ bitmedi. Bazıları katılmadı. Ancak onların idari güçleri yoktu. Ayrıca, söylenen şuydu: Savaştayız. Her yanımız düşmanlarla kuşatılmış. Bölünmüş gözükürsek, her şeyi kaybederiz. Bizim milletimiz, ya da Ermeniler…” diye savunmuştu siyasi yoldaşlarını.

“Adım Şükrü, soyadım 535”

Aynı konuşmada Ayntura’daki Ermeni yetimleri için de şöyle savunuyordu Cemal Paşa’nın politikalarını: “Evet, isimleri değiştirildi ama onlar çocuk, din ne demek bilmiyorlar. Şimdi onları doyurup giydirmek ve güvenliklerini sağlamak gerek.” Halbuki, Ermeni etnolog Vergine Svazlian’ın derlediği sözlü tarih anlatılarında yetim çocukların her şeyin farkında olduğu anlaşılıyordu. Örneğin 1904 Fındıcak doğumlu Harutyun Alboyacıyan demişti yıllar sonra: “Ana-babamı öldürdükten sonra, beni ve benim gibi ergin olmayan çocukları toplayıp Cemal Paşa’nın Türk yetimler yurduna götürdüler. Benim soyadım 535’ti; adım ise Şükrü’ydü. Ermeni arkadaşım da Enver adını aldı. Bizi sünnet ettiler. Türkçe bilmeyen bir sürü çocuk vardı; onlar Ermeni oldukları anlaşılmasın diye haftalarca konuşmadılar. Eğer çavuşlar bunu duysalardı onları falakaya yatırır, tabanlarına 20-30-50 darbe vurur veya saatlerce güneşe bakmaya zorlarlardı. Bize dua ettiriyorlardı; ‘Padişahım çok yaşa!’ cümlesini üç kere tekrarlamamız gerekiyordu. Bize Türk giysileri giydiriyorlardı: beyaz entari, onun üstüne de siyah cüppe. Bir müdürümüz, birkaç bayan hocamız vardı. Cemal Paşa bize iyi bakılmasını emretmişti; zira o Ermenilerin aklını ve yeteneklerini çok takdir ediyor ve savaşı kazandığı takdirde, binlerce Türkleşmiş Ermeni çocuğun gelecekte kendi halkını yücelteceğine, bizim gelecekte kendisine destek olacağımıza inanıyordu…”

Çöllerde ot yiyen çocuklar

Halide Edip, Rahibe Fischer’e Cemal Paşa’yı savunmuştu ancak, İstanbul’da kurulan yeni kabinede Maliye Nazırı olan dostu Cavid Bey’e yazdığı şu mektuba bakılırsa trajedinin farkındaydı: “… Esasen bu memleket bugünlerde hep insanı ağlatacak gibi. Eleminde o kadar derin ve ezilmiş bir şey var. Bilhassa Ermeniler, Cemal Paşa’nın aziz başına Allah’la beraber yemin eden, sırf burada yaşamak hakkını bulan bir sürü bedbaht Ermeni var. Mektebe bağlı bir bina da birçok var. Çöllerde ot yiyerek karınları şiştikten sonra kimi anasını, kimi babasını, birçokları da çocuklarını kaybettikten sonra buraya düşmüşler. Daha doğrusu, Cemal Paşa getirtmiş (…) Dışarıda anası açlıktan ölen, babası yanında öldürülen, on iki yaşında bir Ermeni kızı geldi, iltica etti. Mahzun, büyük gözleriyle etrafımda dolaşıyor, lüzumlu lüzumsuz elimi öpüp ağlıyor. Bahçede bir facia daha var. Oğlunu yanında öldürürlerken birdenbire dilini kaybeden bir bedbaht, öteki oğlunu ve ailesini nereye attıklarını bilmiyor. Ayakları çıplak, gözleri elem içinde, mütemadiyen işaretle felaketini haykırıyor. Bazen geceleri çocuğu ölen bir kadın gibi, başı elleri içinde döğünüyor, döğünüyor. Gündüzleri yazımı yazarken bazen hıçkırdığını işitiyorum. Pencereye koşuyorum, aşağıda bahçede ellerini sallıyor, oğlunun kalbinden kurşun geçerken çıkan sesi göklere uluyor, söylüyor. Bunlardan binlerce, yüzlerce var. Yetimhaneler hayatta bir şeyin telafi edemeyeceği şeyi kaybetmiş yarı aç bedbaht çocuklarla dolu…”

Halide Edip, mektubunu “Yeni kabine bu emsalsiz zulüm ve cinayetin hiç olmazsa sonuçlarını hafifletemez mi? Şimdi bugün yaşayanlara insan hakkı veremez mi? Ben kendi hayatımla bu fena ve çirkin şeyi ödeyebilsem öderdim. Fakat benim hayatım nedir? Hiç hem de pek gülünç ve küçük bir hiç!” diye bitirmişti.

Halide Edip bazı kaynaklara göre 4 Mart’ta, bazı kaynaklara göre ise Mart ayının sonlarına doğru Suriye’den ayrıldı. Cemal Paşa’nın görevi ise 12 Aralık 1917’de bitti. Suriye ve Lübnan’daki Ermeni yetimlerinin çilesi ise hiçbir zaman bitmedi.

ÖZET KAYNAKÇA: İpek Çalışlar, Halide Edip, Biyografisine Sığmayan Kadın (Everest Yayınları, 2011, s. 135-142; Halide Edip, Mor Salkımlı Ev, Can Yayınları, 2007; Nevzat Artuç, Cemal Paşa, Askeri ve Siyasi Hayatı, TTK Yayınları, 2008; Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı, Bateş Yayınevi, 1981.

Kaynak:
“Agos”, Sayı:802

Tarih Haberleri

Aleviler Pavlikan kökenli mi?
"Balgat Katliamı" sanığının sırrı
Alevi Danişmend Devleti
Pir Sultan Abdal’ın katlini vacip kılan resmi gerekçeler