Sözle sazın düğünü...

Sözle sazın düğünü...

Sözle sazın düğünü...Ulaş Özdemir, Maraş doğumlu. Alevi bir aileden geliyor. Kendi deyimiyle “muhabbetin ve cemin” içinde...

A+A-

Sözle sazın düğünü...Sözle sazın düğünü...

Ulaş Özdemir, Maraş doğumlu. Alevi bir aileden geliyor. Kendi deyimiyle “muhabbetin ve cemin” içinde büyümüş. İlk albümü “Ummanda / Maraş Sinemilli Deyişleri”nden bu yana on yıldır müzikle demlenmiş. Şimdi ise dede sazı, curası ve sözüyle yeni albümü “Dem”i, hayatı hayattayken yaşayanlar için yayımlıyor.

Müzisyen Ulaş Özdemir müziği icra etmek kadar onu okumanın ve tarihinin de peşinde. Bu yüzden öğrenim gördüğü siyasal bilimleri yarım bırakıp etnomüzikoloji okumuş. Hatta tezini de bu konuda yazıyor. Müziği okuyanlar onu Roll ve Express dergilerindeki albüm kritiklerinden tanıyor. Pek çok film, dizi ve belgesel müziğinde de imzası var. Özdemir, uzun zamandır da Kalan Müzik’te yapımcılık yapıyor. İşini yaparken müziğin matematiğine fazla bulaşmıyor, çünkü kaygının müziğin doğasını bozduğunu söylüyor. Yeni albümü “Dem” ise onun için anı yaşamanın verdiği bir tat.

- Lise yıllarından bu yana Maraş ve yöresindeki yerel müzikleri babanızla birlikte derlemişsiniz. Birlikte müziğin peşinden koşmaya nasıl başladınız?

Babam mimardı, ama yerel kültüre ve yaşadığı coğrafyaya büyük saygısı vardı. Yalnızca Alevi-Bektaşi kültürü değil, o topraklardan doğan her şeyle ilgileniyordu. Derlemeler ve kayıtlar yaparken köy köy dolaşır, insanlara karışır, saz çalıp, söyler ve muhabbete başlardı. Babamın kayıtlarını dinledikten sonra onunla birlikte köylere gidip derlemeleri birlikte yapmaya başladık. Sonrasında ben de onları tasnifledim, tarihine dokundum, arşivledim. Maraş’ın zengin ozan geleneğini ve halk müzik sanatçılarını araştırdım.

- İstanbul’a yolunuz ne zaman düştü?

İstanbul’a üniversite için geldim, siyasal bilgilerde okumaya başladım.

- “Express” ve “Roll” gibi müzik dergilerinde albüm eleştirisi yazmaya da o dönemde mi başladınız?

Alevi-Bektaşi ve halk müziği dışında dünya müziğini de iyi takip ediyordum. Albüm kritikleri yazıyordum. Express’e de yazı yollamaya devam ettim, onlar da yayımlamaya başladı. Sonra da Roll dergisi geldi.

- Kalan Müzik’teki maceranızı ne tetikledi?

Artık her yanımı müzik kaplamıştı, Kalan Müzik’e de sıkça uğramaya başlamıştım. O sırada müziği okuma, araştırma ve kültürünü öğrenme ihtiyacı duydum. Üniversiteyi bitirmeyi bile bekleyemedim, bıraktım. Sonra Yıldız Üniversitesi’nde Etnomüzikoloji Bölümü’nü kazandım. Tam aradığım buydu, çünkü bu bölüm müzikle kültür ilişkisini inceleyen bir bilim dalıydı ve tüm sorularıma cevap veriyordu.

- Üniversiteyi bırakmanıza aileniz ne dedi?

Ailemle aram biraz açıldı, ama babam sessiz kalarak yapmak istediğim şeyi yapmamı onayladı.

- Etnomüzikolojide yüksek lisans da yapıyormuşsunuz. Tez konunuz ne?

Tezimde, birlikte çalıştığım İranlı sanatçı Ali Akbar Moradi’nin çaldığı tambur sazıyla, sazlarımızın tarihini karşılaştırıyorum. Tambur sazının kutsiyetini, toplumsal bellekle olan ilişkisini, müzik kültürünün sosyal alan üzerine etkisini anlatmaya çalışıyorum.

- Müziği dinlemek ve icra etmek kadar onu okumanın ve tarihinin de peşindesiniz.

Tek başına icra beni tatmin etmiyor, ben biraz da tarihin ve geçmişin taşıdığı anlamı seviyorum. Müzik icra edilir, okunur, anlatılır, ama sesten çok da ötedir. Hele de Alevi-Bektaşi müziği hem saz hem söz, muhabbettir. Tını ve ses olduğu kadar mana da öne çıkar. Aşığın, ozanın sözünün kutsiyeti vardır. Elbette bu onu anlayana, o muhabbette pişene böyledir.

- Albümde dedenizin sazını çalmışsınız. Bu nasıl bir histi?

Dedemin sazı Antep’te yapılmış, tam seksen yıllık. Ben de onu Maraş’tan İstanbul’a gelirken getirdim ve yanımdan hiç ayırmadım. Onu çalmak çok özel, farklı, ruhlu ve hisli, sanki kendi çalıyor gibi...

- Albümde bir de cura duyuluyor.

Cura, küçük, ama çok güçlü ses çıkaran, karşılıklı muhabbetlerde keyif veren bir saz. Ben de albümde önce dede sazı ile çalıp söyledim, sonra muhabbete cura ile devam ettim. Sözle sazın birlikteliğini yakalamaya çalıştım, ama bu bir nostalji değil. Çünkü bu kültür hâlâ yaşıyor, gençler de bunu çok seviyor. Yani bunlar bitmiş bir kültüre yakılan ağıtlar değil. Benim hissettiğim tat da onu şuan da yaşamak.

- Kalan Müzik’te uzun zamandır yapımcılıkla da uğraşıyorsunuz. İşini mutfağında olup kendi albümünüzü yapmak nasıldı?

Bundan on yıl önce, ilk albümümde bu ummana tüm tecrübesizliğimde bir damla gibi girdim, henüz 19 yaşındaydım, öğreniyordum. Aradan geçen zamanda geliştim, müziğin her türlüsünü gördüm. İşim gereği müziğin teknik yanlarını iyi öğrendim. Bu albümü ise canlı kaydettim ve ona sonradan müdahale etmedim. Ben hatasıyla günahıyla bu işi yapıyorum. Zaten işin matematiğine fazla bulaştığınızda duyduğunuz kaygı müziği bozuyor.

- Dizi, film ve belgesel müzikleriniz var. Orada bu çatışmayı yaşıyor musunuz?

Orada mümkün olduğu kadar metnin içine girmeye çalışıyorum. Sözcüklerden bir ses dünyası kurguluyorum, neler duyuyorum ve neler yaratıyorum zihnimde, onu müziğe yansıtmaya çalışıyorum. Çağrışımlar da ses dizilerini ve melodileri oluşturuyor.

- Türkiye özellikle Anadolu, farklı etnik kültürlerin müziklerine ev sahipliği yapıyor. Kültürel difüzyon (yayılma) ne boyutta?

Kültür durağan değil, hareketli ve geçirgen. Alevi-Bektaşi müziği de yöresel farklılıklar taşıyor. Anadolu müzikal açıdan bir cennet olmasına rağmen bunu müziğimize taşıyamıyoruz. Kültürde de bir tutuculuk var, bu da difüzyon hızını ve yoğunlunu düşürüyor. l

Ali Deniz Uslu / Cumhuriyet Dergi - 13.07.2008

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.