Yazmak bazen tehlikeli ve yasaktır!

Yazmak bazen tehlikeli ve yasaktır!Aylin Duruoğlu, Vatan gazetesinin internet sitesinin yayın yönetmeniydi. 27 Nisan’da gözaltına alındı, hâlâ...

Yazmak bazen tehlikeli ve yasaktır!

Aylin Duruoğlu, Vatan gazetesinin internet sitesinin yayın yönetmeniydi. 27 Nisan’da gözaltına alındı, hâlâ tutuklu yargılanıyor. Yalnız değil, Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu’na göre şu anda 24 gazeteci, yazar aylardır hatta yıllardır yargılanmayı bekliyor.

Türkiye’de iktidarlardan uzak durarak gazetecilik yapmak zordur. Önce düşük maaşla hayatta kalmanın yollarını öğrenmeniz gerekir. Bitmedi, sansürcü, baskıcı iktidarla uğraşmaya da hazır olun. Hatta muhalif bir yayın organında çalışıyorsanız cezaevine düşmeyi de göze almalısınız. Geçen hafta CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, TBMM Başkanlığı’na bir soru önergesi verdi. Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in yazılı olarak yanıtlaması istemiyle şunları sordu: “TCK’nin 301. maddesinde yapılan son değişiklikten sonra Adalet Bakanı bu yasa çerçevesinde kaç kişinin yargılanması için izin verdi? Şu anda çeşitli davalar dolayısıyla Türkiye’de tutuklu veya hükümlü olan gazeteci ve yazarların sayısı kaçtır?” Bakandan yanıt gelmedi, ama Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu’nun raporu, durumun vahametini göz önüne seriyor. Şu anda cezaevinde 24 gazeteci ve yazar bulunuyor. Ölümcül rahatsızlığı olanlar da var. Mesela Odak dergisi sahibi ve yazıişleri müdürü Erol Zavar, mesane kanseri, dışarıda tedavi edilmesinin zorunluluğuna rağmen 2001’den beri tutuklu.... Vatan gazetesinin internet sitesinin yayın yönetmeni Aylin Duruoğlu, “Devrimci Karargah” örgütüne yönelik üç kişinin öldüğü operasyondan sonra 27 Nisan’da gözaltına alındı, tutuklu yargılanıyor. Çünkü operasyonda öldürülen ve okul arkadaşı olan Orhan Yılmazkaya “Türk Hamamı” kitabını çıkardıktan sonra Duruoğlu’yla buluşmuş, kendisinden kitap tanıtımı için yardım istemiş. Bu tutuklanması için yetti!

Özgür Radyo Genel Yayın Koordinatörü Füsun Erdoğan, 8 Eylül 2006’da gözaltına alındı, 12 Eylül’de tutuklandı. O tarihten beri de davasının sonuçlanmasını bekliyor. Atılım Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Çiçek ve Genel Yayın Koordinatörü Sedat Şenoğlu da Erdoğan ile birlikte gözaltına alındı, “Marksist Leninist Komünist Parti yönetecisi olmakla ve anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmek” suçuyla tutuklu yargılanıyorlar; davaları sonuçlanmadı... Beş gazetecinin duruşması 26 Haziran saat 11.00’de Beşiktaş Adliyesi’nde yapılacak. Biz de Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu Sözcüsü Necati Abay’la konuştuk...

Cezaevlerinde tutuklu bulunan 24 gazeteci ve yazarın "suç"u nedir?

Türkiye’de düzen muhalifi, devrimci, sosyalist basın emekçileri çoğunlukla gazeteci kimlikleri nedeniyle değil, hileli yöntemlerle, komplolarla “terör örgütü mensubu”, “terör örgütüne yardım ve yataklık yapmak” gibi asılsız iddialarla yargılanıyor. Bu gelenekselleşmiş bir devlet politikası. Nazım Hikmet’ler, Aziz Nesin’ler de komik iddialarla yargılanıp, uzun yıllar hapis yattılar.

Beş gazetecinin 26 Haziran'da yapılacak duruşmasının önemli olduğunu açıkladınız. Nedir önemi?

Herşeyden önce 10 Eylül 2006 davasının 7. duruşması. Beş gazeteci üç yıldır tutuklu yani şimdiden cezalandırıldılar. Mağduriyetlerinin daha da artmaması için bırakılmalılar. Ayrıca bu dava, TMY’nin en kapsamlı ilk davası. TMY’nin tüm olumsuzlukları devam eden başkaca davalar için emsal teşkil ediyor. Uzun süre dosya üzerinde gizlilik kararı uygulandı. Sanıklar ve avukatları suçlamalarla ilgili detaylı bilgiye ulaşamadı. Ergenekon davasıyla basının mercek altına aldığı “gizlilik kararı” , “iddianamenin geç yazılması”, “yargılamanın gecikmesi” gibi hususlar, ilk kez bu davada yaşandı. Sanık ve avukatlara göre soruşturma; yasaya, usule, hukuka aykırı ve ideolojik bir yaklaşımla yapıldı.  Dava, TMY karşıtı mücadelenin önemini de ortaya koyuyor. Düşünce ve ifade, söz, eylem ve örgütlenme özgürlüğü bakımından TMY’nin, 301’in vb. maddelerin iptal edilmesi zorunlu.

Bunlar haber alma özgürlüğünü de etkiliyor.

Gazeteci ve yazarlara yönelik gözaltı ve tutuklamalar, son süreçte gazeteci Hrant Dink’in sokak ortasında katledilmesi, Yürüyüş dergisi dağıtımcısı Engin Çeber’in işkenceyle öldürülmesi gibi örnekler düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik saldırganlığın çeşitli biçimleri. Bunlar, aslında doğrudan halka yapılmış saldırılar, çünkü halkın haber alma özgürlüğü, TMY, 301 vb. yasal düzenlemelerle, antidemokratik fiili uygulamalarla  kıskaç altına alınıyor, otosansürü koşullandırıyor. Bu arada geçtiğimiz aylarda sansürün kaldırılışının 100. yılı kutlandı. Bu ikiyüzlülük. Bu topraklarda sansür hiç kaldırılmadı, gelenekselleşmiş devlet politikası olarak hep sürdürüldü.

En yoğun hangi dönemlerde yaşandı?

Toplumsal muhalefet güçlerine yönelik saldırganlığın arttığı dönemler... Örneğin Ermeni halkına yönelik uygulanan 1915 tehcirinde sadece İstanbul’da 220 aydın, gözaltı, tutuklama, tehcire maruz kalmış. 10 Ermeni gazeteci, yazar, şair de ya gözaltında kaybedilmiş ya da bir süre sonra öldürülmüş. Mezarları hâlâ kayıp.

Kaybedilen gazeteciler bunlarla sınırlı değil, ancak Sabahattin Ali gibi birkaçı dışında bu konuda pek de bilgi yok.

1940’lar, gazetecilere yönelik saldırının yoğunlaştığı yıllar. Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’ın birlikte çıkardıkları Marko Paşa adlı gülmece dergisi çeşitli baskılara maruz kalıyor. Gazeteciler üzerindeki baskıların bir sonucu olarak Marko Paşa’nın sahibi ve yazarı Sabahattin Ali, yurtdışına kaçma girişimi sırasında, Bulgaristan sınırında kaçırılıp kaybediliyor. 2.5 ay sonra, 16 Haziran 1948’de öldürülmüş olarak bulunuyor. Sonradan mezarı da kaybediliyor. 12 Eylül de aynı zamanda bir gazeteci kıyımı. 1990’da çıkarılan kanun hükmündeki bir kararname, “sansür-sürgün kararnamesi” veya “ss kararnamesi” olarak adlandırıldı. Çok sayıda gazeteci gözaltına alınıp tutuklandı, muhalifi gazete ve dergiler kapatıldı. 90’larda Doğu’da Ferhat Tepe, Nazım Babaoğlu, İsmail Ağay ve Seyfettin Tepe gözaltında kaybedildi.

2006’da çıkarılan Terörle Mücadele Yasası’yla gazeteciler üzerindeki baskı daha da arttı, artıyor.

Toplumsal muhalefetin “Toplumla Mücadele Yasası” adını verdikleri TMY, “söz, eylem ve örgütlenme” özgürlüğüne doğrudan bir saldırı. İlk ve en kapsamlı uygulanışı 8 Eylül ve 21 Eylül 2006’daydı. Çok sayıda yasal gazete, dernek, sendikaya baskın düzenlendi. En son yüzlerce DTP’li gözaltına alındı.  Askeri darbe dönemini aratmayan bir uygulamayla ilerici memur sendikası KESK’e baskın yapıldı, üye ve yöneticileri  tutuklandı. KESK baskını bile tek başına TMY saldırısının nereye  vardığını, varabileceğini gösteriyor.

KAYNAK : CUMHURİYET PAZAR EKİ / ESRA AÇIKGÖZ - 21 Haziran 2009

Güncel Haberleri

Kendi kaleminden: Rabia Mine kimdir?
‘Bizim Yunus’ genelgesine tepki
Önlü: Dersim’in doğası talan edilirken itiraz edilmesin istiyorlar!
Diyanet: 'Kadın-erkek el ele olmasın'
Seyahat yasağı mağdurları isyan ediyor