Sünniliğin Kurucusu ''Kutsal'' Muaviye

Sünniliğin Kurucusu ''Kutsal'' Muaviye

Yani Muaviye Sünniliğin kurucusu, önderi, fikir babasıdır. Onun için yazımız bir kere daha değer kazanmaktadır. Bu gün ülkemizde ve İslam dünyasında...

A+A-

Yani Muaviye Sünniliğin kurucusu, önderi, fikir babasıdır. Onun için yazımız bir kere daha değer kazanmaktadır. Bu gün ülkemizde ve İslam dünyasında Müslümanların büyük çoğunluğu Sünni’dir ya da onun aynadaki karşıtı olmaktan öte anlam taşımayan bir başka egemen sınıf inancı olan Şii inancını taşımaktadır. Yani İslam dünyasının büyük çoğunluğu Muaviye’nin yolundan gitmekte ve onu kutsamaktadır. Hatta ona, onu anarken, Hazreti Muaviye bile demektedir. Sadece bu bile, neden İslam dünyasının kendi iç devrimini yapamadığını gösteren, başlı başına bir delildir. Evet; bu katil, bu insanlık onurundan nasibini almamış, insanlık tarihinin yüz karası adam Sünniliğin kurucusu ve kutsalıdır.

Muaviye’nin; Muhammed’in kâtibi olmasından yola çıkılarak, Cebrail’in onu kutsaması, Muaviye sevgisinin kullar üzerine farz olduğu, Muaviye’nin cennetlik olduğu, peygamberin ona dua ettiği, onun Şam’ı fethedeceğinin peygamberce söylenmesi gibi palavralar, Sünni zihniyetin sık sık söylediği yalanlardır.

‘Paramın iş gördüğü yerde konuşmaya, konuşmamın iş gördüğü yerde kırbaca, kırbacın iş gördüğü yerde kılıca ihtiyaç duymam’ diyen Muaviye’nin bu sözleri, sanki dini açıdan çok anlamlıymış gibi ayakta alkışlanır. Neredeyse tüm ilahiyatçılar bu sözü mutlaka eserlerine yazar ve över. Baştan sona korkunç ve en aşağılık yalanlar üzerine inşa edilen bu kurgu inanç, kendi iblisini böyle kutsar. Düşünebiliyor musunuz; insanları parayla satın almayı ilişkilerinde ilk yol olarak seçen, olmadı önce tehdit, sonra dayak ve işkence, sonra da onu katletme olarak gören bir diktatör övülmekte ve yüceltilmektedir. Bunun adına devlet adamlığı, strateji dehalığı denmektedir.

DAHİ MUAVİYE VE İŞBİRLİKÇİLERİ

Muaviye ayrıca İslam’ın dört dâhisinden biri olarak ta anılır. Diğer dâhilerde ilginç olarak yine Muaviye zamanında yaşamış ve ona hizmet etmiş katiller ve onursuz insanlardır. Bu kişilere konumuz dışında olduğu için girmeyeceğiz. Konumuza dönersek; Muaviye dahi olarak ilan edilmiştir. Bu da yetmez, aynı şahıs bir de, örnek devlet adamı gösterilir. Onun İslam’a çok faydalı hizmetleri dokunduğu söylenir. Türk solunda önemli bir yeri olan, sözde egemen düzeninin karşısında olan Bahriye Üçok bile “Muaviye İslamiyet için çok yararlı olmuştur” diyebilmiştir. (İslam Tarihi Emeviler Abbasiler,24) Kardeşlerim işte ülkemizin ve İslam aleminin içine düştüğü feci durum budur.

Muaviye isimli bu adam, bizzat tüm İslam kurallarını değiştirmiş, alt üst etmiş, hadis yalancılığını pompalamış, Hz. Ali’ye camilerde lanet okutturmuş ve peygamberin en gözde torunu Hasan’ı zehirletmiş olduğu halde, övgülerle yüceltilir.

Çünkü kardeşlerim; insanoğlu tuhaf bir canlıdır. Çıkarları için yapmayacağı şey yoktur. Bunun içinde tarih boyunca oynanan en kolay oyunu oynar. Dincilik oyunu. Böylece sistemin bir parçası olup, nemalanmak ister. Özne hiçbir zaman Tanrı değildir. Gerçekte insanoğlu Tanrı’yı hedeflerine ulaşmak için kullandığı bir kurgu olarak görür. Zaten insanlar gerçekten Tanrı’ya inansalar, Dünya’daki bunca kötülüğün hiç biri olmazdı. Oysa bize sunulan, insanların uydurduğu ve kurguladığı Tanrı’dır. Belki çok uzaklardaki, belki de çok yakındaki gerçek Tanrı, başka bir Tanrıdır. Ama o Tanrı insanların işine gelmez. İnsanların kurguladığı dinin temel mantığı, ya inanacaksın ya da yok olursun kuralı üzerine kurulmuştur. Bunun nedeni de insanları Tanrı ile sömürürken onları itiraz edemez hale getirmek, din yoluyla felç etmek ve öyle kanını emmektir. Bu işin başındakiler için dinin detayı önemli değildir. İşlerine gelen isimleri ve yalanları seçerek kurgularını tamamlarlar.

İşte Muaviye ve Sünnilik kurgusu da böyledir. Aslında ilahiyatçılar, Muaviye’nin kim olduğunu bal gibi bilirler. Ama söylemek işlerine gelmez. Çünkü o zaman uyanış başlar. O zaman din tacirlerinin geliri azalır. Ayrıca devleti yöneten egemenlerle de araları bozulur. Çünkü egemenlerin onlara verdiği görev, halkı yalanlarla uyutmak, susturmak, sürüleştirmek, herhangi bir hak iddia etmelerinin önüne geçmektir. İşte Muaviye bu usülün piridir. Bu usülü uygulama konusunda örnek alınacak kişidir. Onun için, Sünnilik adını verdikleri uydurma zulüm inacının tepesine Muaviye’yi geçirirler. Çünkü Muaviye’yi taklit etmeden, saltanat dinciliği yapmak imkansızdır.

MUAVİYE’NİN SOY GEÇMİŞİ

Muaviye ismi üzerinde yoğunlaşırken; konumuzu dağıtmadan, kısaca İslam öncesi ve sonrasında, özellikle Muaviye’nin mensup oluğu ailenin geçmişine bakalım. Aslında bu aile başlı başına bir araştırma konusudur. Ama biz kendi öznemizde kalacağız.

Bir gün kuzeyden Kusay isimli bir adam ailesiyle beraber Mekke’ye gelir. Bu adam bir süre sonra Mekke’nin hakimi olur. Bu adamın kabilesine Kureyş kabilesi denmektedir. Kusay ölünce yerine oğlu Abdimenaf gelir. O da ölünce Mekke yönetimi iki oğluna kalır. Haşim ve Abdüşems. Bu kardeşlerden Abdüşems, Mekke’nin askeri gücü olma görevini (Kıyade), Haşim ise Kabe Hacılarına hizmet verme (Sikaye: Hacılara su dağıtma, Rifade: Hacılara yemek verme) görevini üstlenir. Görev dediysek, bunlar karşılıksız hizmetler değildi elbette. Kabe ve dolayısıyla Mekke kutsal bir yerdi. Buraya gelen yüz binlerce insan bu gün olduğu gibi, bu hizmetleri ancak para karşılığı alabiliyorlardı. Yani bu aileler Mekke’nin tüm nimetlerini yiyen, Kabe’den nemalanan zengin ailelerdi.

Muaviye’nin babası Ebu Sufyan, Abdüşems’in beş nesil sonrası torunudur. Bu nesile Ümeyyeoğulları deniliyordu (Emeviler). Muhammed’in mensup olduğu aile ise Haşim isimli kardeşin soyunun devamıydı. Bu aileye de Haşimoğulları deniliyordu (Haşimiler). Yani Muaviye Ümeyyeoğullarından (Emeviler), Muhammed Haşimoğullarından idi. İşte nesiller boyu bu iki aile erk savaşı vermekteydi.

Muaviye 602 yılında doğdu. Annesinin adı Hind binti Utbe bin Rabia idi. Babasının adı Ebu Süfyan bin Harb bin Ümeyye idi. Zengin ve egemen bir ailenin ferdi olduğundan, o zamanın şartlarına göre iyi bir eğitim aldı, okuma yazma öğrendi. Askeri ve siyasi irade Ümeyyeoğulları’nda olduğu için, bu konuda da tecrübe edindi.

Haşimoğullarından birinin peygamber olması, Emevilerin olaya soğuk bakmasına neden oldu. Bedir savaşında Muaviye’nin babası Ebu Sufyan’ın, kayınbabası (Utbe bin Rebia), kardeşi (Velid bin Utbe), amcası (Şeybe bin Rebia) ve büyük oğlu (Hanzala) öldü. Aynı savaşta Kureyş lideri Ebu Cehil’de öldü. Artık komutan Ebu Sufyan’dı. Muaviye, Bedir savaşı sonrası ordu komutanı olan babasının yanında bulundu. Ardından yapılan Uhud savaşında, Muhammed’in amcası Hamza öldürüldü. Muaviye’nin annesi Hind onun ciğerlerini çiğnedi, kulakları ve burnundan kolye yaptı. Aynı işlemi, diğer öldürülmüş Müslümanlara da yaptı. Huzeyl kabilesine esir düşen iki Müslüman Zeyd bin ed-Desine ve Hubeyb bin Adiy asılırken, Muaviye’de oradaydı (İbn Hişam,2,93).

Tüm bu olaylar sırasında Muaviye, Muhammed karşıtı olarak görev yaptı. Muaviye fiili olarak ilk Hendek savaşına katıldı. İşin ilginç yanı; Muaviye’nin kardeşi Ümmü Habibe 629 da Muhammed ile evlendi. Düşmanlık için bunca sebep varken, bu evlilik bana çok ilginç gelmiştir.

Muhammed Mekke’yi fethettikten sonra (630) Emeviler ve tabii ki Muaviye zoraki Müslüman oldu. Konumuz dışıdır ama sadece Muaviye’nin annesi Hind’in sözleri, onların gerçekte Muhammed’e ve İslam dinine ne kadar nefret duyduğunun delilidir. Kendisine Muhammed biat şartlarından biri olarak çocukların öldürülmemesi konusunda söz vermesi söylediğinde ‘Sen bize çocuk mu bıraktın? Bedir günü öldürdün’ demiştir. Ayrıca Müslüman olmanın verdiği utancı göstermek adına yüzüne peçe takmıştır.(İbn Sad,8,236;İbn Kesir,7,52,İbn Tiktaka,el-Fahri,104)

Muaviye okuma yazma bildiği için, Muhammed’e katiplik yapmaya başladı. Yalnız bu katiplik yanlış anlaşılmasın. Yapılan, Kuran yazıcı katipliği değildir. Muhammed’in mektuplarını yazma anlamında bir katipliktir. Bu bile tartışmalıdır. Kimi ilahiyatçılar, Muaviye’nin hiç Muhammed’in katipliğini yapmadığını, bunun uydurma olduğunu söylerler.

(İbn Kuteybe, el-Meârif,153;İbn Abdilberr, el-İstîâb fî Marifeti’l- Ashâb, I-IV, III, s. 1416;İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, I-VII V, 209; İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l- Kübrâ, I-IX, Beyrut, 1957-1960, c. I, s. 26-28; Cevad Ali, el-Mufassal fi Tarihi’l-Arab Kable’l-İslam, VIII, s. 122, 130; Sönmez, Abidin, Rasûlullah’ın İslam’a Davet Mektupları, 65.)

MUAVİYENİN SİYASİ VE ASKERİ YÜKSELİŞİ

Mekke’nin fethinden sonra Muhammed Ümeyyeoğullarına itirazlara yol açacak düzeyde imtiyazlar tanıdı. Ganimetlerden oldukça yüksek paylar verdi. Nedeni sorulduğunda ‘kalplerini ısındırmak için yaptım’ dedi. En başından beri yanında savaşanları hiçe sayarak, kılıç zoruyla yalandan Müslüman olan bu aileye gösterilen  ayrıcalık tepkiyle karşılandı. Bu tepkinin ne kadar haklı bir tepki olduğunu zaman gösterecekti. Ümeyyeoğulları sanki kaybeden değil de, kazanan taraftı. Bir süre sonra Medine’ye de yerleşmeye başlayan bu aile, artık sürekli yükselecek ve sonunda iktidarı ele geçirecekti. Aslında daha Muhammed ölür ölmez iktidar olacaklardı. Çünkü bu aileden, daha Ebubekir’den itibaren, üst makamlara yöneticiler atanmaya başlandı. Ömer zamanında bu atamalar iyice arttı. Osman zamanında ayyuka çıktı. Kaldı ki Osman’da bir Emeviydi.

 Muaviye ilk ciddi komutanlığını ünlü Ridde harplerinden sonra Suriye’de yaptı. Abisi Yezid’in yardımcısıydı. Abisini de halife Ömer; Halid bin Said el Asi’nin (Bu da Emevi yani Ümeyyeoğullarındandır) yerine atamıştı. Ancak Yezid başarısız sonuçlar aldı. Ömer Muaviye’yi önce Ürdün valisi yaptı. Ardından Yezid ölünce Dımaşk valisi oldu. Dikkat ederseniz, atananların hepsi Emevilerden oluşuyor. Peki ama neden?

Bu kayırmalar Osman zamanında da (Osman’da bir Emevidir) devam etti. Ama öznemiz Muaviye olduğu için, bu detaylara girmiyoruz. Ömer öldükten sonra onca adam varken, Osman halife oldu ve o da Muaviye’yi Suriye genel valisi yaptı. Bu dönemde Muaviye devamlı güçlendi. Bu arada Kıbrıs seferini de o yaptı. Muaviye’nin Trablus fethedildiğinde, oraya Ürdün Yahudilerini yerleştirmesi çok ilginçtir. Çünkü atalarının Ürdün’deki Yahudilerle akrabalık kurduğu bilinmektedir.

Kıbrıs demişken bir anekdot anlatalım. Ünlü bilgin Cübeyr Bin Nüfeyr anlatıyor. ‘ Kıbrıs fethedildiği zaman Ebud Derda’ya (ünlü sahabelerden) baktım; ağlıyordu. Hayret içinde sordum: İslam’ın ve Müslümanların şeref duyup sevindikleri böyle bir günde neden ağlıyorsun? Bana şu cevabı verdi: Görüntüde güçlü, mülk ve saltanatı yerinde olsa da, Allah’ın emrini terkeden bir ümmetin Allah katında değeri bir hiçtir.’ (Ebu Nuaym,4,219)

Muaviye Kıbrıs savaşından sonra Muhammed’in ganimet paylaştırma yöntemini terkederek, gemilere hisse vermek adında ganimetin üçte birini almış, ayrıca gemilerde çalıştırılan ücretli işçiler olan Kıptilere de pay ayırmış gibi yaparak, diğer üçte bir hisseyi de almıştır. Tüm itirazlar boşa çıkmıştır.

Artık Muaviye bir kral gibi yaşamaya başlar. Harcamaları ve savurganlığı dikkat çeker. Ömer Şam’a ziyarete geldiğinde neden böyle yaşadığını sorar. Muaviye’de düşmanlara heybetli bir Sultan imajı vermek için böyle yaptığını söyler. Muaviye’nin sürekli kıvırtan cümlelerine, yazımızda sık sık rastlayacağız. Ömer’de ona Arabın Kisrası (kral) der. Burada Ömer’in böylesine İslam dışı yaşayan birine (ki kendi çok sade yaşayan biridir) neden ceza vermediği, görevden almadığı sorusu sorulmalıdır? Kendi kabilesinden bile olmayan bu Emevileri koruyup kollamak neden? Bu hoşgörü neden?

Muaviye orada ki güçlü ailelerle evlilik bağları kurdu ve tek başına bir devlet haline geldi. En önemli evlilik bağı, Suriye’nin en güçlü kabilelerinden biri olan Kelb kabilesi ile oldu. O aileden Meysun isimli biri ile evlendi ve oğulları Yezid doğdu. Muaviye aynı aileden bir hanımı da (Naile) Osman’a gönderdi. Bu konu önemlidir. Çünkü Naile’yi ajan olarak kullanacak ve ileri de Ali aleyhine kullanacağı Osman’ın kanlı gömleğini ve olay sırasında Naile’nin kesilen parmaklarını onun vasıtası ile temin edecekti. Yine Suriye’deki insanlar peygamber dönemini bilmedikleri için, sahabeler değerli olmadığından Suriyeli askerleri de Arabistan’ın el sürülemeyen sahabelerini öldürmekte kullanabilecekti. (Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân,115, 135, 146,187,188,Taberî, Tarihü’l-Ümem ve’l-Mülûk, I-4-XI, IV, s. 60-62; Ya’kûbî, Tarih, I-II, s. 150; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Tarih, 1-9, 392.)

Tam bu noktada artık bir dinin propagandasını yapan akımdan çıkmış, imparatorluğa dönüşmüş devlet tanımlamasını yapmalıyız. Sürekli savaşarak, ganimetler, topraklar, köleler, cariyeler kazanan Arabistan Arapları artık farklı yerlerde yaşamaya ve Arabistan’ı terk etmeye başladılar. Arap kabileleri kuzey topraklarına yani Suriye ve Irak başta olmak üzere kuzey ülkelerine yerleşmeye başladı. Buralarda şehirler kurdular, uçsuz bucaksız arazilerinde zenginlik içinde yaşadılar. Devlet kadroları için birbirleriyle yarışmaya ve aile katliamları yapmaya başladılar. Örneğin bir vali görevden alınıp yenisi geldiğinde; yeni vali eski valiyi ailesi ile birlikte katlediyordu. Cinayetlerin ardı arkası kesilmiyordu. Pasta gitgide büyüyor, onunla orantılı olarak insan hırsı katliamların dozunu artırıyordu. Artık bir de köle sınıfı (Mevali) vardı. Bir zamanların şaşaalı başkenti Medine gitgide ıssızlaşıyor ve bir emekli kentine dönüşüyordu. Çünkü artık stratejik bir kent değildi. Zaten Ali’nin halifeliği ile birlikte başkent olma özelliğini de kaybediyordu. Egemenlik oyunu artık daha kuzeyde, Suriye’de, Irak’ta oynanmaya başlıyordu.

‘Şu halde Osman’ın katlinin ilk neticesi, Peygamberin şehrinde hilafetin sona ermesi ve yeni hilâfetin merkezini Medine dışında kurmuş olması oldu. Kudret, kuvvet ise eyaletlerde idi. Kabileler mühim kısımları ile ordugâh şehirlere göçmüşler ve Arabistan merkez-i sıkletini kendi toprakları haricine nakletmişti. Bundan sonra Arabistan, umumi hicretle tenhalaşarak, İslam’dan evvelki seviyenin çok aşağısına düştü. Medine devletin merkezi olmaktan çıktı; kaybedilen mevkiyi yeniden elde etmek için yapılan bütün teşebbüsler beyhude oldu. Medine sadece, burada teşekkül eden İslam hadisinin merkezi ve Muhammed’in bahsettiği İslam Aristokrasisinin bir kenara atılmış üyelerinin burada oturup arada sırada iddia ettikleri hakları gerçekleştirmeğe çalıştıkları küskünlük tekkesi olarak kaldı.’ (J.Welhausen,25)

Muaviye’de bu oyunun baş aktörlerinden biriydi. Dudak ısırtan şeytanlıkların, cinayetlerin, aldatmacaların olduğu bu dönemin kazananıydı. Peki, ama din neredeydi? Onca vaatler neredeydi? Nasıl oluyor da insanlık tarihine utanç duyularak geçen olayların kahramanlarından biri kutsanabiliyordu? Nasıl oluyor da, dini lider yapılabiliyordu? Nasıl oluyor da Muhammed’e ve onun dinine hiçbir zaman inanmamış, ondan nefret eden, ama onun dininin getirdiği nimetleri afiyetle yiyen birini sevmek, farz sayılabiliyordu? İşte insan denilen varlık budur kardeşlerim. Bu kadar vahşi, bu kadar sahtekar, yaşamı boyunca dini dahil her şeyi yalanlarla ve sadece çıkarı için yaşayan bu varlık son derece bencildir. Çıkarı için; her şeyini satabilir, bu partiden o partiye geçer, bu gün böyle yarın öyle konuşur. Cinayet işler, zalimlerin destekçisi olur, kendi soyuna dünyayı zindan eder. Sonra da tüm varlıklardan, meleklerden bile üstün olduğunu iddia eder. Gerçekten bir gün melekleri görebilsek, onlara ne kötülükler yapabileceğimizi düşünemiyorum bile.

Yeni dinin tanımlaması ile düzenin değişeceğini uman alt sınıf, eskisinden de beter bir ayırımın, zulmün etkisi altındaydı. Egemenler çok daha güçlüydü. İslam devletinin tarihi boyunca sayısız isyanlar, savaşlar oldu ama hep egemenler kazandı. Biraz yönetici sınıfın teşviki, biraz da artık egemenlerle baş edemeyeceğini düşünen alt sınıfın artık teslimiyetçi, bu dünyadan ümidini kesmiş, halkına güvenini kaybetmiş tavrı ile tasavvuf denilen inanç şekli doğdu. Egemen tasarrufunu kabul eden, kaderci, teslim olmuş bu inanç şekli bir süre sonra sarayla ortak çalışmaya ve dini önderleri ile pastaya ortak olmaya başladı. Böylece din adamları ve saray eşrafı el ele vererek halkı sürüleştirdi ve dünya nimetlerini yemeye başladı. Bu dayanışmanın adı Sünnilik, aydınlara kurulan tuzağın adı da tasavvuftu. Şimdi tekrar konumuza dönelim.

OSMAN’IN DÖNEMİ VE TORPİLLERİ

Osman’ın nasıl halife seçildiği ve hak edip etmediği konumuz dışındadır. Bir gün O’nu da yazarsak detaylı olarak anlatırız. Ancak kesin bilinen bir şey vardır ki; o da devamlı kendinin de mensup olduğu Emevileri kayırmasıdır. Liderlik özelliği olmayan, vasıfsız biridir Osman. Emevilere yaptığı onca torpile rağmen, Emevilerin bile istemediği, katline göz yumduğu biridir.

Yaptığı torpillere kısaca bir bakalım. En başta Muaviye’yi Suriye valisi yaptığını söyleyelim. Mekke fethedildiğinde idamı istenen, Osman’ın da sütkardeşi olan Abdullah bin Ebu Serh’i Mısır valisi yaptı. Bu adam zalimliği ve hırsızlığı ile ün yaptı. Osman’ın anne bir kardeşi Velid bin Ukbe Kufe valisi oldu. Bu şahıs peygambere yanlış bilgi verdiği için Hucurat suresinde lanetlenerek, dinden dışlanmış kişidir. İçkili namaz kıldırması ile meşhurdur. Osman’ın amcasının oğlu Mervan bin Hakem Muhammed’in Taif’e sürgün gönderdiği lanetlenmiş kişidir. Osman onu Medine’ye getirdi, ona yüz bin dirhem para verdi, Fatma’nın hakkı olan Fedek arazisini ona verdi, Medine çarşısının gelirini Mervan’ın kardeşi Haris’e verdi ve bolca maaş bağladı. Damadı Abdullah bin Halid’e dört yüz bin dirhem para verdi.

ŞARAP TACİRİ MUAVİYE

Ubade bin Samit, komutan olarak Şam’da görev yaparken, Muaviye’nin gizlice şarap ticareti yaptığını tespit eder ve halifeye bildirir. Ama Osman; Muaviye ile uğraşmak yerine, Ubade ile uğraşır. Ona ‘ Bizi eleştirme ve bizim emrimiz dışına çıkma’ der. Ubade şu cevabı verir ‘Peygamberimizin bize öğrettiği şudur: Yaratana isyan pahasına, yaratılmışa boyun eğmek olmaz’ Ama sonuç değişmez. Osman ve Muaviye bildiğini okumaya devam eder. (Diyarbekri, Tarihu’l Hamis,269)

EBU ZER OLAYI

Burada Ebu Zer isimli bir komutandan bahsedelim. Bu adam dürüstlüğü ve her ortamda doğruları söylemesi ile meşhur ve yiğit biriydi. Muhammed’in de en çok sevdiği kişilerdendi. İşte bu Ebu Zer, Şam’da Muaviye’nin hâkimiyet alanında bulunuyordu. Zaten Osman’da, Ebu Zer’in eleştirilerinden bıkıp onu Şam’a göndermişti.

Tam burada, Ebu Zer, Osman’ın danışmanı Kab ve Osman arasında geçen bir konuşmayı anlatalım. ‘Osman Kab’a sordu. -Yöneticinin beytülmaldan bir malı alıp, ne zaman gücü yeterse geri ödemesi caiz midir? Ebuzer- Hayır caiz değildir. Kab- Bunda bir sorun yok. Ebuzer- Yahudizade! Bizim dinimizi bize mi öğretiyorsun? Kab şikayetçi gözlerle Osman’a baktı. Osman- Bana eziyetlerin ve dilinin dostlarımı yaralaması ne kadar artmış dedi. Bu sözler üzerine Osman ve Ebu Zer arasında şiddetli bir tartışma başlamış ve Osman sonunda öfkeden titreyen bir ses tonuyla Ebu Zer’e ‘Şam’a git’ demiştir. (Şeriati, 18)

Bu arada Kab’ın Ömer’in zamanına kadar Müslüman olmadığını, Yahudi olduğunu ve ilginç bir şekilde, başka kimse yokmuş gibi, bu adama hazinenin Osman tarafından teslim edildiğini görüyoruz.

Ebu Zer Şam’a gittiğinde; Muaviye El Hadra sarayını inşa etmiş, bazı Müslümanlar da lüks evler inşa etmiş, şatafat içinde yaşıyorlardı. İşte Ebu Zer; Muaviye ve bu Müslümanların yaşam şekillerinin ve davranışlarının İslami olmadığını söylüyordu. Muaviye’nin yaptıklarını eleştiriyor ve yüzüne vuruyordu. Ona (sarayı kastederek) ‘Eğer bunu Müslümanların hazinesinden bina ettiysen hainlerdensin, eğer kendi malından bina ettiysen müsriflerdensin’ dedi. Muaviye yaşam biçimiyle; sadece Ebu Zer değil, İslam’ı öğretmek için orada bulunan sahabelerle de ters düşüyordu. (İbnu’l fakih,108-109-156;İbn Asakir,7,213-215)

Ebu Zer Medine’ye giderek Muaviye’yi Osman’a şikayet etti. Osman dinlemedi bile. Ona ‘Hazineden alınan parayla işlerinin yükünü çeken kimseleri destekleyebilecekleri kanaatinde olduğunu’ söyledi. Ebu Zer tekrar Şam’a döndü ama eleştirilerine devam etti. Muaviye Osman’a, Ebu Zer’i Şam’dan almasını söyledi. Osman’da onu önce Medine’ye getirdi. Gelirken Ebu Zer’i semersiz eşeğe bindirdiler. Refakatçıları serserilerden oluşuyordu. Onu eziyetler içinde aşağılayarak Medine’ye getirdiler. Bunun sebebi Osman’ın yazdığı mektupta gizliydi. Muaviye’ye yazdığı mektupta; ‘Ebu Zer’i en huysuz bineklere bindirip, ona sert davranacak birisiyle buraya gönder. Halkın önünü al. Sende olabildiğince soğukkanlı davran’ diyordu. (Mesudi,Muruç,2,348-349,İbn Sad,4,226;İbn Şebbe,3,1034-1035;Yakubi,2,172;Taberi,1,2859;İbn Asem,1,373;Şeriati, 139)

Şimdi Ebu Zer’in Medine’ye geldikten sonra Osman ile yaptığı diyaloğa bir bakalım. ‘Osman- Neden Şam halkı iğneli dilinden bu kadar şikayet ediyor? Ebu Zer- Mal biriktiriyorlardı. Ben de onları ateşle dağlanmakla müjdeledim. Osman- Sen bizim Allah’ın eli kapalıdır ve o fakirdir, biz zenginiz dediğimizi mi sanıyorsun? Ebu Zer- Eğer böyle düşünmüyorsan, o zaman Allah’ın malını kulları arasında paylaştır. Sana nasihat ettim, beni hain ilan ettin, dostuna nasihat ettim, o da beni hain ilan etti. Osman- Yalan söylüyorsun. Sen ayaklanma istiyorsun ve onu arzuluyorsun, Şam’ı bize karşı ayaklandırdın. Ebu Zer- İki arkadaşının kurduğu sistemi devam ettir. Böyle yaparsan kimsenin seninle alıp veremediği olmaz. Osman- Anasız! Sana ne bundan? Ebu Zer- Vallahi iyiliği emretmekten ve kötülükten sakındırmaktan başka benim hiçbir gerekçem olamaz’

Ebu Zer Medine’de de gerçekleri söylemeye devam edince Osman onu dövdü ve ücra bir yere (Rebeze) sürdü. Sürgün işlemini Mervan bin el Hakem yaptı. Ali ve bir grup Ebu Zer’e Rebeze’ye kadar eşlik etti. Ebu Zer orada zor şartlarda öldü. Cenazesini bile tesadüfen hactan dönen bir grup Kufeli gördü ve defnetti. (İbn şebbe,3,1034-35;İbn Asem,1,357,375;Taberi,1,2896-97;İbn Abdirabbih,1,39;Mesudi,2,347)

OSMAN’IN ÖLDÜRÜLME SÜRECİ

 654 yılında Osman sürekli muhalefetle karşılaşan valilerini Medine’de topladı. Muhaliflerin bastırılması konuşuldu. Medine’de yalnızlaşan Osman’ı Muaviye Şam’a davet etti ya da sana ordu göndereyim dedi ama Osman kabul etmedi.

Muaviye’nin gerçekte niyeti Osman’ın öldürülmesiydi. Osman’ın bu daveti kabul etmeyeceğini biliyordu. Etse bile yine o kazanacaktı. Çünkü koskoca halifeyi kendi korumasına alan vali olarak, gelecekte devleti yönetme hakkını kendinde bulacaktı. Kendini Mısır valiliğinden aldığı için Osman karşıtı olan Amr ibn el-As, Muaviye’nin saflarında yer almıştı bile. Osman’ın katlini isteyen ama öldürülünce onun kanını isteyenler kervanına katılacak olan Amr’dı bu. Plan işliyordu. (İbn Şebbe,3,1094-1096-1097)

‘Mısır’da Osman, yeğeni İbn Ebî Sarh’ı, Peygamber tarafından nefyedilmiş olmasına rağmen, bu bölgenin fatihi Amr Ibn As’ ın yerine vali tayin etmişti. Amr, çok tehlikeli bir zat, bu yüzden ona düşman olmuş, Medine’de onun aleyhine yapılan tahrikâta yardım etmiş idi; aynı şeyi her halde Mısır’da da yapmış olacaktır. Ayrıca orada, halifenin yetişmesine yardım ettiği Muhammed b. Ebî Huzayfe ile şiddetli bir Ali taraftarı olan Muhammed b. Ebî Bekr de igvaatta bulunuyorlardı.’ (J.Welhausen, 22)

Mervan bin Hakem başta olmak üzere Medine’deki Emeviler’de Osman’ı sürekli yanlış yönlendiriyorlardı. Öyle ki Muaviye’nin ajanı, Osman’ın hanımı Naile bile Osman’ın Mervan’ın emrine girdiğini, Mervan’ın halifeyi istediği yere çektiğini, Osman’ın Ali’nin sözlerine kulak vermesi gerektiğini söylüyordu. Aynı Naile Osman’ın öldürülmesinden sonra Muaviye’ye kanlı gömlekle birlikte gönderdiği mektupta Osman’ın ölümünden Ali’nin sorumlu olduğunu ve öcünün alınmasını istediğini yazıyordu.

Ali ise ‘ Eğer hiçbir şeye karışmadan evimde otursam kendisini terk ettiğimi, yalnız bıraktığımı söylüyor. Eğer işlere halifenin lehinde müdahale edersem bu sefer Mervan geliyor değiştiriyor ve onunla istediği gibi oynuyor’ diyerek çaresizliğini anlatıyordu.

İşte olayların yatışması için çırpınan, Medine’yi terk etse eleştirilerden kurtulacakken, Medine’de kalıp Osman’ı korumaya çalışan Ali, kumpası kurup Mekke’ye kaçanlar tarafından Osman’ın katili ilan edildi. Osman’ın ölümünü hazırlayan bir diğer ajan Mervan ise Muaviye döneminde hep itilerek ve dışlanarak layığını buluyordu. (Taberi,1,2976-2978)

Bu arada Muaviye, Osman muhaliflerine, sanki Osman’ı kolluyormuş gibi davranmaya devam etti. Muhalefetten Ammar bin Yasir’e halife öldürülürse kılıç ile cevap verileceğini söylüyor ve ‘ Ya Eba’l Yakazan; Şam’da Hicaz ehlinden daha çok kimse bıraktım, hepsi kahraman, hepsi atlı, hepsi namaz kılıyor, zekât veriyor, beyti tavaf ediyor. Onlar Ammar veya ondan öncekileri bilmezler. Ali veya akrabalarını da bilmezler.’ diyordu. Bu sözlerle Muaviye Suriye askerlerinin peygamber ve yakınlarını önemsemediğini söylüyordu. (İbn-i Şebbe,3,1096-1097,Taberi,1,2932-2933)

Tam burada, kişisel bir düşüncemi söylemek isterim. Osman’a isyan sırasında özellikle Kufe’den gelen isyancılar da vardı. Bence bunları Muaviye oraya gönderdi. Bu isyancılar daha sonra da, Muaviye tarafından kullanılacaktı. Örneğin Sıffın savaşındaki bozgunun ve Ali’nin öldürülmesinin arkasından da bu grup çıkacaktı. Tarihin sayfalarına bu grup Hariciler olarak yazılacaktı. Muaviye onlarla işi bittiğinde; bu sefer Ali taraftarları ile birbirine düşürdü. Ali’ye ihanetin kitabını yazmış Kufe ve dolayısıyla Irak halkı, utanmadan sonradan Ali’nin davasını sürmeye kalkacaktı.

Kufe’den gelen isyancıların isteği ile Muhammed bin Ebu Bekr Mısır’a vali tayin edildi. İsyancılar Medine’den ayrıldıktan 3 gün sonra yolda halifenin bir ulağını görüp yakaladılar. Ulağın götürdüğü mektupta Osman, şimdiki vali Abdullah bin Sad’a, ‘Gelenleri öldür’ diyordu. Bu mektubu Osman’dan gizli olarak Muaviye’nin işbirlikçisi Mervan’ın yazdığını biliyoruz. Çünkü Osman yazının kendisinin olmadığını söylemiştir. Ayrıca yazının Mervan’a ait olduğu da belgelendi. Buna rağmen Osman, Mervan’ı isyancılara teslim etmedi. Aslında Osman ilk defa insanları dinliyordu ve belki de yumuşama olacaktı. Ama Muaviye ve şebekesi bunu değil, Osman’ın yok edilmesini istiyordu. Bu tuzakla Osman’ın katliamının yolu açıldı. (İbn Kuteybe,1,39;Yakubi,1,175;Taberi,1,2295-2965-2997,İbn Asem,1,411;İbn Abdirabbih,5,44-45;Mesudi,Muruc,2,353; İbn Hibban,2,258-59-60; Halife, Tarih,171;Belazuri,Ensab,5,90)

Osman Medinelilerle Camide bu konular konuşulurken, feci şekilde dövüldü. Evine götürüldüğünde, Ali Osman’ı merak edip yanına geldi. O sırada Osman’ın gerçek katilleri olan Emevi ailesinden olanlar, Ali’yi Osman’ı dövdürtmekle suçladılar. Ali’de kızarak oradan ayrıldı. Evet kardeşlerim. Her şey açık! En başından beri alçakça oyunlar oynanıyor. Defalarca halifelik hakkı yenilmiş Ali, hala yaşadıklarından ders almamış, hata üstüne hata yapıyor. Kendi hakkını yiyen Osman’ı savunuyor. Mervan’ın sahtekarlığı ortaya çıktığında, Mervan’ın hakkından gelemiyor. Hiçbir strateji geliştiremiyor. Medine’den bile ayrılmıyor. Böylesine mazlum değil, hakkı yenilen değil, ancak akılsız denilir, strateji fakiri denilir. (Taberi,1,2961-79;Wellhausen,22; İbn Asem,412-13)

Osman’ın 657 de evi sarıldığında Medineliler Osman’a yardım etmedi. Medine’de yaşayan Emeviler’de yardım etmedi. (Belazuri,Ensab,5,78,Taberi,1,3070;İbn A’sem,1,422)

Nüfus sahibi birçok kişi olacakları tahmin ederek şehri terk etti. (Taberi,1,3019-20,3250)

Osman valilerinden yardım istedi. Ama valiler yardım etmedi. Düşününki valilerin çoğu zaten yakın akrabası. Yani Osman’ın infaz kararı çoktan alınmış. Muaviye Medine’ye asker göndermeyi geciktirdi sonra gönderdiği askerlerin komutanına şehir dışında beklemelerini emretti. Olaylar olurken bu askerler sadece seyretti. Osman’ın öldürüldüğü kesinleştikten sonrada Şam’a döndü. (İbn Şebbe,4,1289;Yakubi,2,175;Taberi,1,2985-86)

‘İşin kati olarak fenaya dönüşü, ilk kan dökme, Dar’ın (evin giriş kapısı) müdafileri tarafından vaki oldu. Bunlardan birisi, dışarıda kütle arasında bulunan eski eshâbdan birisinin başına bir taş atarak onu öldürdü. Osman, katili teslimden imtina etti. Bunun üzerine kuşatıcılar; kendilerini her türlü saygı ve hürmet hissini bir kenara bırakmağa mecbur ve haklı görerek Dar’a taarruza başladılar; kumandayı, camiye yaslandığı halde Bali kabilesinden Mısırlı İbn Udeys elinde tutmakta idi. Kapıda sadık adamları, kanatların ateşlenmiş olmasına rağmen, Osman için savaşıyor ve muhacimleri alıkoymağa çalışıyorlardı. Fakat bu esnada mutaarrızlardan birkaçı komşu arsadan Dar’a bırakıldılar ve dışarıdaki gürültüye hiç aldırmadan önünde Kur’an bulunduğu halde dua eden halifenin odasına girdiler. Ona ilk saldıran, dostunun ve selefinin oğlu Muhammed b. Ebi Bekr (Ayşe’nin kardeşi) oldu, öldürücü darbeyi Kenâne b. Bişr el-Tucibi vurdu; birkaç diğeri de cesaretlerini ceset üzerinde tatmin ettiler. Bu sahneden sonra artık mücadelenin manası kalmamıştı; öldürülmemiş olan müdafiler güçlük çekmeden kendilerini emniyete aldılar. Günlerden 18 Zilhicce 35 (17 Haziran 656) Cuma idi.

Cenazenin defni, dul kalan zevcesi Kelb kabilesinden Naile’nin ısrarlı ricaları üzerine, birkaç sadık adam bu işe cesaret edinceye kadar uzunca bir müddet geri kaldı. Cenaze yıkanmadan, gece karanlıkta, bir kapı kanadı üzerinde evden çıkarıldı. Ölünün kafası mütemadiyen bu kanada çarpmakta idi. Cenazeyi atılan taşlar ve küfürler takip etti. Osman mecburen yahudi mezarlığında defnolundu; Ensâr onun mutat yerde namazının kılınmasına da müsaade etmedi. Bu hemen hemen otlak çukuruna merkep gömülmesi gibi bir şeydi.’ (Welhausen, 23)

Muaviye’nin bu politikalarla, Osman’ı yok etmek konusunda diğer valilerle anlaştığı açıkça görülüyor. İsteseler Osman’ı rahatlıkla kurtarırlardı. Özellikle Muaviye’nin ordusunu göndermesinin ve orada bekletmesinin, kendisinin isteği dışında bir gelişme olursa müdahale etmek için olduğu açıkça görülüyor. Kuşatma derken, bir iki günlük bir olay değil. 40-50 gün süren bir kuşatma bu. Askerler bu kadar süre sadece seyrediyor. Osman öldürülünce de Şam’a geri dönüyor.

‘Muaviye’nin kasten böyle bir engelleme yapması, adeta Hz. Osman’ın öldürülmesine göz yumması, onun iktidarı ele geçirmek arzusu ile izah edilebilir.’

‘Muaviye’nin elinde imkan olmasına rağmen, muhasara edildiği esnada Hz. Osman’a yardımcı olmadığı anlaşılır. Muaviye adeta Hz. Osman’ın dirisinden ziyade, ölüsünden istifade yoluna gitmiştir. Çünkü yaşlı halifenin yatağında ölmesi ile muhalifleri tarafından öldürülmesi çok farklı sonuçlara yol açabilecek iki husus olup, Hz. Osman’ın öldürülmesi, Muaviye’yi ve Ümeyyeoğullarını daha haklı bir konuma getirmeye veya kendi iktidar davalarını sürdürebilmeleri amacıyla bir bahane oluşturmaya yetecektir.’(İbn Şebbe,4,1289; İrfan Aycan,94)

‘Ümeyyeoğullarının Hz. Osman’ın muhasarası ve katli esnasında takınmış oldukları tavır son derece önemlidir. Gerek daha önce, gerekse muhasara müddeti olarak belirtilen kırk ila elli gün arasında onlardan hiçbir olumlu hareket görülmediği gibi, aksine halife ile isyancıları tamamen karşı karşıya getirip bırakmışlardır….Onlara göre Hz. Osman’ın kanını dava etmek daha çıkarlı bir yoldur. Çünkü Ümeyyeoğulları aksi taktir de idarenin ellerinden tamamen çıkacağının bilincindedirler.’(İrfan Aycan Muaviye bin Ebu Süfyan,93)

Evet, eğer Osman eceliyle ölse yerine Ali gelecekti. Ama öldürtüp, Ali öldürdü deyip, akıl fakiri Ali’yi kötüleseler, yerine kendilerinden bir başkasını aday gösterebilecekler ve işi boğuntuya getirebileceklerdi. Daha Muhammed’in ölümünden itibaren sayısız kez hakkı yenen, hakkını yiyenlere tabi olan, bir de onları koruyan, her türlü tuzağa düşen biri olan Ali, bunları da sadece seyredip, kendi isteğiyle tuzağa düşmeyi yeğleyecekti.

Bu alçakça tuzağın itirafı Muaviye’nin sözlerinde saklıdır. Kral olduktan sonra ashaptan Ebu Tufeyl ile yaptığı konuşmayı okuyalım. ‘Muaviye Ebu Tufeyl’e sorar. ‘Sen Osman’ın katillerinden değil misin?’. ‘Hayır, fakat orada bulunanlardan ve yardımcı olmayanlardanım.’.’Seni yardım etmekten alıkoyan şey nedir?’.’Muhacirin ve Ensar yardım etmedi, ben de etmedim.’.’Fakat halifeye yardım onlar üzerine vacipti.’.’Ya Emiru’l Müminin, Şam ehli seninle birlikte olduğu halde, seni yardım etmekten alıkoyan nedir?’.’Benim, Osman’ın kanını talep etmem, ona yardım değil mi?’. Ebu Tufeyl güler ve ‘Sen ve Osman tıpkı şairin ben hayatta iken gerekli olan yardımı yapmadın, öldükten sonra benim için yas tutuyorsun dediği gibisiniz’ der.’ Başka belgeye gerek var mı? (Zübeyr bin Bekkar, Ahbaru’l-Muavaffakiyyat,154-55;Mesudi,Muruc,3,25; İbn Asakir,7,203-04; İbn Şebbe,4,1289; Yakubi,2,186)

Çok ilginç bir olayı da sizinle paylaşmak isterim. Osman’dan nemalanan, Medine’de Osman sayesinde hurmalıkları olan ve zenginleşen Zeyd bin Sabit, bu gün Eyüp’te ( hiç İstanbul’a gelmediği halde) adına camisi ve mezarı!!bulunan Ebu Eyyub el-Ensari’den Osman’a yardım etmesini istedi. Eyyub’un cevabı ise gerçekleri tüm çıplaklığı ile ortaya koydu.’ Sen yardım et ona, çünkü sana çok hurma ağacı verdi’ (Taberi,1,3070;İbn Asem,1,422)

Talha Medine’deyken Basra ve Kufe’den kuşatmaya gelenlere şöyle diyordu. ‘Osman sizin kuşatmanıza aldırmıyor. Yiyecek ve su gidiyor. Suyun gitmesini engelleyin’. Yine Osman Talha’ya kuşatmadan şikayet edince Talha Osman’a ‘Sen değiştirdin,sen değiştirdin’ dedi.Osman bu sözler üzerine ‘Allah’ım! Talha bin Ubeydullah’a layığını sen ver. Çünkü bunları bana karşı kışkırttı durdu’ dedi. (Cabiri,246-479) İşte bu Talha ve Zubeyr; Ali’yi katil gösterip, Osman’ın kanını istemek için iktidar hırsıyla Ali’ye savaş ilan edecekti.

Burada Ayşe’ye de bir parantez açmak gerekiyor. Ayşe Medinelilere ‘Resulullah’ın şu elbisesi daha eskimedi. Osman O’nun sünnetini eskitti’ diyerek Osman aleyhine propaganda yapıyordu. Mervan Osman için Ayşe’den yardım istediğinde’ Hacca gideceğim’ diyerek yardım etmedi. (Veki,1,110;İbn Asem,1,419-29)

Mervan’da Ayşe’yi isyancılara mektup yazarak, onları isyana teşvik etmekle suçluyordu. (İbn Abdirabbih,1,44)

Yine Ayşe Osman’a Na’sel lakabını takan kişidir. Yani ahmak bunak! Osman öldürülürken, halk Ayşe’nin bu sözünü slogan şeklinde tekrar etti. Ayşe’nin Osman için söylediği şu sözde ünlüdür. ‘Tanıklık ederim ki, Osman, kıyamet günü sırat köprüsü üstünde bir leş gibi kalacaktır.’ (Taberi,Tarih,35. Yıl olayları; İbnü’l Esir,el-Kamil,3/76; Askeri,Aişe,1,172, İbn Ebil-Hadid, Nechül Belaga şerhi)

Görüyorsunuz değil mi? Ayşe nasıl da Allah rolüne soyunmuş ta, kimin nerede kalacağına karar veriyor.  İşte aynı Ayşe bu sözlerle aşağıladığı, öldürülmesi için propaganda yaptığı Osman’ın kanının diyetini kendi çıkarları için isteyecek ve Ali’yi suçlu gösterip, onunla savaşa bile girecekti. Evet! Yanlış duymadınız! Ayşe’den bahsediyorum.Ah dünya ah! Ah insanoğlu ah! Dininiz de imanınızda sadece çıkarlarınızdan ibaret! Gel de şimdi Ayşe kaynaklı hadislere inan. Gel de şimdi işi gücü bırakmış, üstüne vazife gibi her işe karışan, açıkça yalan söyleyen, insanları katliama teşvik eden, bizzat kardeşinin Osman’ı öldürmesine neden olan, iktidar peşinde olan Ayşe’ye inan!

OSMAN’IN ÖLÜMÜ SONRASI MUAVİYE’NİN YOĞUN PROPAGANDALARI

Muaviye; Osman’ın ölümünün hemen ardından,  Osman’ı Ali öldürttü diye propagandaya başladı. Osman’a eş diye gönderdiği Naile isimli ajan kadın Osman’ın kanlı gömleğini Muaviye’ye gönderdi. Yanına da kendi kesik parmaklarını ekledi. Ayrıca olayların nasıl olduğuna dair mektup ekledi. Evet, Osman Ali’yi dinlese diyen kadın, Mervan’dan şikayet eden kadın, şimdi Mervan ile birlikte katil Ali diyordu. Osman’ın intikamını alın diyordu. Muaviye o gömleği ve parmakları Şam’da sergiledi ve lanet propagandası başlattı. Bu arada Ali halife ilan edildi. Emeviler Medine’yi terketti ve Mekke ve Şam’a gittiler. Dolayısıyla Ali’ye biat etmemiş oldular. (İbn Habib,249; İbn Kuteybe,el-İmame,1,74,Belazuri,1,4,592-593;İbn Abdirabbih,5,50-51;İsfahani,15,68-69; İbn Kuteybe,1,47-53; Yakubi,2,178; Taberi,1,3075,3096-97)

Muaviye’nin Medine’de muhacirlerle Ensar’ı tehdit etmesi, Medine’deki Ümeyye oğullarının Hz. Ali’ye ‘Sen bizi perişan ettin, bu işi Müslümanların emirine sen yaptın, eğer isteğine ulaşırsan dünyayı başına yıkarız’ diyerek onu hedef göstermeleri, yine Velid bin Ukbe’nin ‘Haşimoğulları Osman’ın yerine geçmek için onu öldürdüler’ demesi asıl hedefin ne olduğunu gösteriyor. Bilinmektedir ki Osman’dan sonra Ali, en kuvvetli halife adayıdır. Doğal olarak sığınılan bu adayın ismini lekelemek ve küçük düşürerek onu hilafetten uzaklaştırmak istediler. Birçok işi ona mal ettiler. (Belazuri,5,99; İbn Şebbe,4,1289,; Yakubi,2,186; Belazuri, Ensab,5,104)

‘Muaviye yoğun propaganda ile Osman’ın kanını istemeye başladı. Osman’ın kanlı gömleği aylarca teşhir edildi. Kanlı gömlek ağlama duvarı haline geldi. Şairler, hatipler etkileyici konuşmalar yaptı. Halk Ali’yi öldürmeye and içti. Muaviye mektuplar yazarak destek aramaya başladı. Mektup yazdıklarından biri de Amr b. El-As dır. Bu adam Osman muhalifi ve onun öldürülmesini isteyenlerden biri iken artık Osman’ın kanını isteyenler kervanına katıldı. Diğeri Kinde kabile reisi Şurahbil b. Sımt’dır. Ali aleyhine yoğun propaganda ile Ali düşmanlığı körüklendi.’ (İbn Kuteybe, el-imame,1,74, A.Akbulut, a,164, Belazuri, Ensab,1,k.4,592-593; İbn Kuteybe,1,89; İbn A’sem,1,542; İbn Kuteybe,1,84-87,Dinevri,158-59;Müberred,1,İbn A’sem,1,530-34)

‘Hz. Osman’ın katledilmesi ve ardından Hz. Ali’nin halife olmasından sonra, hilafet hususunda daha net adımlar atan Muaviye, bu süreçte yoğun bir propaganda faaliyeti yürüterek halifeye karşı tahrik ettiği halkın desteğini kazanmak için büyük çaba sarfetti. Örneğin, Hz. Osman’ın, eşi Naile tarafından Şam’a gönderilen kanlı gömleği, yine Naile’nin olay sırasında kılıç darbesi ile kesilen parmakları, halifenin katilleri veya fitnenin sebepleri olarak afişe edilen isimlerin yazılı olduğu mektup, özellikle Şam halkını galeyana getirmeye yetmişti. Bu malzemeleri Şam Camii’nde teşhir ederek halkı derinden etkileyen Muaviye, önemli bir taraftar desteği sağladı ki, özellikle Şamlılar, Muaviye’nin argümanlarından etkilenmeye çoktan hazırdı. Muaviye, bu yolla bir yandan Hz. Ali’nin halifeliğinin meşruiyetini ortadan kaldırmaya çalışırken, öte yandan kendi davasında ne kadar haklı ve meşru olduğunun propagandasını yapmaktaydı. Sonuç olarak bu propaganda öyle boyutlara ulaşmıştı ki, Şamlılar, Hz. Osman’ın katili olarak Hz. Ali’yi öldüreceklerine dair yemin ettiler. Nitekim, Hz. Ali’nin Muaviye’den beyat alması için ona gönderdiği elçisinin geri döndüğünde ona Hz. Osman’ın kanlı gömleği altında ağlaşıp intikam almaya yemin eden elli bin veya altmış bin kişiden bahsetmesi Muaviye’nin ne denli etkili bir propaganda yaptığını göstermesi açısından dikkat çekicidir.’(Taberi, Tarih, IV, 562; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III; Belâzurî, Ensâb, I, 592-593; Demircan, Ali-Muaviye Kavgası,113. ;Belâzurî, Ensâb, I, 592-593; İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 74; İbn Kesîr, el- Bidâye, VII, 254,Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl, s. 143; İbn Hibban, Kitâbü’s-Sikât, I-2, 276-277.) Soruyorum size; algı operasyonlarının ustası kimmiş? Bir düşünün baklalım.

Muaviye’ye ‘ Yahu arkadaşım; Osman’ın ailesi, çocukları, kardeşleri dururken sana ne oluyor? Kanını istemek sana mı düştü’ soruları da hep havada kalıyor ve cevap geçiştiriliyordu. Hatta bir keresinde Ali ona böyle sorduğunda, Kuran’da Müslüman biri öldürülünce hakkı sorulur gibi aptalca cevap vererek yine konuyu geçiştirdi.

Görüldüğü gibi Muaviye iktidarı almak için Osman’ın ölümüne göz yumuyor. Olayın Emevilerin bir kurgusu olduğu da çok açık. Çünkü Medine’de Emeviler’de yaşıyor. Onca olay olurken onların sessiz kalmaları, hatta isyanı teşvik etmeleri, bu katliama engel olmamaları, aslında olayların arkasında onların olduğunu gösteriyor. Sonra Ali’nin halife olacağını bildiklerinden, Medine’yi terk etmeleri ve söz birliği etmişçesine aynı propagandayı yapmaları da bir gerçeği işaret ediyor. Artık halifelik ile saltanatlarını sağlama alamayacaklarını bildiklerinden yönetimi bir Emevi krallığına çevirmek istiyorlar. Ama diyalektik yine işleyecek ve bu seferde Muaviye tahta oturduktan sonra yerine göz koyarlar diye Emevileri saraydan uzak tutacaktır.

Muaviye’nin şeytani planı burada sonlanmıyordu elbette. Çok önceden planlandığı belli olan ikinci aşamaya geçildi. Ali’yi halletse, yine halifelik iddiası ile rakip olabilecek Zübeyr bin Avvam ve Talha bin Ubeydullah vardı. Onlarında tasfiye edilmesi gerekiyordu. Yine Ayşe’de kardeşinin hilafeti  hayalleri ile yaşıyordu. Sanki onların hilafeti için uğraşılıyormuş gibi yapılıp, bu ikili Ali ile savaşa kışkırtıldı. Aynı oyun Ayşe’ye de oynandı. Senin kardeşin halife olsun, biz arkandayız denildi.Böylece rakiplerden bir kısmı daha tasfiye edilecekti. Yani Osman’dan sonra siz halife olun, Ayşe seninde kardeşin halife ya da en azından vali olur diyerek bu insanlar ayartıldı. Yine çıkarlar konuştu, yine Ali satıldı, yine Ali gol yedi. Ayşe  bu çirkefe de bulaştı.

CEMEL VAKASI

Osman’ın katlinde bizzat rol alanlar ve teşvik edip geri planda kalanlar için sıra projenin ikinci kısmına gelmişti. Ali’nin itibarını zedelemek, ordusunu zayıflatmak ve mümkünse onu görevinden almak! Bunun için hırslarına yenilen ve Emevi tuzağına düşen Talha ve Zübeyr kullanıldı. Onlar da egemen sınıftandı ve halife olmak istiyorlardı. Benzer istekleri olan Ayşe’yi de yanlarına alarak baş kaldırdılar. Osman’a olmadık hakaretleri ettikten ve onu katledin dedikten ve bizzat kardeşinin Osman’ı katletmesinden sonra, Osman sevdalısı kesilen Ayşe’yi de yanlarına alarak!

‘Zübeyr bin Avvam ve Talha bin Ubeydullah geçmişte maktul halifeye muhalif olmalarına ve olayların tahrikçisi olarak suçlanmalarına rağmen, yeni halifeye karşı oluşturulan muhalefetin içinde yer alarak, maktul halifenin kanını talebe kalkıştılar ve yeni halifeye karşı savaşın hazırlıklarına giriştiler.’

‘Şimdi Ali Osman’ı öldürdü diyen Talha ve Zübeyr’in, Ali’ye başkaldıranları Medine’ye davet eden mektubunu okuyalım.’ İlk muhacirlerden ve şura ehlinin kalanlarından bölgedeki sahabe ve tabiine; Allah’ın kitabı değiştirilmiştir. Peygamberimizin sünneti değiştirilmiştir. Halifenin hükümleri değiştirilmiştir. Resulullah’ın sahabesinden ve onlara güzelce uyanlardan bu mektubumuzu okuyanların, Allah aşkına bize gelmesini, hakkımızı alıp bize vermesini istiyoruz. Haydi! Yanımıza gelin. Hakkımız alındı, feyimize el konuldu, işimiz engellendi.’ (Naşi,el-ekber,16,Taberi,1,3072;İbn Hibban,2,270;J.Welhausen,24)

Şimdi Ayşe’ye gelelim. Medinelilere; ‘Resulullahın şu elbisesi daha eskimedi. Osman onun sünnetini eskitti’ diyen Ayşe’ye! Osman öldürüldükten sonra ‘Vallahi Osman mazlum olarak öldürüldü. Ben onun kanını mutlaka arayacağım’ diyen Ayşe’ye! Ayşe’nin bu sözü üzerine Ubeyd, Ayşe’ye: ‘Neden kanını arıyorsun? İlk defa Osman’ın yanlış uygulamalara giriştiğini ve yoldan saptığını söyleyen ve şu yaşlıyı öldürünüz, o küfretti diyen sen değil miydin?’ diye sordu. Lütfen Ayşe’nin cevabını dikkatli okuyun. Bu cevap tarzını çok tanıdık bulacaksınız. İnsanoğlunun hırsları için nasıl bir riyaya girebileceğini, nasıl sonuna kadar kıvırtacağını, nasıl dindarlık kisvesi adı altında şeytanlık yapabileceğini ve dini nasıl kendi çıkarları için kullanacağını burada görebilirsiniz. ‘Ben bunları söylemiştim, onlar da aynı şeyleri söylemişlerdi, ancak benim sonradan söylediğim sözlerim, ilk defa söylediklerimden daha doğru ve hayırlıdır.’ ( İbnü’l Esir,210)

Nasıl da kendini Tanrı yerine koyuyor da, hayırlı olanı biliyor değil mi? Bir bayan olarak, nasılda kolayca şu adamı öldürün diyebiliyor? Şimdiki din taciri siyasetçilerin öğretmenlerinden bir tanesini daha tanımış olduk.

‘Ona ilk saldıran, dostunun ve selefinin oğlu Muhammed b. Ebi Bekr (Ayşe’nin kardeşi) oldu, öldürücü darbeyi Kenâne b. Bişr el-Tucibi vurdu; birkaç diğeri de cesaretlerini ceset üzerinde tatmin ettiler. Bu sahneden sonra artık mücadelenin manası kalmamıştı; öldürülmemiş olan müdafiler güçlük çekmeden kendilerini emniyete aldılar. Günlerden 18 Zilhicce 35 (17 Haziran 656) Cuma idi.’ (J.Welhausen, 24)

Düşünün ki Osman’ı öldürenlerden biri de Ayşe’nin kardeşi. Hem de ilk darbeyi vuran kişi. Peygamber eşi konumunda birinin böylesine işlere bulaşması, böylesine ikiyüzlü davranması, fitne projelerinde başı çekmesi, utanç verici bir durumdur. Karşısındaki kişi peygamberin birinci derece yakını ve İslam dinine büyük hizmetleri geçmiş biri. Kendisinin hizmet ettiği de Muaviye gibi bir lanetin aracısıdır. Ayşe dışında hiçbir peygamber eşi böyle işlere girişmemiş ve saygınlıklarını korumuşlardır. Ayşe’nin konumunu kullanarak insanları savaşa teşvik etmesi ve bizzat savaş yerine gitmesinin gerekçesi sadece Ali düşmanlığı olamaz. Gerçek nedenin iktidar hırsı olduğu ortadadır. Ayşe’nin kendini küçülttüğü, saygınlığını kaybettiği ve Emevilerin oyuncağı olduğu açıktır.

Talha, Zübeyr ve Ayşe, Ali aleyhine propaganda için Basra’ya geldiklerinde, vali Osman bin Huneyf onlara sordu. ‘ Bu arkadaşınıza neden karşı gelip, intikam almak istiyorsunuz? ’ Onların cevabı ise insanlık tarihine kara leke olarak geçecek türdendir. ‘Biz; onu hilafete bizden daha layık görmüyoruz. O, kendi yaptığını kendi adına ve kendisi için yapmıştır.’ ( İbnü’l Esir,217)

Yukarıdaki iddialarıma bir diğer kanıtta budur. Her şey çok açık! Ortada din falan yok. Rant kavgası var. Egemenler arası güç kavgası var.

Osman’ı seçen şuradan Sad Ebi Vakkas, verilen arazi rüşvetleri ile Emevilerin adamı idi. İbn Avf ise ölmüştü. Diğer şura üyeleri Ali, Talha, Zubeyr ve manevi anlamda da Ayşe idi. İşte bu şura Ali’yi seçmekten başka şansı olmadığını iyi biliyordu. Emeviler bunu kullandı. Ali olmasın, siz halife olun dediler. Talha ve Zübeyr oldukça zengin, oligarşinin önde gelen isimlerindendi. Onların da gönlünde yatan aslan halifelikti. Emeviler sizi destekleriz dediler. Ayşe’ye de iktidar vaatlerinde bulundular. Muhtemelen kardeşini halife yaparız dediler. Amaç; tüm şura üyelerini yok etmek ya da pasifize etmekti. Vaatlerle bu üç şura üyesine, Ali’yi Osman’ın katili ilan ettirdiler.

Oysa üçü de Osman’ın katlini isteyen ve halkı ayaklandıran kişilerdi. Bizzat ayaklanmada rol alan kişilerdi. Makam hırsı, çıkarlar, insanda ne din ne de iman bırakıyor. İnsan sormak istiyor. Hani siz Tanrı’ya inanıyordunuz? Hani siz dürüsttünüz? Hani iftira, yalan günahtı? Ne oldu sizin müslümanlığınıza? Hele sen Ayşe! Hele sen! Bir peygamber eşi olarak, böyle bir riyaya nasıl girebildin? Nasıl Muaviye’nin uşağı olabildin? Osman’a ilk kılıç darbesini vuran senin kardeşin iken, ( Muhammed bin Ebu Bekir) nasıl Ali’yi katil ilan edebildin?

‘Osman ile Ümeyyeliler hakikaten hilâfete ulaşmış oluyorlardı; çünkü onun hâkimiyeti ailesinin “hâkimiyeti idi. Yeğeni Mervan’ı Medine’de kâtibi yaparak istediği gibi, harekette serbest bıraktığı gibi bütün vâlilikleri de akrabalarıyla doldurdu. Bununla da diğer erkânı, Şura’nın diğer âzalarını kendisine darılttı. Bunlar beş kişi idiler: Ali, İbn Avf, Talha, Zübeyr ve İbn Ebi Vak-kas. Filvaki bu sonuncusu harisi cah değildi ve İbn 'Avf da Osman’dan evvel vefat etti: fakat bu ikisinin yerini, kendisini İslam’ın yüksek Şura’sına dahil addeden büyük hürmet ve riayet gören, Peygamberin genç dul kalmış zevcesi Ayşe doldurmakta idi. Asıl sahabeler kendi mevkilerini teşekkül etmekte olan yeni bir hanedan tarafından tehdit edilir görmekte idiler. Ümeyye’ye karşı düşmanlıklarının sebebi bu idi.’ ( J.Welhausen, 20)

Ali Muhammed’e saygısından Ayşe’yi öldürmemiştir. Ama Muhammed’in kızı Fatma’nın karnı tekmelenmiş, evi yakılmak istenmiş, çocuğu düşürtülmüştür. Fatma üç ay sonra ölmüştür. Ne acıdır ki bunları yapan Ömer ve Ebu Bekir’dir. Burada peygamber kızını yok ederken ses çıkarılmıyor, ama Ali Ayşe’yi öldürmeye kalksa biliyorum ki ortalık ayağa kalkacak. Burada sormak lazım! Ey Ali! Sen bunca zulme nasıl sessiz kaldın? Karını tekmeleyen adama nasıl kızını verdin? Bir de onları korumaya nasıl kalktın? Daha öncede dediğim gibi, Ali strateji fakiri biridir. Öldüğü ana kadar da hep yanlışlar yaparak yaşamıştır.

Ayşe’ye dönersek; ilahi kader onu da vuracak ve Muaviye bizzat kardeşini eşek leşinin içine sokup, yakarak öldürecek ve onun da ciğerine ateş düşürecektir. Böylece Muaviye kendine hizmette kusur etmeyen Ayşe’yi böyle ödüllendirecektir. Bu cinayetten sonra Muaviye ve Ayşe defalarca karşılaştı ama Ali’ye karşı aslan kesilen Ayşe, Muaviye’ye karşı hiçbir şey yapamadı.

Muaviye burada da olayları kontrol altında tutarak izledi. Müdahil olmadı. Çünkü her halikarda o kazanacaktı. Eğer destek olsa idi Talha ya da Zübeyr halife olabilirlerdi. Destek olmayarak onları zayıf tuttu. Hem bu iki kişiden kurtuldu hem de Ali’nin ordusunu zayıflattı. Ali’nin kazanacağı böylece baştan belli oldu.

‘Eğer Cemel ashabı galip gelirse onlar bana Ali’den daha ehvendir, eğer Ali onlara galip gelirse ben de ona yapacağımı biliyorum’ diyordu. Hem Hicazda hiçbir taraftan olmayanlar, hem de Osman’ın muhalifi iken şimdi onun kanını isteyen Cemel topluluğu çıktı. (İbn Abdirabbih, 5,115;Taberi 1, 3153, 3075,3,88; Zühri, 153, İbn A’sem, 1, 448-449)

Görüldüğü üzere, Cemel topluluğu Hz. Osman’ın katlinden önce birbirlerine karşı iyi hisler beslemeyen kimseler tarafından oluşturulmuştu. Hakikatte hepsi bir şeylerin peşinde, fakat görünürde herkes Osman’ın kanını talep etmekteydi.(Zühri,153,İbn Asem,1,448; İrfan Aycan,Muaviye,102)

Cemel ordusunun içindeki casus Emeviler ordunun Şam’a yönelmesini önlediler. Plan tehlikeye girmemeliydi.

‘Zübeyr bin Avvam’ın, Hz Ali’nin düşmanı olan ve elinde maddi ve insan gücü bulunan Muaviye’nin yanına gidelim şeklindeki önerisine Velid bin Ukbe karşı çıktı.’ (İbn Kuteybe,el-imame,1,57-58,İbn Asem,1,454,529,İbn Hibban,2,279-80)

Böylece bazı Emeviler, Şam’a gitmeye razı olmazlarken, Muaviye de Cemel topluluğunun Şam’a gelmesini istemiyordu. Onların Şam hususunda istekli olmalarından haberdar olan Muaviye, Cemel topluluğuna yardımcı olamayacağını, kendisini yalnız bırakmalarını ve aslan yuvası olarak nitelendirdiği Şam’a gelmemelerini istediği belirtilir. (İbn Asem,1,455)

Cemel ordusundaki ajan Emeviler işi sağlama almak için bizzat kendi ordularındaki bazı isimleri kendileri öldürdüler. Osman’ın ölümü için her türlü zemini hazırlayan, o sahte mektubu Osman’dan gizli yazıp halkı galeyana getiren Mervan bin Hakem aynı orduda olmasını kullanarak Talha’yı öldürdü. Böylece halife adaylarından biri daha yok edilmiş oldu.

Zübeyr bin Avvam ve Talha bin Ubeydullah, bu savaş neticesinde hayatlarını yitirmişlerdi. Hatta Talha bin Ubeydullah’ın kendi ordusunda bulunan Ümeyyeoğullarından Mervan bin El Hakem tarafından öldürüldüğü ve Mervan’ında maktul halifenin oğlu Eban bin Osman’a ‘Babanın katillerinden bazısını öldürdüm’ dediği rivayet edilir. (Naşi,el-ekber,17;Dineveri,150;Tağriberdi,1,101-102)

Savaşı Ali kazanınca artık sıra Muaviye Ali karşılaşmasına gelmişti. Ali’den başka bir rakip kalmamıştı. En kolay lokma da o idi. Birazdan okuyacağınız gibi, Muaviye, Ali ile kedinin fare ile oynadığı gibi oynadı. Akıl fakiri Ali, her tuzağa düştü.

Ali Basra’dan biat aldı. Şam hariç her yer Ali’ye biat etti. Bu muhalefetin bir sonucu olan Cemel Savaşı’ndan halifenin galip çıkmasından sonra, halife ile asi vali Muaviye arasında askerî mücadele kaçınılmaz hale gelmişti. (İbn Abdirabbih, el-İkd, V, 115.)

ALİ’NİN İCRAATLARI VE MUAVİYE’NİN HİLELERİ

‘Ali, Osman’ın valilerini değiştirdi. (Mısır, Yemen, Kufe, Basra). Ancak valilerden kimi istifa etti kimi de Osman taraftarlarınca şehre sokulmadı. Özellikle Şam yeni valiyi kabul etmemiş, Muaviye elçiye biat etmediğini söylemiştir. Böylece Ali tüm Müslümanların halifesi olamadı.’ (Dineveri, 142; Taberi, 1, 3088-3089; İbn A’sem, 1, 448-449)

Oysa durum bu kadar karışık iken, aşamalı olarak valileri görevden almalı, hatta bazılarını kendi tarafına çekmeyi denemeliydi. Çünkü büyük tuzağın ortakları bunlardı ve onlar satın alınabilen kimselerdi. Burada özellikle Muaviye’ye biat almak için giden Ali’nin elçisi Cerir bin Abdullah el-Beceli’den bahsetmek isterim.

Cerir biat almak için Şam’a gitti. Muaviye’nin biat etmeyeceği baştan belli idi. Muaviye bu adamı aylarca Şam’da tuttu. Ali ‘Yahu bizim elçi neden gelmiyor, bu Cerir’in aylarca orada ne işi var?’ demedi. Cerir’de burada ne işim var demedi. Çünkü bu Cerir de Osman’ın yöneticilerindendi. Şimdi düşünelim; halife olur olmaz aklı bir kenara bırakıp, bir anda Osman’ın tüm valilerini değiştiren Ali, en büyük düşmanı ve biat etmeyeceği baştan belli olan Muaviye’ye Osman’ın bir yöneticisini gönderiyor. Benim düşünceme göre, Cerir’de Muaviye’nin ajanıdır. Ali’yi bir kenara koyalım. En azından Cerir neden aylarca orada kalmayı kabul etti? Tam üç ay neden ‘beni oyalıyorsun’ demedi? Bu durum da bir kumpastı. Ali bunu da göremediği gibi kendi elleriyle bu adamı elçi diye gönderdi. (Taberi,1,3256)

Buda yetmezmiş gibi Ali’nin elçisini aylarca yanında tutan Muaviye, bir de Ali’ye elçi gönderip, onun gözünü korkutmaya çalıştı. Peki, Ali ne yaptı? Hiçbir şey.

‘Muaviye’nin Hz. Ali’ye gönderdiği bir elçisinin ona Osman’ın kanlı gömleği altında sürekli intikam diye ağlaşan altmış bin kişiden bahsetmesi ve bu durumu kuvvetli bir şekilde vurgulamak istemesi, Muaviye’nin propagandaya ne kadar önem verdiğini ve ondan yararlanmaya çalıştığını göstermektedir.’ (Dineveri,143,İbn Hibban,2,276-77;İrfan Aycan, Muaviye)

Ali’nin ‘yahu Osman’ın oğulları dururken, sana ne oluyor? ’ sözleri onca propaganda gürültüsü arasında kayboluyordu. Haklı da olsa, kuru lafla kendisini anlatamayacağını bir türlü fark edemiyordu. Karşısındaki şeytanla baş etmek şöyle dursun, her eylemiyle onu iktidara taşıyordu.

Tabii bu kadar zaman içinde Muaviye boş durmadı. Amr İbnu’l As’ a mektup yazdı ve kendi tarafına çekti. Artık bir Osman düşmanı olan Amr’da, Osman’ın kanını istemek için Muaviye’nin yanındaydı. Ali bu olayı da sadece seyretti. Oysa Amr ile çıkarları uyuşuyordu. Osman, Amr’ı Mısır valiliğinden alarak onu karşısına almıştı. Ali onu tekrar Mısır valisi yapsa, hem bir düşmanı yanına çeker, hem de Mısır ordusunu da kullanabilirdi. (İbn Kuteybe,el-imame,1,84-87;Dineveri,158-159;Müberred,1,221,Yakubi,2,184;Taberi,1,3252-53,İbn Asem,1,512,523)

Ali boş boş yaşar ve Muaviye’ye karşı hiçbir proje geliştirmezken, Muaviye Suriye’yi sağlama almak için Kinde kabilesine de Ali ile savaşmayı kabul ettiriyordu. Öyle ki bu kabilenin reisi Şurahbil bütün Suriye’yi dolaşarak Ali aleyhine propaganda yaptı. O da Osman’ın kanını istedi. (Ne kanmış be! Önüne gelen istiyor!!) Ali’nin elçisi Cerir’de bütün bu olanları seyretti. (İbn Asem,1,530-534)

Bu da yetmedi. Muaviye Ali ile savaşırken, Kuzeyden yani Bizans’tan bir saldırı gelme ihtimaline karşı onlarla bir anlaşma yaptı. Onlara haraç vermeyi kabul etti. Böylece Kuzey sınırı da garantiye alındı. Peki, bunu izleyen Ali ne yaptı? Yok, yok bu sefer bir şey yaptı. ‘Adam Rumlarla anlaşmış’ dedi. İnanın şaka değil. İbn Kuteybe aynen böyle yazıyor.( Dineveri,161-162;İbn Asem,522-2359;İbn Kuteybe,1,93)

Bitti sanıyorsunuz değil mi? Muaviye’nin hileleri bitmez. Daha önceden başlattığı gibi, Osman’ın kanlı gömleğini sergileyerek ve şairlere galeyana getirici şiirler okutarak halkın Ali’ye karşı düşmanlığını hep canlı tuttu. Osman’ın karısının gönderdiği mektup hep okutuldu.

‘Kanlı gömlek adeta bir ağlama duvarı haline getirilmişti. Özellikle şairler ve hatipler, etkileyici şiir ve konuşmalarıyla halkı Hz. Osman’ın katillerini cezalandırmaya çağırdılar, şiir ve konuşmalarında onlara hedef gösterdiler’ (İbn Kuteybe, el-imame,174;Halife,tarih,177,İbn Asem,443-444;İbn Abdirabbih,5,47; Ahmet Akbulut,Sahabe devri,164)

‘Bu iş bizim üzerimizden kalksa bile, sizin üzerinizden kalkmaz. Osman mazlum olarak öldürüldü ve onu Ali öldürdü. Buna delil, onu katledilişi esnasında terk etmesidir. Biz onun katilleri Allah’ın kitabına göre cezalandırılıncaya kadar kanını müdafaa edeceğiz. Eğer katilleri bize verirse, ondan vazgeçeriz ve hilafet işini Ömer’in vefatı esnasında yaptığı gibi Müslümanlar önünde şuraya bırakırız. Biz hilafeti istemiyoruz.’(İbn Kuteybe,el-imame,88-89-90,Yakubi,2,187,İbn Asem,1,542-43,İbn Abdirabbih,5,85)

Yine Muaviye Medine’nin ileri gelenlerine mektuplar yazarak onları Ali düşmanlığına ve kendine biata davet etti. Osman’ın kanını istedi. Bir tek Ömer’in oğlu Ubeydullah olumlu cevap verdi. Ebubekir’in, Ömer’in kanını istemeyen Osman’ın kanını istiyor. Ne ilginç değil mi? Halife seçimi şuraya bırakılsın dedi. İleride göreceğimiz gibi, sıra kendisinden sonra halife tespit edilirken, şuranın lafını bile etmeyerek, Yezid’i halife yaptı.

Peki, neden Ömer’in oğlu Ubeydullah bu çağrıya olumlu cevap vermiştir? Çünkü babası Ömer öldürüldüğünde; babasının katil zanlılarını öldürmüş, buna karşılık Ali zanlıların yargılanmadan öldürülemeyeceğini söylemiş ve Ubeydullah’a kısas uygulanmasını istemişti. Osman’da bu isteği reddetmişti. Ali’nin kısas isteği üzerine Ubeydullah Ali’ye düşman olmuştu. Yahu Ali, sana ne? Durduk yere neden düşman ediniyorsun? Katil zanlısını savunmak sana mı düştü? Madem o kadar güçlü idin, neden halifeliği Osman gibi kel alaka birine kaptırdın? Neden ondan red cevabı alıp, itibarını düşürdün? Bu arada Ubeydullah’ta Şam’a giderek Muaviye’ye katıldı.

Yeter mi? Yetmez. Ali’nin atadığı Mısır valisi Kays b. Ubade’yi Muaviye alçakça hileleri ile görevden aldırttı. Burada Ali’nin de daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi strateji bilmeyen, pasif, devlet yönetiminden bihaber olduğunu bu örnekle bir kere daha görüyoruz. Aslında sonradan Ali’ye atfedilen onca sözün gerçekte ona ait olmadığını, uydurulduğunu ve sanal olarak onun yüceltildiğini söylemeliyim. Konumuza dönersek; Muaviye Kays’a mektuplar yazdı. Bu mektuplara Kays’ın çok sert cevap vermesine rağmen onu Muaviye taraftarı gösterdi.

Şimdi Kays’ın Muaviye’ye cevap olarak yazdığı mektuba bakalım. ‘Beni aldatmak istemene, bana tamah etmene ve beni tuzağa düşürmek istemene hayret ediyorum. Beni insanların en hayırlısı, emirliğe en layık olanı, hakkı en iyi söyleyeni ve Resulullah’a en yakın olan bir insana itaatten çıkarıp, kötülüğe mi düşürmek istiyorsun? Ve dolayısıyla beni kendine boyun eğdirmeye mi çalışıyorsun? Sana itaat etmek demek, insanlar içerisinde ehliyete en uzak olana, insanlara zorla şahitlik ettirmeye çalışana, sapık ve Resulullah’a en uzak olan birisine itaat etmek demektir. Sen yoldan çıkaranların ve yoldan çıkmış olanların torunlarındansın. Sen iblisin tagutlarından bir tagutsun. (İbnü’l Esir,278)

Muaviye; Mısır’da Heribta kabilesinin valiyi tanımamasına rağmen, Kays’ın onlarla savaşmadan, iyi niyetli davranmasını kullandı. Kendi yandaşlarına sözde gizli mektuplar yazdı. O mektuplarda Kays’ın kendi gizli taraftarı olduğunu söyledi. Böylece yalan söylentiler yayıldı. Bu da onun Muaviye taraftarı gibi görünmesini sağladı. (Aslında Kays bu yolla Heribta kabilesi ile iletişim kurmuş ve isyan etmelerinin önüne geçmişti.)

‘ Kays’ın aleyhinde bulunmayınız, o bizim tarafımızdadır. Onun gizli gizli nasihat içeren mektupları geliyor. Görmüyor musunuz o, sizin kardeşleriniz olan Heribta kahramanlarına ihsanlarda bulunuyor, emniyetlerini temin ediyor.’ şeklinde dedikodular yaydırdı. Yine Medinelilere ‘ Kays, Osman’ın kanı için mücadele eden kardeşlerimizden elini çekti. Fakat siz bu durumu gizleyin, çünkü ben, taraftarlarımızla Kays arasında olanlar Ali’ye ulaşırsa, onu azledeceğinden endişe ediyorum’ dedi. Sözlerinin zaten Ali’ye ulaşacağını biliyordu. Amaç Kays gibi akılı ve güçlü bir komutanı tasfiye etmekti. ( Zuhri,155;Taberi,1,3241;Makrızi,1,300;İbn Tagriberdi,1,96-97)

Ali bu tuzağa düşerek Kays’a Heribta’lılarla savaş emrini verdi. Kays bu savaşın kendilerine zarar vereceğini söyledi. Ama kendini anlatamadı ve azledildi. Onun yerine Muhammed b. Ebi Bekr atandı. Yani şu Ayşe’nin kardeşi olan, Osman’ı öldüren! Yahu bu nasıl bir akıl fakirliğidir? Bunun ablası sana savaş açmış. Mısır’da ki muhalefet zaten Osman’n kanını istiyor. Sen tutup Osman’ı öldüreni, Mısır’ı yönetsin diye gönderiyorsun. İnsan bu kadar mı aklını tatile çıkarıp, hareket eder?

Bu vali doğal olarak, Mısır’ı elinde tutamadı. Muaviye’nin adamı Amr bin el-As Mısır’ı ele geçirdi. Bu adam da Osman muhaliflerindendi. Bakın şu Tanrı’nın işine ki Osman’ın katlini isteyen Amr bin el-As, şimdi de Osman’ın kanını isteyen biri olarak, yine Osman’ın kanını isteyen Ayşe’nin, ona ilk kılıç darbesini vuran kardeşi Muhammed’in yerine geçerek, Osman’ın öldürülmesi için her şeyi yapan, ordusunu bekletip müdahale etmeyen, sonra Osman’ın kanını isteyen Muaviye’nin hizmetinde Mısır’ı ele geçiriyordu. Yani kanlı canlı bir pembe dizi izliyoruz. ( Yakubi, 2, 194; Taberi1, 3404-3407; Kindi, 29, İbn Hibban, 2, 297-98; Mesudi, 2, 420)

SIFFIN SAVAŞI VE SONRASI

Artık kaçınılmaz son gelir. Ali ve Muaviye Sıffın’da savaşır. Muaviye yenilmek üzeredir. Yine şeytanca bir taktikle hiç inanmadığı Kuran’ın sayfalarını bir bir yırttırır ve mızrak uçlarına taktırır.

Bu olaydan sonra Ali’nin bir kere daha nasıl basiretsiz biri olduğu ortaya çıktı. Askerlerine bu olayın tuzak olduğunu bile anlatamadı. Kazanmak üzere olduğu savaş durduruldu ve masada kaybedildi. Öngörüsüz ve strateji bilmeyen Ali, bir kere daha yenilmişti.

Muaviye’nin ordusunun belkemiğini Suriye askerleri oluşturuyordu. Ali’nin ordusu ise karışıktı. Muaviye’nin ordusunun sayıca biraz daha fazla olduğu söylenir. Savaş öncesinde Muaviye Ali’nin ordusunu susuz bırakmak ister. Ancak başaramaz. İşte bundan sonra, yine fitne başlar. Mektuplar, vaatler ve rüşvetler uçuşmaya başlar. Muaviye yine en iyi bildiği işi yapar. İnsanları, kabileleri satın almaya başlar. Ali bunu da seyreder. Bu da Ali’nin ordusunda çatlamalara sebep olur. (Minkari,366, Taberi,1,3306-11)

Derken savaş başlar. Muaviye yenilmektedir. Ali’nin ordusu neredeyse Muaviye’nin çadırına kadar gelmiştir. İşte tam bu sırada, bir başka Şeytan, Amr İbnü’l As, Muaviye’ye bir öneri getirir. Kuran’ı yırtıp, sayfalarını mızrak uçlarına takalım, böylece Kuran’ın kitabını hakemmiş gibi gösterelim der. İşte bu iğrenç oyun tutar. Ali’nin ordusu kararsızlığa düşer. Oysa Muaviye’nin sonu gelmek üzeredir. Zaten savaş öncesi birçok vaatle kafası karışmış askerler duraksar. Ali ne yazık ki burada da görevini yapamamış ve kendi ordusunu bile ikna edememiştir. (Minkari, 481,489; İbn Sad,3,32-33,4,255-256;İbn Zenceveyh,1,397-398;İbnKuteybe,el-imame,1,101-102;Taberi,1,3327-3329;İbn A’sem,2,179;İbn Abdirabbih,5,93; Mesudi,2,400; İbn Hibban,2,292)

Benim görüşüme göre Sıffın savaşı sırasında ya da öncesinde satın alınan, türlü vaatlerde bulunulan, en azından kafası karıştırılan Iraklı Kurralar ( Sonradan Hariciler olarak tanınacaklar ve Ali’yi öldüreceklerdir) muhtemelen bu arada yeni vaatler alarak, Ali’ye baskı yapmaya, hatta ölümle tehdit etmeye başladılar. Yani cesareti göklere çıkarılan Ali, kendi ordusundaki bir grup tarafından ölümle tehdit ediliyordu. Bu grup ayrıca Eşter isimli bir komutanın saldırılarının bile önüne geçti. Oysa Eşter son darbeyi vurmak üzereydi. Ali bu satın alınmış hainlere teslim oldu ve savaşı durdurdu. Ali yine yanlış yapmış, yine yenilmişti.

‘Daha sonra Muaviye ve Ali Sıffın savaşında karşı karşıya geldi. ( 658) Bu savaşta Muaviye yenilirken Amr b. El-As’ın telkiniyle askerlerine emir vererek Kuran sayfalarını mızraklarının ucuna taktırmış, güya onları Allah’ın kitabının hakemliğine davet ettirmiştir. Ali’yi kuvvetle yenemeyince başvurulan bu hile mücadelenin savaş alanlarından, siyasi alana kaymasına sebep olmuş ve Hariciler veya Ashabu’l-Beranis (Zahidler) adlı topluluğun ortaya çıkmasına neden oldu.’ (Taberi,1,3332-33-33; Minkari,502;Dineveri,205; İbn Abdirabbih,5,94,99)

‘ Hz. Ali’nin hitap ettiği, sonradan Hariciler adını alan bu kimseler, Iraklı Kurralardan başkaları değildi. Bu kimseler, eğer Suriyelilerin teklifi olan Kuran’ın hakemliğine başvurulmazsa Osman’a yaptığımızı aynen sana da yaparız diyerek Ali’yi tehdit ettiler. Hz. Ali’ye bu şekilde davrananlar arasında, bir ara onun yakını olan Eşaş bin Kays’da vardı ve halifeyi Muaviye’nin teklifine evet demeye zorluyordu. Iraklı askerlerin çoğunluğu da, kendi içlerinde bozgunculuk yapan bu askerlere Muaviye’nin davet etmiş olduğu şeylere kendilerinin daha önce çağırılmış olduklarını, fakat onların buna olumsuz cevap verdiklerini belirterek savaşa devam edilmesini istiyorlardı. (Taberi,3332-33,İbn Asem,2,180-81-83;Mesudi,Muruç,2,400-01)

Görüldüğü gibi Muaviye’nin istihbarat ve rüşvet ağı iyi çalışıyor ve savaşta bile işe yarıyor. Bir ordu savaşı kazanıyorken, sonrasında müthiş ganimetler onları bekliyorken neden vazgeçsin ki? Değil mızrağa Kuran takmak, Kuran’ı yerlere serseler, bu askerlerin gözünün görmesi mümkün mü? Belli ki satın alınan Hariciler, Ali’nin bir kere daha mat edilmesine aracı oluyorlar. Ama Ali’nin bu yenilgisi, diğerlerinin de ötesinde, artık tamamen onun enayi yerine konulması ile oluyor. İnanılmaz bir basiretsizlik, strateji özürlülüğü ve akıl fakirliği ile Ali hilafeti kendi eliyle Muaviye’ye veriyor.

Muaviye sonraları eğer bu taktik tutmasa ya biat edecek, ya da kaçacaktım der. ‘Eğer savaş devam etseydi ya Ali’den eman dileyecektim ya da kaçmaya karar vermiştim, dediği rivayet edilir. (İbn Asem,2,185)

SAVAŞTA KAZAN, MASADA KAYBET

Savaş durunca Tahkim kuruldu. Zaten bu durum bile Muaviye’nin eşit şartlarda Ali’nin karşısına oturması demekti. Daha acısı, tahkimin nasıl işleyeceği konusunda tüm önerileri Muaviye yaptı. Ali adına görüşecekler, savaşın durmasını isteyen, Ali itirazcısı olanlardan seçildi. İnanın şaka yapmıyorum. Ali kimi teklif etse kabul etmediler. Eşaş isimli ajanın önerdiği, kendileri gibi Yemenli Ebu Musa el-Eşari görüşmeci seçildi. Düşünebiliyor musunuz? Halifesiniz, hiçbir şeye hakim olamadığınız gibi, görüşmecinizi bile kendiniz seçemiyorsunuz. Nerede kaldı Ali’nin aslan heybeti? Bu arada Eşaş’ında Ali’yi halife olarak tanımasına rağmen, durduk yere bazı görevlerinden alması nedeniyle Ali’ye kin beslediğini biliyoruz. Zaten Eşaş belli ki orduda çarpışmak için değil, Ali’ye çelme takmak için gelmiş. Bu açıkça belli oluyor. Yani durduk yere düşman üretmekte Ali’nin üstüne yok. Sadece düşman mı, durduk yere ajan üretmekte de üstüne yok. Bu arada Eşaş’ın ajanlığı ve Muaviye uşaklığı ileri ki zamanlarda da devam edecek ve Eşaş kızını Hasan’a verecek, bu kızda Muaviye’den aldığı emirle Hasan’ı zehirleyecekti. Yani Ali kendi oğlunun ölümünün bile zeminini kendi elleriyle hazırlayacaktı.

‘Hz. Ali’nin ordusundaki anlaşmazlık sebebiyle, herşey hep Muaviye’nin istekleri doğrultusunda gerçekleştirildi. İhtilafı çözecek hakemleri herkesin kendi tarafından seçmesi Muaviye’nin fikri idi.’’Sıffın’da Şamlılarla görüşmeci olarak katılanlar, Hz. Ali’ye itiraz eden kimselerdi.’ ’Ebu Musa el-Eşari’nin hakem olmasında direttiler. Hz Ali’nin hakem olarak teklif ettiği, Abdullah bin Abbas’ı yakın akrabası olması sebebiyle, Eşter’i de o bizi birbirimize kırdırmak istiyor, diye kabul etmediler.’ ( Minkari,499,İbn Kuteybe,el-imame,1,111-33; Dineveri,195-96,Yakubi,2,189,Taqberi,1,3333-34;İbn Asem,2,194,İbn Hibban,2,292-93)

Burada Eşaş konusuna değinmek isterim. Düşünün ki bir adamı küstürmüşsünüz. Karşı taraf bunu fark edip kendine bağlıyor. Ama ordusuna katarak değil. Sizin içinizde tutuyor ve hem istihbarat alıyor, hem de sizin işinizi bitirmekte kullanıyor. İşte ilk darbeyi Eşaş Sıffın’da vuruyor. Ama darbeler bununla kalmayacaktı. Ali’nin sayısız hatalarından biri olan Eşaş vakası onun ve soyunun katline sebep olacaktı.

Ali’nin hakemi tayin edilen Ebu Musa’nın kabilesi Muaviye taraftarı idi. Bence Ebu Musa’da Muaviye taraftarı bir ajandı. Osman’ın katlinde aktif rol oynayıp, Muaviye’ye hizmetini kusursuz yapan Hariciler (Kurra), şimdide Ali’nin kuyusunu kazıyordu. Zaten zeka ve kapasitesi sınırlı Ebu Musa, dünden tuzağa düşmeye hazırdı.

‘Ebu Musa el-Eşari’nin, amca oğulları Eşariler Muaviye ile birlikte olduğu için, Ebu Musa’nın Kufelileri de Hz. Ali’nin ordusuna katılmamaları için uyardığı belirtilir.’ (Minkari,501; Yakubi,2,189)

Düşünebiliyor musunuz kardeşlerim; Kufelilere Ali’nin ordusuna katılmayın diye propaganda yapan adamı Ali hakem olarak seçiyor. Üstelik bu adam orduda bile değil. Kufe’den getiriliyor.

Muaviye elbette bu durumdan mennundur. ‘Ey Amr, Iraklılar sana öyle bir adamı çıkardılar ki, çok konuşan, az görüşlü olan bir kimsedir. Onu öyle bir ayarla ki, içinde olanları ona sezdirme’ der.(Cahız, el-beyan,1,172,275)

Ashabu’l-Beranis olarak da nitelendirilen bu Iraklı Kurranın ( Hariciler) arzu ve baskıları sonucu hakem tayin ettirdikleri, Ebu Musa el-Eşari, Kufe’den Sıffın’a getirildi.‘ (Taberi,1,3333,İbn Abdirabbih,5,94-99; Minkari,502)

Yani Muaviye yanlısı, Ali’nin ordusuna katılmayın diyen adamı, Ali’nin hakemi yaptılar. Ali bunu da kabul etti. Şaka gibi değil mi? İnsan düşünmeden edemiyor. Bir insan bu kadar mı akıl fakiri olur? Nasıl kendi üzerine apaçık oynanan bunca oyunu göremez? Gerçekten inanılmaz!

‘Hz. Ali’nin Emiru’l-Mü’minin sıfatının Muaviye ve Suriyelilerce tepkiyle karşılanması üzerine, Eşaş ve yanındakiler tarafından bu ibare anlaşma metninden sildirildi’ (Yakubi,2,189;Taberi,1,3335)

Muaviye’nin ajanı Hariciler, Ali’nin halifelik sıfatını bile sildiriyorlar. Bir insan nasıl bu kadar pasif ve ezik olabilir, anlamakta zorlanıyorum. Bu mu kahraman, heybetinden herkesi titreten Ali?

Artık olay bir savaş ile çözülecek dini konumundan çıkmış ve siyasi bir meseleye dönüşmüştür. Olacak şeyler zaten baştan bellidir. Herkes savaş alanından kendi şehrine döner. Sonunda karar zamanı gelir ve tarihin en trajikomik tiyatrolarından biri sergilenir.

Sıffın savaşı durdurulunca, gündemin ileri bir tarihte, hakemler tarafından görüşülmesi planlandı. Sıffın’dan bir yıl sonra Erzuh denilen yerde hakemlerin kararı problemi daha da büyütmüştür. ( Zühri,159;Dineveri,201;Cahız,el-Beyan,1,172,275,İbn kuteybe,1,116-69,Taberi,1,3358-60;İbn Abdirabbih,5,94-95;Mesudi,2,406-409)

ABRA KADABRA, MUAVİYE HALİFE

‘Hakemlerin görünürdeki tartışmaları, hilafet için çekişen Hz. Ali ve Muaviye’nin azledileceklerini, ancak onların yerine kimin halife olacağında anlaşamadıklarını gösteriyordu. Neticede onlar bu iki kimseyi azledip, halife olacak kimseyi Müslümanların kendilerinin seçmesine karar verdiklerini Ebu Musa el-Eşari vasıtasıyla orada bulunanlara duyurdular.

Sonra Ebu Musa ‘Müvekkilim Ali’yi halifelikten aldım’ dedi. Ardından Amr sözü ele aldı. ‘ Ebu Musa’nın sözlerini ve müvekkilini azlettiğini işittiniz. Onun müvekkilini kendisi azlettiği gibi ben de azlediyorum. Müvekkilim Muaviye’yi de halife olarak bırakıyorum. Çünkü o Osman bin Affan’ın velisi ve onun kanını talep edendir, onun makamına insanlar içinde en layık olanıdır.’ (Zuhri,159,Dineveri,201,İbn Kuteybe,el-imame,1,117-19;Taberi,1,3358-60;Mesudi,muruc,2,408; İbn Tiktaka,92)

Nasıl ama? Böylesi danışıklı dövüşü gördünüz mü? Önce ikisini de azledeceğim de. Sonra birini indir, diğerini getir. Oh ne güzel! Yersen papaz eriği! Tabii bu durumda ortalık iyice karıştı. Ağır münakaşalar, kavgalar oldu. Ebu Musa denilen ajan Kufe yerine Mekke’ye kaçtı. Sonra ortalık sakinleşince Muaviye onu Şam’a davet etti. Ali ne yaptı? Ne siz sorun, ne ben söyleyeyim. (Yakubi,2,190;Taberi,1,3359,Mesudi,2,409-11)

YANLIŞIN ADI ALİ

Bunca kazığı arka arkaya yedikten sonra hala akıllanmayan Ali, Muaviye’nin üstüne tekrar saldıracağına, Haricilere saldırmaya başladı. O zaman sorarlar adama. Bu güne kadar aklın neredeydi? Atı alan Üsküdar’ı geçmiş, sen şimdi bir şey yapıyorsun, onu da yanlış yapıyorsun. Asıl düşman orada dururken, zaten düşman ettiğin adamları, iyice kendine düşman ediyorsun. Muaviye ileride göreceğimiz gibi, Hasan’ı kendine biat ettirince ilk işi, Ali taraftarlarına Ali’yi bunlar öldürdü diyerek onları Haricilerin üzerine salması olmuştur. O güne kadar Muaviye’ye uşaklık yapan Hariciler de kendilerini savunamayarak Ali taraftarları ile sürekli savaşmak zorunda kalmışlardır. Kelimenin tam anlamıyla iti ite kırdırma politikası ile Muaviye hem haricilerin hem de Ali taraftarlarının kendisine zarar vermesini engellemiştir.

‘Onun tahkimden sonra Muaviye yerine Haricileri, sebebiyet verdikleri hadiselerden dolayı temizlemeye kalkışması Muaviye tarafından değerlendirildi.( İrfan Aycan, Muaviye,127)

‘Harici gruba karşı mücadeleye giren Ali, Nehrevan’da kendisine isyan edenlerin pek çoğunu yok etmişti.’ ((Taberi,5,143)

Bizim öznemiz Muaviye’nin kişiliğinde devrin ve geleceğin Muaviye’lerini anlatmak olduğundan, Ali’nin öldürülmesine kadar geçen zamanı onun karakterini gösteren olaylar dışında geçeceğim. Kısaca bu dönemi de sürekli Muaviye’nin güç kazandığı bir dönem olarak tanımlayabiliriz.

EŞTER’İN ZEHİRLENMESİ

Yukarı da Sıffın savaşında tanıdığımız Ali’nin işe yarar tek komutanı Eşter’den bahsetmiştik. Oldukça iyi savaşmış, hatta Ali tarafından Hakem tayin edilmek istenmiş, ama Hariciler tarafından engellenmişti. Muaviye, onun başına iş açabileceğinden şüpheleniyordu. Bu arada Ali onu Mısır’a vali tayin etti. Eşter oraya gidip Mısır’ı ele geçirse tüm dengeler değişebilirdi. Ali tek doğru hareketini yaptı, Eşter’i Mısır’a vali tayin etti ama onunda tedbirini almayı düşünemedi. Eşter’in de başına bir iş gelebileceğini düşünmeliydi. Muaviye onu zehirleterek öldürttü.

Hz. Ali’nin Kays’tan sonra, maktul halife Hz. Osman’ın katillerinden sayılan Muhammed b. Ebî Bekr’i vali tayin etmesi ile daha müsait şartlara kavuşan Muaviye, eline geçen bu kozla iyice rahatlamıştı ki, Hz. Ali bu başarısız tayininden vazgeçerek, onun yerine Eşter’i Mısır’a tayin etti. Eşter gibi dişli bir kimsenin Mısır’a vali olması ise Muaviye açısından tehlikeli idi. Bu yüzden Eşter’in tayin haberi Muaviye’ye ulaştırıldığında ondan kurtulmanın çaresi arandı. Sonunda, bazı maddî vaadler karşılığında bir gayri müslim ile anlaşılarak infazına karar verilen Eşter, kendisine sunulan zehirli bal şerbetini içmek suretiyle öldürüldü.( Taberî, Tarih, V, 96-97; Aycan, Muaviye b. Ebî Süfyan, 119;Belâzurî, Fütûh, 229; Ya’kûbî, Tarih, II, 194; Taberî, Tarih, V, 96; İbn Hibban, Kitabü’s-Sikât, II, 298; Mes’ûdî, Murûc, II, 420)

‘Eşter’in tayini Muaviye’ye bildirildiği zaman, ondan kurtulmanın yolları arandı. Neticede muhtemelen gayrimüslim bir haraç memuru veya Dihkan olan, Çaystar isimli bir kimseye Eşter’i ortadan kaldırması karşılığında kendisinden haraç alınmayacağı sözü verildi. Eşter, Irak’tan çıkıp Suriye ve Mısır’ın birleştiği bir noktada bulunan Kulzum’a gelip konakladığı zaman, kendisine zikredilen kimse tarafından zehirli bal şerbeti sunularak ölümüne sebep olunduğu belirtilir.’ (Yakut,Mücemu’l-Buldan,4,387-88; Belazuri,229;Yakubi,2,194; Taberi,1,3398;Kindi,24;İbn Hibban,2,298;İbn Tağriberdi,1,104;Mesudi,Muruc,420-21)

‘Eşter’in ölümü Muaviye’ye haber verildiğinde onun Suriyelilere şu şekilde hitap ettiği rivayet edilmektedir.’ Ali bin Ebu Talip için iki sağ kol vardı. Onlardan birisi (Ammar bin Yasir) Sıffın’da kesildi. Diğeri de bu gün (Eşter) kesildi. Ayrıca Kulzum’da Eşter’in başına gelen bu hadise için Muaviye’nin ‘Allah’ın baldan askeri vardır’ dediği belirtilir. (Taberi,1,3394;Zühri,156;Makrızi,Hıtat,1,300,İbn Tağriberdi,1,104)

Sözün korkunçluğuna bakar mısınız? ‘Allah’ın baldan tatlı askeri vardır.’ Katil; bal içirerek öldürüşünü ima ederek, utanmadan cinayetini Allah’ın tastiğiyle olmuş gibi gösteriyor. Bu zihniyette olan birinin bir yaratıcıya inanması mümkün mü? Bu sözü edenin şeytanın ta kendisi olmaması  mümkün mü?

AYŞE’NİN KARDEŞİ YAKILIYOR

Elbette Eşter’in katlinden sonra, Ali yine istikrarını bozmadan hiçbir strateji geliştirmedi. O sıralarda Mısır, Sıffın savaşından sonra Amr İbnül As’ın Şam’a gelmesiyle Ali’nin eline geçmiş, o da Ayşe’nin kardeşi Muhammed bin Ebu Bekir’i oraya vali tayin etmişti. Yani Osman’ın kanını isteyip, katil Ali’dir diyen Ayşe’nin kardeşini. Yani Osman’a ilk kılıç darbesini vuran Muhammed’i. Hatanın böylesi düşman başına!! Ebu Bekir olayları güya sertlikle çözmeye çalışan, onu da eline yüzüne bulaştıran biri idi. Mısır’da herkesi kendine düşman etti. Amr, Mısır’ı tekrar fethetmeye geldiğinde, Muhammed ancak 4 bin kişilik bir ordu çıkarabildi. Amr onu kolaylıkla yendi. Ali ona yardım için ordu bile toplayamadı. Göz göre göre Mısır elden çıktı. Ali düşmanı Ayşe’nin kardeşi Muhammed bin Ebu Bekir, Ayşe gibi Osman savunucusu Amr tarafından öldürüldü. Sonra cesedi bir eşek leşinin içine konularak yakıldı. Ayşe’ye de beddua etmek kaldı. (Yakut, Mücemu’l-Buldan,5,55;Yakubi,2,194;Taberi,1,3404-07; Kindi,29;İbn Hibban,2,297-98; Mesudi,Muruc,2,420;İbn Tağriberdi,1,10)

Artık Muaviye her yerde at oynatıyor, Basra’ya bile giriyordu. Sıra Ali’nin ortadan kalkmasına gelmişti. Elbette Muaviye Ali’yi öldürse büyük tepki toplardı. Rakipleri bunu aleyhine kullanabilirlerdi. Hazır elinde Harici denilen satılmışlar vardı. Plan yapıldı ve işlemeye başladı. Önce 660 da Ali ile bir saldırmazlık anlaşması yapıldı. Al,i yahu bu ne anlaşması, sen benim kanımı içsen doymazsın demedi. Her zamanki zavallılığı ile kabul etti. Bu durumda Artık Ali’ye bir şey olsa, kimse Muaviye’yi suçlamayacaktı. Güya Muaviye ve Amr İbnül As’a, Ali ile aynı anda saldırılacak ama bakın şu tesadüfe ki sadece Ali öldürülecekti.

HARİCİLERİN SUİKASTLERİ VE ALİ’NİN ÖLÜMÜ

Ben inanıyorum ki; Ali’nin yapması gerekeni Muaviye yaptı ve Haricileri o yönlendirdi. Yine inanıyorum ki; Haricilerin aynı anda Amr, Muaviye ve Ali’yi öldürmek üzere yaptıkları üçlü suikast Muaviye’nin kurgusuydu. Burada amaç kendilerinin de mağdur gibi görülmesiydi. Bu sözde üçlü suikasttan sadece Ali’nin ölmesi ile Muaviye’ye iktidar yolu açıldı. Burada Ali’nin yanında koruma gezdirmemek gibi aptalca bir hata yapması da rol oynadı. Düşünebiliyor musunuz, Ali halife olduğunun farkında bile değil. Her gün savaşın içinde. Bir sürü düşmanı var. Haricileri ha bire katlediyor. Bir gün kendisine saldırılabileceğini bile hesaplayamıyor.

Muaviye, Ali ile saldırmazlık yaparak, planın ilk aşamasını devreye sokar. Ardından aynı yıl suikastlar düzenlenir. Güya Amr namazı başkasına kıldırdığı için kurtulur. Yine güya Muaviye’de hafif sıyrıkla kurtulur. Ben inanıyorum ki ne Muaviye yara aldı, ne de Amr tesadüfen kurtuldu. Öznemiz Muaviye olduğundan, Ali’nin katledilmesinin detaylarına girmeyeceğiz. Ama oluşunu da anlatmamızda yarar var.

Seçilen üç kişiden Ali’yi öldürecek olan İbn Mülcem idi. Güya Burak bin Abdillah Muaviye’yi, Amr bin Bekr de Amr bin el As’ı öldürecekti. Bunlar kılıçlarına zehir sürerek katliam yapmaya karar verdiler. Ramazan ayının 17. günü güya üçü birden hedeflerine saldıracaklardı. (Taberi, Tarih,5,1449)

 Şimdi bu oluş şeklinin yalan olduğunun belgesini sunalım. İbn Mülcem Kufe’ye geldiğinde, Katam adında bir kadına evlenme teklif eder. Şimdi soruyorum. Birini öldürecek ve sonrasında çok büyük olasılıkla katledilecek bir insan, hele hele o psikolojide bir insan, bir kadına evlenme teklif eder mi? Mesela güncelleştirirsek, bir canlı bomba, eylemi öncesi bir kadına evlenme teklif eder mi?

Şimdi konuyu biraz daha açalım. Katam, babası ve kardeşi Ali tarafından öldürülmüş biridir ve kan davası gütmektedir. İşte şimdi taşlar yerine oturuyor. Devam edelim. İbn Mülcem ona evlilik teklif edince, Katam ona Ali’yi öldürme şartını koşuyor. Her şey çok açık. Muaviye’nin ajanı olduğunu düşündüğüm kadın Kufe’de kadınlığını kullanarak İbn Mülcem’i ikna ediyor. Belki de kadının kardeş ve babasının öldürüldüğü hikayesi de yalan. İbn Mülcem hedef seçilmiş, zaafları da biliniyor. Muhtemelen İbn Mülcem’e el altından, Muaviye tarafından bazı vaatler de verilmiş olabilir.

Bakın şu işe ki Katam ona yardımcı da buluyor. Planlı cinayet yapan kişi bunları kendi düşünmez mi? Katam’ın bulduğu yardımcıya mı muhtaç kalır? Belli ki İbn Mülcem katliamdan sonra kurtarılacağına inanıyor. Planı yapan o değil. Her şey başkaları tarafından kurgulanmış. Yazıcılar güya İbn Mülcem’in bundan sonra asıl niyetini Katam’a açıkladığını anlatıyor. Bu hiç de mantıklı değil. Bence Ali’nin katli, tamamen Muaviye’nin kurgusudur ve azmettiricisi Katam, uygulayıcısı da İbn Mülcem’dir. Ben Katam’ın bulduğu diğer iki kişinin de bu dönemde ikna edildiğini ve vaatlerle kandırıldığını düşünüyorum.

İslam kurallarını da düşünürsek, o devirde bir kadınla bir erkeğin rahatça tanışabilmeleri, görüşebilmeleri mümkün değildir. Kadın ailesinden istenir. İbn Mülcem’in bu kadınla görüşebileceği ortam, ancak gizli tutulan eğlence yerlerinde olabilir. Bence muhtemelen İbn Mülcem böyle bir yerde bu kadınla tanışmış ve ikna edilmiştir.

‘İbn Mülcem Kufe’de, Nehrevan’da babası ve kardeşi öldürülmüş olan Katam adındaki kadınla karşılaşmış, İbn Mülcem’in ona evlilik teklif etmesi üzerine kadın, bazı şartları olduğunu, bu şartları yerine getirmeden evliliğin mümkün olmayacağını söylemiş, kadın ise şart olarak; 3000 dirhem, bir köle, bir cariye ve Ali’nin öldürülmesini ileri sürmüştü. İbn Mülcem’in ise; Ali’yi öldürdükten sonra evlenmenin hiçbir anlamı olmayacağını, sonunda kendisinin de öldürülebileceğini söylemesi üzerine kadın; yolunu bulup öldürmeye çalış, muvaffak olursan benimle yaşamayı elde edersin, öldürülecek olursan Allah katında daha hayırlı şeylerin olduğunu söylemiştir. İşte bundan sonradır ki, İbn Mülcem asıl gayesinin Ali’yi öldürmek olduğunu orada açıklamıştır. (İbnü’l Esir, el-kamil, 3,389)

Kadın daha sonra İbn Mülcem’e yardımcı da bulmuş, bir veya iki yardımcısı ile tayin edilen günün gecesinde Mescid’de gizlenmeye ve Ali’yi sabah namazına çıktığı sırada öldürmeye karar vermişlerdir. (Taberi, Tarih,5,144; İbnü’l-Taberi, el-kamil,3,390) Ali ne yazık ki böylesine gergin günlerde mescitte bile güvenlik tedbiri almıyor.

İbn Mülcem Ramazan’ın on yedinci günü Cuma gecesi yardımcıları Verdan ve Şebib ile Ali’nin namaza çıktığı kapının önünde gizlenmişlerdir. Ali namaz için evden çıktığında, halk namaza davet edildiği zaman Ali’ye ilk kılıç darbesi vuran yardımcılarından Şebib olmuş, ancak Şebib’in kılıcı isabet etmemiş, daha sonra İbn Mülcem Ali’nin başına kılıcını vurarak, ey Ali, hüküm Allah’ındır, senin ve arkadaşlarının değildir demiş; diğer yardımcısı Verdan ise Şebib gibi kaçıp kurtulmuşlardır. (İbn Kuteybe,el-imame,1,138;Taberi,Tarih,5,145)

Burada Şebib ve Verdan isimli şahısların kimlikleri incelenebilse, ucunun nereye çıkacağını tahmin etmek zor değil. Ama onlar hakkında detaylı bilgi bulamadım. Ayrıca, İbn Mülcem’in sarfettiği sözlerde hiç yabancı değil. Bunlar Muaviye’nin rakipleri için devamlı sarf ettiği sözler. Ama sıra kendisine gelince Allah böyle istediği için ben başınıza halife oldum, bana itaat edin diyen Muaviye’nin sözleri. Bu mantığa göre İbn Mülcem’e ve Muaviye’ye sormalı. Madem hüküm Allah’ın, Allah Ali’nin halifeliğine hükmetmiş ki o halife olmuş. O halde ona itaat et ve Allah’ın hükmünü yerine getir. Neden Allah’ın hükmüne karşı çıkıyorsun? Kaldı ki Muaviye halife olduğunda neden aynı tavrı göstermiyorsun? Oysa kardeşlerim Kuran’ın kendisi, bu şarlatanlığa cevabı net bir şekilde verir. Allah’ın her şeyi kurgulamadığını, insan iradesine bıraktığını açıkça söyler.

SUİKAST SONRASI

‘Ali, kendisini yaralayan İbn Mülcem’in yakalanmasını ve yerine yeğeni Cade bin Hüreyre’nin sabah namazını kıldırmasını emretmiş, İbn Mülcem’in yanına getirilmesini istemiş ve ona; kendisine iyilik yaptığı halde ne için bu işi yaptığını sorunca, İbn Mülcem; kılıcımı kırk gün süreyle biledim ve bu kılıçla Allah’tan, insanların en şerlisini öldürmeyi diledim demiştir. (Taberi, Tarih, 5,145)

Buradaki insanların en şerlisi lafı da Muaviye’nin sözüdür. Belli ki, bu adam, hafif bir kadının tuzağına düşürülerek beyni yıkanmış ve cinayete teşvik edilmiş biridir. Cinayetin arkasındaki kişi de Muaviye’dir.

‘Ali daha sonra, eğer ölecek olursam, onu da beni öldürdüğü gibi öldürünüz. Eğer ölmezsem, onun hakkında hükmünü ben vereceğim dedikten sonra, Abdülmüttalipoğullarına, Müslümanların kanlarının akıtılmamasını, kendisinin katlinden dolayı başka bir kimseyi öldürmemeyi, onu öldürürken eza, cefa yapmamayı emretmiştir. Ali’nin İbn Mülcem için üç gün hapsedin, yedirin, içirin diye talimat verdiği de rivayet edilir.’ (Taberi, Tarih,5,146;İbnü’l esir,el-kamil,3,391,İbn Abdirabbih,el-ikdü’l ferid,4,360)

‘Her ne kadar Ali, iyileşebileceğini ümit ederek, suçluyu kendisinin tecziyesini düşünürse de Ali’nin kızı Ümmü Gülsüm, babasını öldürmek için saldıran İbn Mülcem’i görünce Ey Allah’ın düşmanı, Allah babamı kurtarsın demesi üzerine İbn Mülcem; kimin için ağlıyorsun? Vallahi ben bu kılıcımı bin dirheme satın aldım, bin dirheme zehirlettim. Eğer bu kılıç şehir halkına isabet etse, hiç biri sağ kalmazdı demiştir.’(İbn Kuteybe, el-imame,1,138;Taberi,Tarih,5,146)

‘Ali yaralandıktan sonraki Pazar gecesi vefat etmiş, kendi oğulları ve Abdullah bin Cafer tarafından yıkanıp, kefenlenerek, Hasan’ın namazını kıldırmasından sonra Kufe’deki İmaret bahçesindeki Mescid’in yanına defnedilmiştir. Hatta Haricilerin kabiri açmalarına engel olmak için mezarı muhafaza altına almışlardır. ( İbn Kuteybe,el-imame,1,139; Taberi, tarih,5,152)

İnanılmaz hatalar zincirinin son halkasında Ali kendi canından bile olurken, geride kalanlar onun mezarını bile korumaktan aciz kişilerdi. Hem de kendi şehrinde, kendi egemenliğinde!

‘Haricilerin akibetine gelince; Ali’nin ölümünden sonra Hasan, İbn Mülcem’in getirilmesini söylemiş, İbn Mülcem gelince, belki de kendisini affettirmek için Hasan’a şöyle demiştir. Ben Kabe’de Ali’yi ve Muaviye’yi öldürmek için ahidde bulundum. Beni Muaviye ile baş başa bırak ve onu öldüreyim. Sonra tekrar sana gelir, beyat ederim. Bu söz üzerine Hasan onun bu isteğine olumlu cevap vermeyerek, öldürülmesini emreder. Müslümanlar onu öldürüp, cesedini sararak yakarlar. İbn Mülcemin önce eli, ayağı, kulakları, ve burnu kesildi. Dilini kesmeye sıra gelince İbn Mülcem bağırır ve niçin bağırdığı sorulunca Onunla Allah’ı zikrederdim, dediği fakat sonra öldürüldüğü de rivayet edilir. (Taberi, Tarih, 5,149;İbnü’l esir, el-kamil, 3,392;İbn Kuteybe,el-imame,1,139)

Diğer saldırganlara gelince, açıkçası çok üzerinde durmak istemiyorum. Çünkü düzmece bir saldırı ve düzmece bir senaryo ile geçiştirilecek ve tarihçilerde bunu yazmak zorunda kalacaktı tabii. Güya Amr bin el As karnı ağrıdığı için, sabah namazını başkasına kıldırdığı için kurtulur. Muaviye’de muhafızları olduğu için kurtulur. Burada yazıcılar, Muaviye’nin, Ali’nin öldürülmesine üzüldüğü, peygamber ailesinden birinin suikaste kurban gitmesini arzu etmediğini utanmadan yazarlar. Dilleri kahverengi olan bu utanmazları sadece tek soruyla yerin dibine sokalım. Madem öyle neden Ali’ye camilerde ömrü boyunca lanet okutturdu, neden Hasan’ı zehirletti? Devamında çok şey söylerim ama bu sözde tarihçi bozuntularının mesleklerinin köpeklik olduğunu bildiğimden çok üstünde durmayacağım.

Mehmet Ali Kapar, bütün bu olanların üstüne şu yorumu yapar. “İbn Mülcem’in Muaviye tarafından gönderilmiş kiralık bir katil olduğu yolundaki rivayet ise sanırım inandırıcı olmamaktadır. Çünkü kendisini meşru saymayan Haricilerden birini Muaviye’nin Ali’ye suikast için göndermiş olması tarihi olaylara ters düşmektedir.” İnsan akademisyende olsa, isminin gerisinde profesörde yazsa, putperest olunca hiçbir şey değişmiyor. Bu söz Muaviye’nin iblisliğini, cinayetlerini, insanları kullanmasını, yalancılığını açıkça yok saymak demektir. Bu gerçeklerin üstünü utanmadan örtmeye çalışıp, Sünniliğin putu olan Muaviye’yi aklama çabasıdır. Üzücü olan, bir de ‘ tarihi olaylara ters düşer’ diyor ya. Pes doğrusu! Yazık sana Mehmet Ali, çok yazık!

HASAN VE MUAVİYE’NİN İKTİDAR MÜCADELESİ

Artık Ali yoktu. Kufeliler yerine oğlu Hasan’ı halife ilan ettiler. Oysa Hasan Ali’den beter idarecilik yeteneği olmayan biriydi. Konumuz dışında ama, onun kadın düşkünlüğü bilinen bir konudur. Zaten onun yapacakları gerçekte Ehl-i Beyt tarihine utanç veren olaylar olarak geçecektir. Onun sayesinde Muaviye iktidarı ele geçirdi. Onun yaptığı utanç verici anlaşma sayesinde ileride yapılacak katliamların önü açıldı. Rezil ola ola, bir orduyu bile yönetmekten aciz kalarak Muaviye’ye teslim oldu. Kendi askerleri çadırını bile yağmaladılar. Sonunda bizzat kendi eşlerinden biri onu zehirledi ve ölümü bile kendine yakışır şekilde oldu. Zehirleyen eşi Sıffın’da Ali tarafına müvekkillik yapan ve Ali’yi satan, Muaviye ajanı Eşaş’ın kızıydı.

Kufeliler Ali’nin oğlu Hasan’ı halife ilan ettiler. ( İbn Kuteybe,1,140; Dineveri,218;Taberi,2,1;Mesudi,3,4)

Bu sırada Muaviye Suriyelilerin biatını halife sıfatıyla aldı. Hasan Muaviye ile karşılaşmak üzere Kufe’den ayrılarak, mesken denilen yere geldi.(İbn Abdirabbih,el-İkd,4,361)

Muaviye Kufe’ye doğru şehirleri ala ala yaklaştı. Burada Muaviye belki de kesinlikle kazanacağı savaşta bile şeytanlığını konuşturdu. Savaşma konusunda en istekli ve Hasan’ı savaşa zorlayan Kays bin Sad’ın kendisiyle para karşılığında anlaştığı yalanını Irak ordusu içinde yaydı. Bu da Irak ordusunu çok zor durumda bıraktı. Ayrıca Kays’a da ‘Bizimle ne için savaşıp, kendini helak ediyorsun, adına savaştığın kimse askerini dağıtmıştır. Ayrıca o ölümcül bir yara da almıştır, istersen doğru haber gelinceye kadar savaşmayalım’ denilmiştir. Kays’da bu tuzağa düşüp savaşı bırakmış ve haber beklemiştir.

Yetmemiş, Muaviye, Kays öldürüldü diye Hasan’ın ordusunda bir haber yaymıştı. Bunun üzerine paniğe kapılan Hasan’ın ordusu dağıldı. Böylece Muaviye hiç savaşmadan Hasan’ın ordusunu yenmiştir. (Yakubi,2,214;Taberi,2,Mesudi,Muruc,3,9;Zehebi,el-iber,48;Zuhri,158) Görüyorsunuz daha kendi ordusuna hakim olamayan, ordusunun içinde Muaviye’nin ajanlarının cirit atmasını sadece seyreden bir adamdır Hasan.

Artık ordunun Hasan’a güveni kalmadığından, onun çadırına saldırdı. Onu yaraladı. Öyle ki Medain valisi, Hasan’ı Muaviye’ye teslim etmeyi bile düşündü.

Hasan pasif tavrını Medain şehri civarında ordusuna o kadar hissettirdi ki, ordu Hasan’ın çadırını yağmalayacak kadar kızdı ve ordu dağıldı. (İbn A’sem,2289-290)

Paniğe kapılan asker, Hasan’ın oturduğu yeri dağıtarak, oturduğu sergiyi bile almışlardı. Bu arada Hasan’da kendi askerlerince dizinden yaralanmış, sakalı bile yolunarak, tartaklanmıştı. Sonra da Medain’de ki köşke getirilmişti. Hatta Medain valisi muhtar bin Ebu Ubeyde, amcası Sad bin Mesud tarafından Hasan’ın Muaviye’ye teslim edilmesi bile teklif edilmişti. (Taberi,Tarih, 5,158; İbnü’l esir, el-Kamil,3,404;İbn Kesir,el-Bidaye,8,14;İbn Haldun,el-iber,2,186; el-Yakubi,Tarih,2,215)

Bir insan bu kadar rezil olur. Kimse ona inanmıyor ve güvenmiyor. Düşmanlarına kendi liderlerini, kendi elleriyle vermeyi bile düşünüyorlar. Anlayın işte, durumun ne kadar vahim olduğunu!

Hasan durumun vehametini anlayarak, zaten harp yapmak niyetinde olmadığı için, Muaviye’ye mektup yazarak, halifeliği ona teslim edeceğini, ancak bir takım şartları olduğunu bildirmiş, Muaviye’nin bu şartları yerine getirmesi halinde Hasan,Muaviye’ye itaat edeceğini de ifade etmişti. (İbn Kesir,el-Bidaye,8,14; Taberi,Tarih,5,158; İbnü’l Esir,el-Kamil,3,405;Zühri,158;Dineveri,220;Hemdani,2,219-221;İbn A’sem,2,289-291;İbn Abdirabbih,5,110-111;Mesudi,3,8; Nisaburi,3,174;İbn Tağriberdi,1,121).

Bu durumu kardeşi Hüseyin ve Abdullah bin Cafer’e haber verip, ben Muaviye’ye bir mektup yazarak, barış yapmayı kabul ettim demesi üzerine, Hüseyin; demek sen şimdiye kadar babanın yaptıklarını yalanlıyorsun demiş, Hasan’da yapacağı işleri ondan daha iyi bildiğini söyleyerek, Hüseyin’in itirazını dikkate almamıştır. (İbnü’l Esir,el-Kamil,3,405)

Muaviye ve Hasan, Meskin isimli yerde buluşup anlaşma imzaladı.  Sonra Muaviye Kufe’ye girerek halkın biatını aldı.(Dineveri,220;Taberi,2,7-9;İbn Abdirabbih,5,109-110;Mesudi,3,4;İbn Hibban,2,305).

Sonunda Hasan aldığı rüşvetle sahneden çekildi. Peki ama Hasan’ın anlaşma koşulları ne idi? Öncelikle para elbette. Evet, Hasan para için onurunu sattı.

7 milyon dirhem para istedi. (H. Lammens,5,309)

Başka? Faris bölgesinin bazı arazilerinin haracını istedi. Başka? Can ve mal güvenliği istedi. Başka? Yılda beş bin dirhem olan maaşının bir milyon dirheme çıkmasını istedi. Sadece Hasan’ın değil, Hüseyin’in maaşı da bir milyon dirheme çıktı. (Taberi,Tarih, 326)

Kufe beytulmalı Hasan’a verilecekti. Bunun mali değeri beş milyon dirhem idi. (Taberi,Tarih,5,159)

Darabcerd bölgesinin haracı Hasan’a ait olacaktı. (İbnü’l Esir,el-Kamil,3,406).

Bu kadar para işinden sonra biraz sosa ihtiyaç var değil mi? Ali lanetlenmeyecek, en azından bu lanetlenmeyi Hasan duymayacaktı. (İbnü’l Kesir,el-Bidaye,8,14,İbnü’l Esir,el-Kamil,3,405)

Nasıl anlaşma ama? Sen lanetlesende ben duymamayım yeter. Çünkü ben o sırada bu paraları yemekle meşgul olacağım. Ne dini liderlik ama! Ne ruhanilik ama! İnançlı bir insan dünya malı için şerefini satar mı? Canını verir, şerefini satmaz ve inançları için ölür. Oysa Hasan, Muaviye ile çarpışmaya bile cesaret edemeyerek, ileride soyunun katline zemin hazırladı.

Muaviye Hasan’ın ileri sürdüğü şartları kabul etmiş, ancak Hasan’ın duymamasını istediği babası Ali’nin lanetlenmesi konusundaki ahdini yerine getirmemiştir. Ayrıca Darabcerd mıntıkasının haracı meselesi de gerçekleşmemiştir. (İbnü’l Esir,el-Kamil,3,405; İbn Haldun,el-İber,2,187)

Bundan ötesi belgesiz sözlerden ibaret. Yok Hasan, Muaviye öldükten sonra halife olacak, yok Muaviye öldükten sonra, halifeyi şura seçecek gibi. Sonuçta karşınızda tam anlamıyla bir iblis duruyor. Hiç iktidarı bırakır mı? İşine gelince şura der, işine gelince krallık. Hiç iktidarı Ali soyuna bırakır mı? Muaviye böyle bir taahhütte bunlunsa bile (Ben hiç ihtimal vermiyorum. Çünkü tüm şartlar Muaviye’nin lehine idi) sözünde durmayacağı zaten açık. Ayrıca Hasan’ın bunca parayı aldıktan sonra, dünya hayatını tek etmeye karar verdim gibi sözleri gerekçe olarak söylemesi de kelimenin tam anlamıyla trajikomiktir. (İbnü’l Esir,el-Kamil,3,407)

Rezillik sadece bu kadar da değil. ‘Hasan Muaviye’ye hilafeti teslim edip, uzlaşınca, Muaviye’nin adamları tekbir getirdi ve Mugire bin Şube (Kendisi Sünni İslam’ın dört dahisinden biridir!) bunun üzerine, ‘Şehadet ederim ki, Resulullah’ın bu oğlum seyyiddir dediğini duydum’ demiştir. Lafa bakar mısınız? Zaten Seyyid peygamber soyu demek. Peygamber neden zaten Seyyid olan, zaten kendi torunu olan birine, sanki yeni keşfetmiş gibi Seyyid desin? Size daha öncede söyledim. Hadisler böyle böyle uyduruldu.

Peki Hasan böyle bir anlaşma yapmasaydı, Mugire yine Hasan’ı över ve bu uydurma hadisi söyler miydi? Madem Hasan seyyid, neden ona karşı savaşıyorsun?  İnsanoğlu ne kadar aşağılık değil mi? Kendi çıkarları için, gerçekte zerre kadar inanmadığı halde, nasıl da peygamberi,Tanrıyı kullanıyor değil mi?

Muaviye, Mugire’den pası alıp, Hasan’ın bu onursuz teslimiyetini cilalamayı ihmal etmedi. Hemen bu durumu kutsallaştırmak için, hadis uyduruldu. Güya Muhammed bir gün minbere çıkmış, Hasan’ı göstererek, benim bu oğlum seyyiddir. Müslümanlardan iki büyük grubun arasını birleştirecektir buyurmuşmuş. (İbnü’l Arabi,el-Avasım,200,Buhari,Fiten,20, Sulh,9; Ebu Davud, Sünnet,12; Tırmizi,Menakıb,25; İbn Hanbel,5,38)

Yersen papaz eriği! Nasıl her türlü iblislik din sosuna batırılıyor, değil mi? Peygamber böyle dedi, oldu, bitti. Yalan da diyemezsin. Kellen gider. Keşke Muhammed, bu Hasan yüzünden, soyum katliama uğrayacak da deseymiş! İnsanların her türlü çirkinliğini, din örtüsüyle örtmeye çalışması ne acı değil mi?

Hasan’ın bu hikayesi ilahiyatçıların yalan yüzünü bir kez daha ortaya çıkarır. Onlar her fırsatta Muaviye’nin pisliklerinin üstünü örter ve buldukları her fırsatta onu yüceltirken, Hasan’ın bu korkak tavrının da üstünü örterek, Muaviye gerçeğinin anlaşılmasını önlemeye çalışırlar. Ali’nin eleştirilmesi, Osman’ın eleştirilmesi, Hasan’ın eleştirilmesi demek, Muaviye’nin eleştirilmesi demektir. Ali ve soyunun yanlışları gün yüzüne çıkarılırken, tek suçun Ali soyunun pasifliği değil, Emevi soyunun Ali soyundan bin kat daha suçlu olduğu gerçeğinin anlaşılması demektir. Bu gün kendisine Sünni diyen insanların fikir atası Muaviye denilen iblisin kimliğinin tanınması demektir. Onun için, utanmadan, güya Hasan’a manevi bir paye yükleyerek, onun ağzına ‘Müslümanların kanı dökülmesin diye çekildim’ sözünü koyarlar. Bu zavallı yalanla gerçeklerin üstünü örter, Ali ailesini sevenlerin de ağzına bir parmak bal çalarak, putları olan Muaviye’yi kurtarırlar. Böylece Ali sevenlere çağlar boyunca yas tutmak, ağlamak, dövünmek düşerken; Muaviye seven Sünni baronlara saraylarda, şaşaalı gecelerde, avantalı işlerde, rantlı ihalelerde sefa içinde yaşamak düşmüştür.

Bu acı gerçek bize İslam’ın düştüğü zor durumları açıklayan sebeplerden sadece biridir. Ne yazık ki İslam’ın içindeki ilahiyatçılar gerçekleri gizlediği gibi, özgür akılla araştırma yapan Hıristiyan araştırmacıları da yalanlamaktadır. Oysa onlar da aynı kaynakları kullanmaktadır. Ama ilahiyaçılar onları hiçbir delil gösteremeden reddederler. Çok sıkışırlarsa, onlar Hıristiyan, kasten böyle yazıyorlar der işin içinden çıkarlar. Ama o Hıristiyanlardan biri kendi istedikleri gibi yazarlarsa, o kişinin Hıristiyanlığı görmezden gelinir ve öve öve bitirilemez. Örneğin bu konu da Hasan’ı eleştiren Philip K.Hitti ve Brockelmann aynı gazaba uğrar. Çünkü konu Hasan olduğunda bu isimler Hasan için ‘sefa sürmek ve rahat yaşamak üzere ve ordularını harbe sevk etmek kudretinden aciz olduğu için’ hilafeti terk etti der. Aynı ilahiyaçılar işine geldiği zaman aynı isimleri kendilerine destek olsun diye kaynak olarak gösterirler.

İKTİDAR’I ELE GEÇİRDİKTEN SONRA MUAVİYE SİYASETİ

Şimdi siz adam iktidarı ele geçirdi, bundan sonra aleyhte propagandaları bırakır. İktidarın keyfini sürer diyorsunuz. Ama diktatör egemenler, karakterleri gereği, sürekli gündem yaratır, kaos yaratır, gündemi elinde tutar, kendi yalanlarını sürekli tekrar ederek, gerçekmiş gibi algılanmasını sağlar. Devamlı karşı tarafa saldırılır ve hakaretlerde bulunur. Devamlı algı operasyonu yapılır. Diktatöryal düzende halk hiçbir zaman huzurlu olmaz, hep mutsuz ve kaygılıdır. Bu onları korkaklaştırır. Hak aramak aklına bile gelmez. Kendi canını kurtarma telaşına düşer. Diktatör egemenler, propaganda için, özellikle din adamlarını ve sanatçıları kullanır. Diktatörlerin temel iki dayanağı vardır. Din ve milliyetçilik. Muaviye’de aynen bu iki doneyi kullanarak halkını koyun gibi gütmüştür. Arap milliyetçiliği, soy boy kavramları ve din onun materyalleri olmuştur. Ayın yöntemler ondan öncede kullanılmıştı, bugünde kullanılıyor, yarında kullanılacak. İnsanlık birey olacak düzeyde kendini eğitmedikçe de, bu böyle sürüp gidecek.

Yukarıda yazdıklarımıza ve sürekli propagandaya örnekler verelim. Muaviye Osman’ın kanını isteme hakkının kendinde olduğunu sürekli tekrarladı ve kini canlı tuttu.  ‘Suriyelilere ‘Biliyorsunuz halifeniz Osman mazlum biri olarak öldürüldü. Allah mazlum biri olarak öldürülene veli ve yardımcılar kıldı, velisini yetkili kıldı. Onun velisi benim. O beni tayin etti ve azletmedi. Siz hak ehlisiniz’ diyordu. (İbn Asem,1,548-4950-56)

Oysa işaret ettiği ayet ile söylediklerinin alakası bile yoktu. Veliden kasıt öldürülenin ailesidir. İsra 33 de Tanrı Müslümanların birbirini öldürmemesini, eğer bir Müslüman öldürülürse onun ailesinin kısas gereği katili öldürebileceği anlatılır. Bu ayet kan davası olarak süre gelen geleneğin onayıdır. Muaviye’nin, Osman’ın ailesinden olmadığı için hiç konuşma hakkı yoktu. Ama o yine hilekarlıkla ailesi dururken, kendisini Osman’ın velisi tayin edip, kan istedi.

İTİ İTE KIRDIRMA SİYASETİ

Yine yukarıda bahsettiğimiz için kısa tutacağımız iti ite kırdırma politikasını kısaca geçelim. Muaviye hayatı boyunca Ali taraftarları ile haricileri birbirine kırdırdı. Bu düşmanlığı da canlı tuttu. Böylece bu iki gurup başlarını kaldırıp ta gerçek düşmanlarını göremediler. Bunu bir iki örnekle açıklayalım.

Muaviye Haricilere karşı Kufe’li Ali taraftarlarını Haricilerin üzerine gönderdi. Haricilerin Kufeli askerlere söylediği söz tüm gerçeği ve acı tuzağı tüm çıplaklığı ile ortaya koyar.  ‘Yazıklar olsun size. Bizden ne istiyorsunuz? Muaviye bizim ve sizin düşmanınız değil mi? Bırakın bizi onlarla savaşalım. Eğer başarırsak, sizi düşmanınızdan kurtarmış oluruz. Eğer onlar bizi mağlup edip yok ederlerse bu sefer siz bizden kurtulmuş olursunuz.’ (Taberi,2,10)

İnsan sormadan edemiyor tabi. Ey Harici kardeşim; bunu Osman’ı katledip Ali’nin üzerine yıkarken, Sıffın’da tam Ali kazanıyorken onu tehdit edip halifeliğini elinden alırken ve bizzat onu öldürürken düşünecektin? Biraz geç kalmadın mı?

‘İktidarı boyunca halkı nabzını tutmaya çalışan Muaviye, Şiî ve Haricî taraflar arasındaki soğukluğu, bilhassa Şiîler’in Haricîler’e karşı beslediği intikam duygusunu kendi menfaatleri doğrultusunda kullanarak, ordusunu yıpratmaya gerek kalmadan bu iki baş muhalif grubu birbirine kırdırdı. Nitekim Haricî isyanlarının pek çoğu bu hissiyat ve Muaviye’nin tehditlerinin oluşturduğu baskı neticesinde halifeyle işbirliği yapan Şiîlerce bastırıldı.’ (Belâzurî, Ensâb, IV, 166; Ya’kûbî, Tarih, II, 22; Taberî, Tarih, V, 173-176.)

ÇIKAR GRUPLARIYLA DENGE SİYASETİ

Muaviye Amr İbnu’l As’ı ölene kadar Mısır valisi tuttu. Çünkü onun düşmanlığı ile uğraşmak istemedi. Ama o öldükten sonra, kendi işine geldiği gibi valilik değişiklikleri yaptı. Yine diğer valiliklerde de onları uzun süre görevde tutmayıp, kendilerine karşı güçlenmelerini önledi.Sürekli kendine yardım eden, Osman’ın katliamlarının baş mimarlarından Mervan’ı bile iktidardan uzak tutarak ve tuzaklar kurarak güçsüz tuttu. Hatta kendi ailesi Emevileri de iktidardan uzak tuttu. Çünkü halifeliği saltanata çevirmek istiyordu. Yani oğlu Yezid’i kendisinden sonra halife yapmak istiyordu.

‘İktidar olduğu dönem boyunca Muaviye, sabık halife Hz. Osman’ın içine düştüğü sıkıntıları gördüğü için, idaresinin iplerini hiçbir zaman kendi kabilesinin ellerine teslim etmedi. Bir başka ifadeyle onları, sembolik sayılabilecek görevlerle yetinmeye mecbur etti. İktidarının selameti açısından, kabilelerin doğru ve dengeli bir şekilde istihdamını hedefleyen Muaviye, muhalifetin başını çeken Haricî ve Şiî grupları etkisiz hale getirme noktasında da kabilelere başvurmuştur.'( İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, I-II, II, 483; Yakut el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, I- IV, 9-12. 111 Zehebî, Nübelâ, III,9)

‘Muaviye’nin kendi ailesinin değişik kollarına mensup Mervan bin Hakem ile Said bin el-As arasında bir ihtilaf çıkarmaya çalıştığı görülür. Muaviye Medine valisi Said bin el-As’a emir vererek, Mervan’a verilen Fedek arazisinin geri alınmasını, mal varlığının tasfiye edilerek evinin yıkılmasını ister. Ancak Said, aradaki akrabalık sebebiyle bu istekleri yerine getirmez. Bu sefer Said valilikten azledilerek yerine Mervan tayin edilir. Muaviye aynı emri Mervan’a yazar. Muaviye’nin her ikisine de yazdığı mektuplar ortaya çıktığı zaman Said Muaviye’ye mektup yazarak, akrabaların birbirine düşürülmek istenmesine bir anlam veremediğini belirtmiştir.’ (Taberi,2,164)

Muaviye kendi soyunun da kendi gibi düzenbaz olduğunu bildiğinden, onlara hep kumpas kuruyor. Bu arada Fedek arazisinin Muhammed’in kızı Fatma’ya ilelebet verdiği arazi olduğunu, Muhammed ölür ölmez Ebu Bekir’in bu araziyi Fatma’nın elinden aldığını söyleyelim.

ZEHİRCİBAŞI MUAVİYE

Muaviye’nin insanları zehirleterek katletmesine bir örnekte, iktidarı döneminde oldu. Hımıs valisi Abdurrahman bin Halid bin Velid başarılı savaşlar verdi ve ünlü oldu diye Muaviye tarafından öldürüldü. Öyle ya; belki kendine rakip olurdu. ‘Muaviye Abdurrahman’dan kurtulmanın yolunu onu zehirletmekte buldu. Bu yol Muaviye’nin daha öncede başvurduğu ve bu işe gayrımüslümleri aracı yaptığı bir yoldu.’ (Belazuri,Futuh,229;Yakubi,2,194;Taberi,3393;Kindi,24)

Bundada İbn Asal ismindeki muhtemelen Hıristiyan olan bir tabibi, kendisinin haraçtan muaf tutulması ve Hımıs şehrinde haraç görevliliğine tayin edilmesi karşılığında görevlendirerek Abdurrahman’ı zehirletti.’ (Taberi,2,82;cehşiyari,27;İbn Ebi Usaybia,171)

Muaviye, kendi halifeliği döneminde de benzer icraatlarla anılmıştır ki bunlardan biri, Hıms valisi Abdurrahman b. Halid b Velid’in zehirlenmesi olayıdir. Bu infazın sebebi olarak Abdurrahman’ın, Bizans topraklarına yaptığı seferlerde gösterdiği başarıların, ona, Suriyeliler nezdinde giderek artan bir itibar kazandırması veya Yezid’in veliahtlığı için bir tehlike arz etmesi gösterilse de her iki durumda da Abdurrahman’ın Suriye halkı nezdinde hayli muteber hale gelmesi ve dolayısıyla bu durumdan Muaviye’ninrahatsızlık duyması sonucu ortaya çıkmaktaydı. Dolayısıyla bu durum karşısında Muaviye’nin, İbn Âsâl ismindeki kişiyle, yine bir takım maddî vaadler karşılığında anlaşarak Abdurrahman’ı zehirlettiği rivayet edilmektedir.( İbn Abdirabbih, el-İkd, V, 39; Mes’ûdî, Murûc, II, 347,Aycan, Muaviye b. Ebî Süfyan, 149; Taberî, Tarih, V, 227)

 Ama Muaviye bu sefer daha tedbirli. Abdurrahman’ı zehirleyeni de şahit kalmasın diye öldürtüyor. Sonra da Abdurrahman’ın oğullarının diyetini ödeyerek onlara şirinlik yapıyor. Görüyorsunuz değil mi? İnsanoğlu ne kadar aptal. Ne kadar çabuk oyuna geliyor ve kendini zeki sanıyor.

‘Bu zehirleme olayının ardından, daha Muaviye hayatta iken, Abdurrahman’ın oğlu veya kardeşi, haraç görevlisi İbn Asal’ı Hımıs’ın sokaklarından birinde öldürdü. Bu kimse yakalanıp günlerce hapsedildikten sonra, İbn Asal’ın diyetinin ödetilmesiyle birlikte serbest bırakıldı. (Taberi,2,83;Cehşiyari,27;İbn Ebi Usaybia,172-74)

HASAN’DA ZEHİRLENİYOR

Hasan’ın sefa düşkünlüğü biliniyor. Bir çok kadınla evlilik yaptığı da biliniyor. Bunlardan biri de Sıffın’da Ali’ye kurulan tuzağın baş aktörlerinden Eşaş bin Kays’ın kızı Ca’de bint Eşaş idi. Muaviye taraftarı, Muaviye ajanı bu kişinin kızını almak, koynuna akrep sokmaktan farksızdır. Elbette bu kızda Osman’ın eşi gibi Muaviye emrettiğinde görevini yapacaktı.

Aynı şekilde Muaviye Hasan’ı da eşine zehirletti. Böylece kendinden sonra tekrar onun hak iddia etmesinin önüne geçti. (İbn Kesir,el-Bidaye,8,42;İbn Haldun,el-İber,2,187;Halife,Tarih,209;Zehebi,Nübela,3,274,Cahız,el-beyan,4,71;Mesudi,Muruç,3,7)

Safer 49 (7 Nisan 669) ‘da vefat eden Hz. Hasan, Yezid b. Muâviye ile evlendirilmek vaadiyle kandırılan Hanımı Ca’de bnt el-Es’as b. Kays el-Kindi’ye zehirletilmistir.( İbnu’l-Esîr, II, 480; Fıglalı, Ethem Ruhi, “Hasan”, 8, 283)

Muaviye Ca’de’ye haber gönderir ve Hasan’ı zehirlemesi halinde oğlu Yezid ile evlendireceğini söyler. (İbn kesir,el-Bidaye,8,42;İbn Haldun,el-İber,2,187)

Ca’de Hasan’ı zehirledikten sonra Muaviye Ca’de için; ‘Resulullah’ın oğlunun emin olmadığı birisinden Yezid nasıl emin olur?’ diyerek, Ca’de’yi Yezid ile evlendirmemiş ve bu yaptığı hizmete karşılık bin dirhem hediye vermiştir. (Makdisi,el-Bedü vet Tarih,6,5,Suyuti,Tarihul-Hulefa,192; Mesudi,Muruc,5,3)

Görüyorsunuz değil mi? Hem azmettirici ol, hem işine gelince Hasan’ın peygamber torunu olduğunu hatırla, hem de katile ücret ver. Ne kadar masum ve imanlı biri şu Muaviye!

Tabi bu olaydan sonra her diktatörün yaptığı gibi sürekli propaganda ile Hasan’ı Muaviye’nin zehirletmediği yalanı tekrarlanır. Bunları Ali taraftarları uyduruyor denilir. Burada bile ilahiyatçılar bu iddiayı savunur ve delil olarak ta, Muaviye’nin adamı, Mekke emiri Taha Hüseyin’in sözlerini gösterirler.

Muaviye, Hasan’ın dedesinin yanında gömülme vasiyetinin bile, önüne geçti. Medine valisi Mervan’a haber gönderdi. Oda defini engelledi. Hasan mecburen annesinin yanına, Baki mezarlığına defnedildi. (Mesudi,et-tenbih,260,İbn AbdiRabbih,el-İkd,4,361;Suyuti,Tarihu’l-Hulefa,194,İbn Şebbe,1,111)

Hasan’ın katliam haberi Şam’da sevinçle karşılanmış, Muaviye’nin sevinç içinde olduğunu gören karısı Fahite sebebini sorunca, Muaviye, ‘Hasan bin Ali ölmüştür’ demiş, Fatihe ise üzüntüsünü beyan ederek, ‘ Biz Allah’ınız ve elbette ona döneceğiz’ dedikten sonra; ‘Rasulullah’ın kızının oğlu ve Müslümanların efendisi öldü’ demiştir. (Mesudi,Muruc,5,8)

Hasan’ın vefat haberi Şam’a geldiği zaman, Abdullah bin Abbas Şam’da idi. Muaviye, Abdullah bin Abbas’ı çağırmış, Abdullah içeri girince, Muaviye’ye; ‘Seni Hasan’ın ölümüne sevinmiş görüyorum. Ne oluyor?’ demiş ve ilaveten; ‘Allah’a yemin olsun ki, onun ölümü senin ecelini geciktirmez, kabrini de örtmez’ demiştir. Muaviye’de bu cevaptan hoşlanmamış ve kızmıştır. (İbn Kuteybe,el-İmame,1,150;Mesudi,Muruc,5,9;İbn Abdirabbih,el-İkd,4,362)

YEZİD’İ VELİAHT YAPMA TEZGAHI

Hasan’ın ölümünün hemen ardından Muaviye Yezid’i sahneye koydu ve onu İstanbul’a sefere gönderdi. Üstüne bir de Yezid’i kutsallaştırmak için ‘İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur.’ hadisini uydurttu. İşin komik yanı, Türklerin bu hadisin Fatih Sultan Mehmed için söylendiğini sanmasıdır. Hani derler ya, yalandı, artık herkes inandı ve gerçek oldu diye. Kimse şunu düşünmedi. Neden bir peygamber bir şehrin ele geçirilmesini kutsal saysın ki?

Ayrıca yine Muhammed’in ağzından ‘İstanbul’a sefere giden ilk ordunun günahları bağışlanmıştır’ diye bir hadiste uydurularak, tam bir pislik olan Yezid temize çıkarılmıştır. (Buhari, cihad,93;İbn Temiyye,Külliyat,4,384)

Muaviye’nin bu girişiminin elbette İslam ile uzaktan yakından ilişkisi yoktur. Halifelik denilen dini liderlik kurumu, yetkin, dine hakim ve ahlakı şüphe götürmeyen biri tarafından doldurulmalıdır. Bu şartlar zaten, Muaviye isimli diktatör tarafından uygulanmadığı için, Yezid gibi ahlaksızlık abidesi birinin halife, daha doğrusu kral olması şaşırtıcı değildir.

Yezid b. Muâviye halife olmadan önce hacca giderken ugradıgı Medine’de içki sofrasına oturmustur. Diger kaynaklarımızda da onun devamlı olarak içki içtigi belirtilmekte, hatta bu yüzden lakabının “Yezid el-Humûr” oldugunu söylemektedir.( İbnu’l-Esîr, II, 603; Belâzurî, Ensâb, 5, 299; Mes’ûdî, 3, 81 Hitti, 1, 358)

Yukarıda yazdığımız gibi Yezid’i İstanbul’a sefere göndermesi ve yanı sıra hac emiri yapması, Yezid’in orada insanlara sofralar kurması, hep yeni bir algı operasyonu içindi. Bir de üstüne Mugire gibi bir şeytanın, sırf kendi görevden alınmasın diye, Muaviye’nin gururunu okşamak için, Yezid’i sizden sonra halife yapın demesi, zaten bu konu aklında olan Muaviye için bir sebep oldu.

‘Mugire’nin Muaviye’yi teşvik etmesi, kendisinin Kufe’den azlinin engelleme veya Kufe’ye başkasının tayin edilmesini önleme gibi tamamen politik bir hadise mevzubahistir. Buna göre Mugire, azlini önlemek için, veliahtlık fikrini önce Yezid’e açmış, o da babasına bildirmiştir. Böylece Muaviye Mugire’yi azletmekten vazgeçerek, Kufe’ye geri göndermiş ve orada uygun bir zemin oluşturulması için emir vermiştir. ( İbn Kuteybe,1,142,Taberi,2,173;İbn Abdirabbih,1,77;İbnu’l Esir,3,249)

Bu olaydan sonra Muaviye bol bol nabız yoklar. 666 da vilayet valileri Şam’da Muaviye’nin yanında buluşur. Bazıları çekincelerini bildirir. Onlara Muaviye gereğini yapar. Ama rüşvetle, ama tehdit ederek insanlara Yezid’i kabul ettirir.

Burada Muaviye’nin Kufe’den gelen heyetin başındaki Musa’ya Kufelilerle ilgili sorduğu soru ve verilen cevap ilginçtir. ‘ Muaviye- Baban bu adamların dinini kaça satın aldı? Musa- Otuz bin dirheme. ‘ (İbnü’l Esir,el-Kamil,3,504)

Vilayetlerden gelen heyetlerin 666 dan itibaren Şam’da buluştukları rivayetlerde yer alır.Ancak Muaviye’nin huzuruna kabul edilen bu kimselerin Yezid’in veliahtlığı lehinde görüş bildirdiklerini söylemek güçtür. Bu hususta rivayetlerde, sadece Suriye ve Mısır muhalefetine rastlanmazken, Irak ve Hicaz’da Muaviye’nin idarecilerinin bile meseleyi hoş karşılamadıkları ya da çok erken buldukları belirtilir. Basra ve Kufe valisi Ziyad’ın, Yezid hususunda olumsuz görüşe sahip olduğu ancak, Yezid’in bir devlet büyüğünde olmaması gereken kötü alışkanlıklarından arınması şartıyla bu işe ikna edildiği ifade edilir. Medine valisi Mervan bin el-Hakem ve Said bin el-As gibi Emevi ailesinden olan kişiler muhalefet olduğundan valiliklerinden azledildi. (Cahız,el-beyan,1,211,İbnAbdilhakem,234;İbnAsem,2,332;İbn Abdirabbih,1,174;Mesudi,Muruc,3,36,Taberi,2,174;İbnu’l esir,el-kamil,3,250)

Şimdi beyat almak için nasıl yöntemler kullandığına ve Hüseyin gerçeğine bir örnek vermek istiyorum.

‘Muaviye Mekke’ye Yezid’e beyat almak için gider. Orada Hüseyin ve arkadaşlarına iltifatlar eder, iyi davranır. Onlara cevaplarını sorunca İbn Zübeyr; Muhammed, Ebu Bekir veya Ömer’in yaptığı gibi yap, ya halife tayin etme, ya şura kur, ya da Kureyşten birini tayin et der. Bunun üzerine Muaviye emniyet görevlilerini çağırır, Hüseyin ve arkadaşlarının bir daha konuşmaları halinden boyunlarını vur der. Sonra minbere çıkarak Hüseyin ve arkadaşlarının Yezid’in halifeliğine beyat ettiklerini söyler. Korkudan Hüseyin ve arkadaşları sesini çıkaramazlar. Bunun üzerine Mekke halkı onların gerçekten biat ettiğini sanarak Yezid’e biat eder. Sonra Medine’ye giden Muaviye Hüseyin ve arkadaşları biat etti siz de edin der. Buna inanan Medine halkı da Yezid’e biat eder. Sonraki konuşmalar tarihe ibret olarak geçecek sözlerle doludur. Halk; Hüseyin ve arkadaşlarına sorar; ‘ Siz Yezid’e beyat etmeyeceğinizi söylüyordunuz, niçin beyat ettiniz?’ Hüseyin ‘ Biz beyat etmedik’ der. Halk ‘ Niçin Muaviye’ye itiraz etmediniz?’ diye tekrar sorar. Hüseyin ‘Kılıçtan ve öldürülmekten korktuk’ der. (İbnü’l Esir,el-Kamil,3,510;İbn Rabbih, el İkd,5,371)

Burada Hüseyin’i kahraman ilan edip, bile bile ölüme gidecek kadar akılsız davranışını kutsayan zihniyete söyleyeceklerim var. Kutsallaştırdığınız, kahramanlaştırdığınız bu insanlar sandığınız gibi yaşamadılar. Ne Ali, ne Hasan ne de Hüseyin akıllıca işler yapmadılar. Ali hariç, cesur da değildiler. Yukarı da Hasan’ı anlattık. Bu da Hüseyin’in gerçek karakterine bir örnek.

Muaviye sonunda oğlunu veliaht ilan etti. Burada önemli olan nokta şudur. Muaviye, Ali halife olduğunda ille de şura halifeyi tayin etsin diye tuttururken, kendi halife olduğunda şurayı boş verip işi hanedanlığa çevirmiştir. Oysa İslam da şura esastır. O dönemin şartlarında, gerçekte hakkıyla uygulanmasa da, ileri gelenlerden bir meclis kurulur ve onlar halifeyi seçerdi. Muaviye’den itibaren İslam devleti tamamen İslami kimliğinden uzaklaşıp bir krallığa dönüşmüştür. İslam yazarları utanmadan onun nasıl bir dini yok ettiğini görmezden gelirler. Sanki kurulan bir imparatorlukmuş gibi Muaviye’nin nereleri fethettiğini anlatırlar. Oysa temel amacı bir dini yaymak olan bir harekettir bu. Amaç dünyayı fethetmek değil, bir dini yaymaktır. Dolayısıyla bu hareketin başındaki kişinin dürüst, ahlaklı, dünya malı peşinde koşmayan, erdemli biri olması gerekir. Hilekar, katil, suikastçi biri değil.

MUAVİYE’Yİ KUTSALLAŞTIRMAK İÇİN SÖYLENEN YALANLAR

Muaviye’nin bizzat kendisi, satın aldığı tarihçiler, şairler ve hadis uydurucuları hep onu kutsallaştırmak istemiştir. Bunun içinde sayısız yalanlar uydurulmuştur. Amaç haksız yere hilafeti ele geçirmiş ve onu hanedanlığa çevirmiş Muaviye’yi o makama layık göstermek, kılıç zoru ile Müslüman olan bir aileden geldiğini unutturmak ve katliamlarının üstünü örterek onu kutsal biri gibi göstermektir.

GİZLİ MÜSLÜMAN MUAVİYE

Bu yalanlardan biri Muaviye’nin 629 da Umretu’l-Kaza sırasında gizli Müslüman olduğu ve babasından korktuğu için söyleyemediğidir. (Umretu’l Kaza, Mekkelilerin 629 yılında Müslümanlara Kabe ziyareti için izin vermelerine denir.)Bu yalan yetmez; aslında babası da biliyordu derler. Yani; bunun babası önceden Müslümandı demeye getirirler. Hızlarını alamazlar, Umre sırasında Muaviye Muhammed’i tıraş etti derler.

Buna cevap olarak, o zaman neden Muhammed Muaviye ve ailesine ‘sonradan Müslüman olanların hakkı’ kadar (Müellef-i Kulup) ganimet verdi diye sorarız. Yine umre sırasında Mekkeliler şehri üç günlüğüne Müslümanlara bırakmıştı. O esnada da ortam çok gergindi. Bu durumda nasıl olurda Muaviye Mekke’de kalabilir, hem de yanına kadar sokulabilip, Muhammed’i tıraş edebilir diye de sorarız. Zaten sayısız kaynak onların şeklen Müslüman olduğunu defalarca işlemiştir.

(İbn Sad,7,406,Zübeyri,124,Bağdadi,Tebyin,176; Zehebi,Nübela,3,120-122;İbnHacer,Takribu’t-Tezhib,2,259,el-İsabe,3,433;Belazuri,Ensab,4,13,Futuh,459;İbnAbdilberr,3,395;Zübeyrbin Bekkar,334-335;İbn Temiyye,21,İbn Kuteybe,el-mearif,339;Makdisi,6,108)

MÜJDELENMİŞ MUAVİYE

Yine Muaviye ile ilgili uydurmalardan biri de kahin rivayetidir. Amaç Muaviye ileri de büyük adam olacak imajı vermektir. Ama komik olan burada olayın öznesi olan Muaviye’nin annesinin zina yapması ve sonrasında Muaviye’nin doğmasıdır. Hind bin Ukbe (annesi) cahiliye döneminde zina ile suçlanır. Hind’de aklanmak için Yemenli bir kahineye gider. Yemenli kahine de ‘Sen zina yapmadın’ der ve sonra ekler. ‘Bir melik doğuracaksın, adı da Muaviye olacak.’ Burada Muaviye’yi öveyim derken onu piç yapan zihniyete gülümsüyorum. ( İbn Abdirabbih,7,92-93; İbn Kesir,el-Bidaye,8,120;Suyuti,Tarihu’l Hulefa,198)

Bir diğer uydurma da Muaviye’nin küçükken onu gören bir Arab’ın Hind’e ‘Vallahi ben öyle zannediyorum ki o, ileride kavmini yönetecek’ demesidir. güya Hind’de ‘Sadece kavmini mi yönetecek, bütün Arab’ı yönetmesi gerekir’ diye cevap verir. İktidar sende. Herkesi bir şekilde susturmuşsun. Meydan boş. Elbette yalanlar peş peşe gelecek. (İbn Arabbih,2,146;Zehebi,Nübela,3,121;İbn Kesir,8,121;İbn Hacer,el-İsabe,3,433)

ALTIN KALEMLİ KATİP MUAVİYE

İslam’a hadis uydurmacılığını sokan kişi Muaviye’dir. Onun dönemine kadar sadece 500 olan hadisler, bir buçuk milyona çıkmıştır. Sadece kendisi 163 hadis uydurmuştur. O nedenle her zaman, hadislere bakarak İslam yorumlanamaz derim.En iyisi hadisleri bir kenara bırakıp, sadece Kuran’a bakmaktır. Çünkü hadislerin neredeyse tamamı yalandır. Şimdi hadis adı altında uydurulan yalanlara bakalım.

Ebu Hureyre denilen, yalancılığı ve Muaviye’den para aldıkça hadis uydurması ile ünlü Yahudi kökenli İblis anlatıyor.(Peygamberden duymuş!!!)’Muhammed; ‘Cebrail bana geldi ve ey Muhammed, Allah vahyini bana ve sana emanet etti, sen de Muaviye’ye emanet et.’ dedi. (Muhammed buna rağmen!! her nedense Muaviye’yi azletmek isteyince Allah Cebrail vasıtası ile Muhammed’i ikaz eder. ‘Ey Muhammed, Allah’ın vahyini yazmak için seçtiğini azletmek senin hakkın değil, onu yerinde bırak, çünkü o emindir.’ Görüldüğü gibi Muaviye burada Muhammed’in de üzerine çıkarılmakta, direk Tanrı’dan torpilli biri durumuna yüceltilmektedir. Hatta vahiy emaneti özelliği ile adeta peygamber gibi kutsanmaktadır. Bu İslam dinine ihanettir ve şirktir. Açıkça dinden çıkmaktır. (Belazuri,Ensab,4,127;Zehebi,Nübela,3,129)

Bu sefer Enes isimli İblis sallıyor. ‘Cebrail altından bir kalemle indi ve şöyle dedi: ‘Ya Muhammed, Yüce Allah şöyle buyuruyor: ‘Ben kendi katımdan Muaviye’ye bir kalem hediye ettim. Ona bu kalemle Ayete’l Kürşi’yi yazmasını, harekelemesini ve noktalamasını emret.’

Sıra İbn Abbas’da:’Ayete’l Kürsi nazil olduğunda Muaviye kalem aradı, bulamadı. Allah Cebrail’e hokkadan kalemleri almasını emretti ve Cebrail kalemi getirdi. Peygamber Muaviye’ye kulağındaki kalemi almasını söyledi. Alınca ne görsün? Üzerinde la İlahe İllallah, Allah’tan emin olan Muaviye’ye hediyedir, yazılı altından bir kalem.’ Bu tür örnekler çoğaltılabilir. Muaviye’yi kutsallaştırmak adına insanlar Tanrı adına aldatılmakta ve diktatörü kutsallaştırma çabaları köpekleri vasıtasıyla büyük bir hevesle yapılmaktadır. (Belazuri,Ensab,4,127;Zehebi,Nübela,3,129)

AYETE’L KÜRSİ YALANI

Baştan sona yalan olan ve tarihi olarak ta her cümlesinin yalan olduğu ispatlanacak olan bu ve benzeri sözlerden sadece Ayete’l Kürsi konusuna değinmek istiyorum. Çünkü bu kelime Sünni dünyasında kutsal bir söz gibidir. Ayrıcalık tanınır ve sadece onun yazdığı kitapçıklar basılır. Şu kadar Ayete’l Kürsi okursan, şu kadar sevap kazanırsın denilir. Oysa bu kelime Muaviye’yi kutsamak için seçilmiş bir oyun aracından başka bir şey değildir.

Ayete’l Kürsi denilen, Bakara suresinin 255. ayetini insanlar sürekli okudukça onu Muaviye’nin yazdığını hatırlayarak kutsasınlar istenmiştir. Tüm amaç Muaviye’yi yüceltmektir. Yine söylüyorum, Muaviye tek bir Kur’an ayetini bile yazmamıştır. Vahiy katipleri Ali, Osman, bunlar yoksa Ubey bin Kab ve Zeyd bin Sabit’tir.

Bakara Suresi Hicretin ilk yıllarında indi. Bir tek 281. ayet veda haccında indi diye söylenir. Ben katılmıyorum ama 281’in başka zamanda indiğini kabul etsek bile 281 hariç tüm ayetler Muaviye Müslüman olmadan çok önce indi. Kaldı ki Muaviye’nin yazdığı iddia edilen 255. Ayet olduğuna göre yalan apaçık ortaya çıkar.

(Ahmed bin Hambel, Fadailüs Sahabe,168;İbn Kesir,Tefsirül Kuranü’l Azim,4,349;Belazuri,ensab,4,11;Yakubi,2,80;İbn Abdirabbih,4,245-5,8;Zehebi,Nübela,3,122,123,129;Hanbeli,1,65;Nisaburi,Garaibul Kuran,1,117;İbn Kesir,muhtasar,tefsiri İbn Kesir,1,26;cehşiyari,12;İbn Hacer el İsabe,3,434;Mesudi,et-Tenbih,246,)

TANRI’DAN TORPİLLİ NEBİ MUAVİYE

Muaviye’nin haksız iktidarını legalize etmek adına Muaviye birçok yöntemle kutsanmaya, sanki Tanrı ve Muhammed onun iktidarını istiyormuş gibi hak sahibi yapılmaya çalışılır. Kimi zaman peygamber ağzından emin kişi olduğu, kimi zaman Muhammed’in ağzından Muaviye’yi devletin başına getirin dendiği, kimi zaman yine Muhammed’in ağzından onun Şam’ı alacağı, halife olacağı, bizzat Muaviye’nin uydurduğu hadiste Muhammed’in ona sen halife ol dediği ve en sonunda da ağızlarındaki baklayı çıkarıp Muaviye’nin neredeyse peygamber yapılacağı söylenir.

‘Muaviye hilminden ve Rabbimin kelamı üzerine güvenilirliğinden dolayı nerede ise Nebi olarak gönderilecekti’ (Zehebi,3,127-130; İbn Kesir, el-Bidaye,8,126; Ahmed Bin Hanbel,Müsned,2,101; İbn Abdirabbih,5,122)

Kardeşlerim İslam’da son peygamber Muhammed’dir ve ondan sonra peygamber olmayacaktır. Muaviye’nin köpekleri o kadar hızlarını alamıyorlar ki bu temel kuralı bile umursamıyorlar. Aslında bu durum mantıklı. Çünkü onlar Tanrı’ya falan inanmıyorlar. Tek amaçları çıkarlarını korumak. Egemen ile aralarını iyi tutmak. Bu sayede bir yal kapısı daha bulabilmek.

CENNETLİK MUAVİYE’Yİ SEVMEK FARZ

İş bununla da kalmıyor. Çünkü o devrin insanları olan biteni biliyor. Ne yapılsa işe yaramadığı oluyor. O zaman gelsin dinsel zorbalık.

‘ Cebrail üzeri yazılı bir sahife getirdi ve üzerine La İlahe İllallah, Muaviye sevgisi kulların üzerine farzdır’ (Zehebi,3,130-131)

Haydi sıkıysa sevme. Kellen gider. Artık diktatörü sevmek farz oldu.

Neredeyse peygamber yapılacak bu caninin cenneti de garanti olmalı değil mi? Abdullah bin Ömerden ‘Cafer bin Ebu Talip Resulullah’a dört adet ayva getirir. Resulullah da onlardan üç tanesini Muaviye’ye vererek ‘cennete beni bunlarla karşıla’ der. (Belazuri,Ensab,4,127; Zehebi,3,130)

İnanın neye güleceğimi şaşırdım. Bu lafın Abdullah gibi hep Muaviye düşmanı olmuş birinin ağzına konmasına mı, Muaviye ile can düşman olan Ali’nin kardeşinin ayva getirmesine mi, cennet meyvesinin ayva olduğunu bunlardan öğrenmeme mi, yoksa cennete girmenin ayvayı yemek olduğu gibi komik mesajına mı?

‘Resulullah’ın yanında oturuyordum. Resulullah, ‘Şimdi şu yoldan cennet ehli olan birisi çıkıp gelecek’ dedi. Arkasından Muaviye çıktı geldi, o mu dedim. O da ‘evet’ dedi. (Belazuri,Ensab,7,126)

Hani peygamber şimdi şu yoldan soyumu kurutacak bir katil, bir iblis gelecek dese anlardım da bu sözleri her düşünen gibi anlayamıyorum. Birde Muaviye’ye Muhammed’in hayır duası ettiğine dair hadisler var ki evlere şenlik.

MUHAMMED’İN HALİFE TAYİN ETTİĞİ MUAVİYE

‘Muaviye bir gün insanlara hitap ederken şöyle der:’ Bir gün Resulullah’ın abdest suyunu döküyordum, kafasını kaldırdı ve bana şöyle dedi. ‘Benden sonra ümmetimin işlerini sen yükleneceksin, bu gerçekleştiğinde onların iyiliklerini taltif et, kötülüklerini affet’ buyurdu. Muaviye konuşmasına devam ederek, ‘Ben bu makamı elde edene kadar ümit içinde yaşadım.’ (İbn Abdirabbih,5,122;Ahmed Bin Hanbel, Müsned,2,101; Zehebi,Nübela,3,131)

‘Ayşe’ye isnat edilen bir habere göre: ‘Muhammed yaptığı bütün işleri Allah’tan aldığı vahiy ile yaptığını söyledikten sonra Muaviye’ye ‘Allah sana hilafet gömleği giydirse ne yaparsın’ der. Bunun üzerine Ümmü Habibe ( Muaviye’nin ablası) Resulullah’ın önüne gelerek oturur ve ‘ya Resulullah, Allah ona hilafet gömleğini giydirecek mi’ diye sorar, o da tasdik eder. Fakat bir takım problemlerin olacağını söyler. Sonra Ümmü Habibe peygamberden Muaviye için dua etmesini ister.(İbn Kesir,el-Bidaye,8,123)

İlk hadis Muaviye’nin bizzat uydurduğu, ikincisi de bence Ayşe’nin ağzına konmuş bir diğer uydurma hadistir. Çünkü Ayşe; en azından, kendi kardeşini eşek leşine koyup yaktırtan adam için bunları söylemez. Amaç aynıdır. Kendine sanal bir kutsallık kisvesi oluşturmak. Çevresindeki yalakalarla birlikte el birliği ile bu algı oluşturulmaya çalışılıyor. Beni acı şekilde güldüren şey, ya da soru; Muhammed’in Muaviye’nin halife olduğunu bilebilmesi ama bu caninin kendi soyunu kurutacağını bilememesidir. Elbette Muhammed’in bunları söylemediği, bu soytarı ile belki de hiç sohbet bile etmediği açıktır.

MUAVİYE’NİN KADERCİLİK ANLAYIŞI İLE TİRANLIĞINI SÜRDÜRMESİ

Muaviye Kuran ayetleri ve emirleri ile istediği oynamıştır. Bazen halifenin ölümünün bizzat tezgahlayıcısı, bazen şura ile halife seçme meraklısı, bazen hilafetten vazgeçip krallık kurmak istemesi sırasında hep Kuran’ı kendine rehber göstermiştir. Elbette tamamen çarpıtarak! Sürekli tekrar ettiği şeylerden biride kadercilik ve Tanrı istedi, öyle oldu anlayışıdır. Kendi halife olması, birilerini yok etme hakkını kendinde bulması, Tanrı istediği ve kader olduğu içindir. Ama aynı durum başkaları için söz konusu olduğunda ise, o kişi, Tanrı’nın emrine karşı gelen, bir an önce o görevden alınması gereken kişidir. Şimdi bu düşüncesini örnekle açıklayalım.

‘Yer Allah’ındır, ben de Allah’ın halifesiyim. Dolayısıyla ben Allah’ın malından ne alırsam, artık o mal benimdir. O maldan ne terk edersem o da bana caizdir.’ (İhsan Süreyya Sırma, Hilafetten saltanata Emeviler dönemi, 42).

Yine başka bir sözünde, ‘ Beni iktidara Allah getirdi. Halifelik Allah’ın bize verdiği bir mülktür. Toprak Allah’ındır, bende Allah’ın halifesi olduğuma göre, toprakta bütün tasarruf benimdir. Allah halifelerini cehennemden uzak tutmuş, cenneti onlara vacip kılmıştır.’

İşte bu kadar! Konu bensem birden Müslümanların değil (Emirül mümin), Tanrı’nın halifesi (halifetullah) olur çıkarım. Hatta Tanrı gibi, ne istersem yaparım. Bir nevi Tanrı benim. Bütün mallar benimdir. Elbette saraylarda yaşarım. Asarım, keserim, insanları kölem gibi çalıştırır, onların emeklerinden servet yaparım. Bu hakkım çünkü; ben halifeyim. Nokta!

Oysa Tanrı Kuran’da tam aksini söylüyor. ‘( Davud peygambere hitaben) Ey Davud, seni yeryüzünde bir halife yaptık. Artık insanlar arasında hakla hükmet, geçici hevese uyma ki, seni Allah yolundan saptırmasın. Allah yolundan sapanlar için, hesap gününü unutmuş olmaları yüzünden şiddetli bir azap vardır.'(Sad 26)

Muaviye Sıffın savaşındaki hileleri başta olmak üzere, yaptığı tüm düzenbazlıkları, katliamları Allah’ın istediği şekilde gelişen olaylar olarak yansıtmıştır. Böylece yaptığı bütün haksız ve keyfi uygulamalar meşrulaşmış, sonrasında iktidarını ebedileştirmiştir. Bu dine dayalı gösterilen tavır, tüm muhaliflerinin tasfiyesini de legalize etmiştir. Yani Tanrı istemiştir ve kader böyledir. Artık kurulan saltanat; Tanrısal bir kader olarak, çağlar boyu Müslümanları mahvedecek olaylar zincirinin başlangıcı olacaktır. Emeviler kadere inanmak kavramını imanın şartları arasına koyarak, yapacakları her türlü hırsızlığın ve cinayetlerin alt yapısını oluşturdular. Yani biri iktidarı ele geçirdiğinde, ona kayıtsız şartsız itaat bir iman borcu haline getirildi. Öyle ya, artık kader bir iman şartıdır!

Oysa Nahl Suresinde tam da bu kader, Tanrı isteseydi olurduya bir cevap vardır. ‘Şirke batanlar dedi ki, eğer Allah isteseydi biz de, atalarımızda Allah dışında bir şeye ibadet etmez, O’na rağmen hiç bir şeyi haram kılmazdık. Onlardan öncekilerde aynen böyle yaptılar. Resullere düşen, açık bir tebliğden başkası değildir.’ (Nahl,35)

MUAVİYE’NİN HALKI KÖLELEŞTİRMESİ

Bakara 104. Ayette ‘Ey iman edenler! Bizi gözet demeyin. Ve bize bak diye konuşun ve dinleyin. Kafirler için korkunç bir azap vardır.’ der. Yaşar Nuri bu ayetteki Raina kelimesini davar gibi gütmek diye yorumlar. Yani ‘kendinizi davar gibi güttürmeyin, köleleşmeyin’ diyor der.

Aslında ilahiyatçıların ayet kırpma huyu burası içinde geçerlidir. Çünkü bu ayet öncesinde Tanrı Yahudilere çatar. Tevrat’ı indirdiği zaman Yahudilerin inanmamasını eleştirir. Yani ona inanmadınız, buna da inanmıyorsunuz der. Aslında öncekilerin gözetiminde kalmak yerine değişime açık olun, yani Müslüman olun demektedir. Köleleşmeyin falan diye bir mesajı yoktur. Ancak başta Yaşar Nuri olmak üzere bazı ilahiyatçılar bu ayetin Müslümanlara köleleşmeyin emri olduğunu iddia eder.

Ama bunca zorlamaya gerek yoktur. Çünkü İslam zaten diğer dinler gibi, olanı reddeden, yeni bir anlayış getirmek isteyen bir dindir. Tabiatı gereği isyankar insana ihtiyacı vardır. Çünlü istenen değişimdir. Değişim de olanı kabul eden, hoşgören anlayış ile yapılamaz. Her ne şekilde bakılırsa bakılsın, İslam kendi inanç önderliğini yapanlardan, kendi ile ilgili olanları koşulsuz kabul etmek kaydıyla, her şeyi kabul etmeyen ve doğruculukta ısrar eden, ve eleştirel yapıda olmasını bekler. Yani İslam, sürü toplumu zaten mantığı itibarıyla istemez. Zorlama yapmanın anlamı yoktur.

Ancak Muaviye ile birlikte İslam toplumu gerçekten de köleleştirilmiş, konuşma, doğruları söyleme, hakkını isteme tarih olmuştur. Tam bir diktatörlük düzeni ile insanlar din adına, Tanrı adına sürüye dönüştürülmüştür. Sesini çıkarmak isteyenler, acımasızca katledilmiştir. Köle yapılan insanlara verilen mesaj ise hep şu olmuştur. Bize köle olun. Biz sizin dininizin teminatı oluruz. Biz olmazsak din elden gider. Bizi desteklemezseniz cennete giremezsiniz.

UHUD ŞEHİTLİĞİNİN YOK EDİLMESİ

Muaviye’nin alçakça uygulamalarından biri de Hamza’nın yattığı Uhud şehitliğini Medine’ye su getireceğim bahanesiyle yok etmesidir. Annesi Hind hatırlayacağınız üzere Hamza şehit edildiği zaman, onun ciğerlerini çiğnemiş, burnundan, gözünden, kulaklarından kolye yapmış (müsle yapmak) ve kutlamıştı. Belli ki annesindeki intikam ateşi oğluna da geçmiş, o da Hamza’yı mezarında bile rahat bırakmamıştır. Muaviye öylesine kin doludur ki su kanalını tam Hamza’nın mezarının üzerinden geçirecek kadar şerefini yerlere indirir. Bu Hamza, Muhammed’in amcası ve Muhammed’in ‘ şehitlerin efendisi, Hamza ve bir de azmış-zalim sultanlara karşı hakkı dile getirdikleri için şehit edilenlerdir.’ dediği Hamza’dır. (Ebu Zehre, İmam Zeyd,66, Yaşar Nuri, lanetlenen soy,69)

MUAVİYE İLE BAŞLAYAN ARAP KÜLTÜR EMPERYALİZMİ

Gerçi Ömer zamanından beri başlamış bir Arap ayırımcılığı vardı. Ama bu ayırımcılık Muaviye zamanında daha da arttı. Ordu tamamen araplardan oluşuyordu. Mevali denilen arap olmayan müslümanlara ikinci sınıf insan muamelesi yapılıyordu. Yine uydurulan hadislerle Türklere son derece ırkçı bakış açısı vardı. Muaviye ve devamında Emeviler Arapçayı kutsal dil olarak tanıttılar. Arap kültürü İslammış gibi yansıtıldı. Bu gün hala devam eden Arapça Kuran okuma, arap harflerini kutsal sayma, başka kültür ve ırktan insanların arapça isimleri çocuklarına koyması Emevi döneminde başlayan kültür emperyalizminin bu güne kadar devam etmesinden başka bir şey değildir.

Muaviye arap olmayanların artan nüfusunu onları topluca katlederek yoketmek istemiş, ancak danışmanlarının olumsuz görüşü üzerine vazgeçmiştir. ( İbn Abd Rabbih,3,326)

MUAVİYE’NİN CAMİ VE İBADET GELENEĞİNDE YAPTIĞI TAHRİFATLAR

CAMİDE AYIRIMCILIK: Muaviye camiler de (muhtemelen kendini korumak için ya da hükümdarlığını insanlara hep göstermek için) Maksura denilen sultan mahallini koyduran kişidir. İslam da insanların mesleği, kimliği ne olursa olsun cami de eşittir. Sen bakansın, sen müdürsün diye kimse öne geçemez. İşte İslam’ın en temel direklerinden biri olan ibadet eşitliğine Muaviye tarafından çok büyük bir darbe indirildi. Ondan sonra, çağlar boyunca Cuma namazlarından tutunda, cenaze namazlarına varıncaya kadar, siyasetçiler başta olmak üzere, hep egemenler ön saflarda yer aldı. Padişahlar için camilerde özel yer ayırıldı. Buda İslam’da ki Tanrı katında tüm insanların eşitliği ilkesini yok etti. Artık insanlara böyle olması normal gelmeye başladı.

ALİYE LANET OKUTTURMA GELENEĞİ: Osman’ın katledilmesi sonrası Muaviye’nin başlattığı bu alçakça gelenek, hep sürdü. Her zaman, her yerde ve Muaviye’nin ölümünden sonra bile! Bu rezilliği Hasan seyretti. Hüseyin seyretti. En önemlisi İslam alemi seyretti! Ali gibi Muhammed’e hem akrabalık, hemde dini seviye açısından en yakın kişi lanetlendi. Karşı çıkanalr katledildi.Tam yetmiş yıl! Üstelik bu şerefsizliği yapan kişinin icadı olan Sünnilik baştacı edildi. Bu rezilliğin üzerine ne söylenebilir ki? Yorumu size bırakıyorum.

‘Muaviye, Ali’yi lanetlemeyi reddeden Abdurrahman bin Hassan’ı Kufe valisi Ziyad İbn Ebih’e (İslamın dört dâhisinden biri!!) emrederek diri diri toprağa gömdürdü. Piç Ziyad diye de bilinen bu vali, konuştuğu sırada kendine çakıl taşı atarak protesto edenlerden seksen kişinin ellerini kestirmiştir. Günümüz saltanat dincilerinin en küçük bir eleştiriye dahi tahammül edemediklerini, bu eleştirileri yönelten küçük çocukları bile ağır şekilde cezalandırdıklarını, dinciliğin bu lanetli geçmişini unutmadan değerlendirmek lazım’ ( Yaşar Nuri,lanetlenen soy,105)

‘Şam’da başlatılan bir gelenek, ilişkilerin her daim gergin kalmasına sebep olmuştur. “Sebb” şeklinde ifade edilen, Hz. Ali ve taraftarlarının kötülenmesi, Hz. Osman ve taraftarlarının ise övülmesi temeline dayanan bu uygulama, Muaviye tarafından kararlılıkla işlenmiştir. Öyle ki Muaviye, bu uygulamanın aksatılmamasını valilerine de sıkı sıkı tembih ederek, sebbi resmî bir devlet politikası haline getirmiştir. Aslında böyle olacağının ilk işaretleri, Muaviye tarafından halifeliğinin daha ilk zamanlarında verilmişti. O, halife olduğunda Hz. Ali taraftarlarının yoğun olarak yaşadığı önce Kufe, ardından da Basra’dan beyat aldıktan sonra buradan ayrılışı sırasında Hz. Ali’ye lanet okuyup durmuştu. Bir anlamda, iktidarın muhalefet üzerindeki koyu gölgesini temsil eden, serin nefesini hissettiren bu uygulama, Muaviye iktidarının güçlü valileri Mugîre b. Şu‘be ve Ziyad b. Ebîh dönemlerinde de istikrarla sürdürülmüştür. Her ne kadar Mugîre’nin Kufe valiliği esnasında herkes fikirlerini açıkça söyleyebilecek ve savunabilecek kadar müsamahalı bir ortam oluşmasına rağmen, Hz. Osman’ın yüceltilirken, Hz. Ali ve sevenlerine lanet okunması şeklindeki sindirme kampanyasında bir aksama olmamıştır. (Belâzurî, Ensâb, XIII, 5720; Taberî, Tarih, II, 12-20; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 472;Varol, M. Bahaüddin, “Emevîler’in Hz. Ali ve Taraftarlarına Hakaret Politikası Üzerine”, 8, 83-107;Belâzurî, Ensâb, XIII, 5720; Taberî, Tarih, II, 12; İbn A’sem, Fütûh, II, 298; Aycan-Sarıçam, Emevîler, s. 15; Taberî, Tarih, V, 174; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 421.)

Hz. Ali taraftarlıgının, siyasî-dinî bir mezhep olarak kurumsallasmasına ve devlet ile aralarındaki düsmanlıgın artmasına etki eden faktörlerden birisi de, Muâviye’nin ve sonraki halifelerin Hz. Ali ve Ehl-i Beyt’ine yönelik olumsuz propagandaya devam etmeleri olmustur. Hz. Hasan’ın hilâfet’i terkedip Kûfe’den Medine’ye gitmesinin ardından nefislerindeki mücadele ruhu sönmüs olan Kûfeliler, yönetimi mutlak olarak elegeçiren Muâviye’ye gönülsüz de olsa biat etmislerdi. Ancak, Muâviye’nin minberlerde Hz. Ali ve onun Ehl-i beytine yönelik hakaret ihtiva eden yaklasımları, bir taraftan Hz. Ali taraftarlıgını dinamik tutmus, diger taraftan da onların kendisine olan kin ve düsmanlıklarını artırmıstır. Kûfe valisi Mugire b. Su’be, Muâviye’nin emri geregi her hutbeye çıkısında Hz. Ali’yi lânetlemeye devam etmesine daha fazla dayanamayan Hucr b. Adiy ayaga kalkarak, itirazda bulunmustur. (Onat, Hasan, Emevîler Devri Şii Hareketleri ve Günümüz Şiiliği, 58; Aycan, İ., “Emevî İktidarının Devamında Sakif Kabilesinin Rolü”,Yakubî, II, 139-140; Dîneverî, , 223; Taberî, IV, 188-189; İbnu’l-Esîr, II, 489)

‘Muaviye’nin, iktidarının ve devlet otoritesinin sarsılmazlığı adına yaptığı benzer bir uygulamayı da Hz. Ali taraftarlarının önde gelen ismi Hucr b. Adiyy’in öldürülmesi olayında görmekteyiz. Muaviye’nin Kufe valisi Ziyad b. Ebîh, huzursuzluk çıkararak devlet ve milletin birlik-bütünlüğünü bozan faaliyetlere giriştiği gibi gerekçelerle, uzun bir kovalamacadan sonra Hucr b. Adiyy ve beraberindeki bir grubu yakalamıştı. Tutuklanan bu gruptan bir kısmı, kabile büyüklerinin araya girmeleri ve Muaviye nezdindeki kredilerini kullanmaları suretiyle serbest bırakılmıştı. Hucr’un da affı için devreye girildiyse de Muaviye bu teklife sıcak bakmamış, Hucr’un tehlikeli bir ele başı olup serbest kaldığı taktirde yeniden şehirde fitne çıkarabileceğini sebep göstererek idam edilmesini emretmişti.( Belâzurî, Ensâb, IV, 250-252; Taberî, Tarih, V, 257 ; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 326)

Burada bahsi geçen Hucr’un hikayesi ve sonuna bir bakalım.‘Ali taraftarlarından Hucr bin Adiy ve altı arkadaşı, Muaviye’nin kendi kadısının suçsuz bulmasına rağmen asıldı.’ Üstelik Muaviye Hucr’un mezarını kendi elleriyle kazdı.(Taberi,2,134,144;İbn Sad,5,2129) Hucr en seçkin sahabelerden biriydi. Cemel ve Sııffın savaşlarında Ali’nin komutanlarından biriydi. Anı Hucr hasan Muaviye ile anlaşıp hilafeti ona bıraktığında Hasan’a; ‘ Bu yaptığın yüzünden adaletten çıkıp zulme girdik. İçinde bulunduğumuz hakkı terk edip, eleştirdiğimiz batıla yaklaştık.’ diyen kişiydi. ( Belazuri, Ensab,3,365)

CAMİDE PROPAGANDA: Muaviye döneminden başlayarak camiler Emevi propaganda merkezine dönüştürüldü. Günümüze kadar uzanan camileri siyaset ve propaganda merkezleri olarak kullanma geleneği o zaman başlar. Artık camiler siyaset merkezleridir. İktidara gelen dinci liderler camilerde sürekli kendi lehine propaganda yapacak ve muhalefeti karalayacak, hatta lanet okuyacaklardır. Yukarıda anlattığımız Ali’ye lanet okutturma buna bir örnektir.

CUMA HUTBELERİ: Muaviye normalde namazdan sonra okunan Cuma hutbelerini, namazdan önceye almıştır. Oysa bu Muhammed’den beri süregelen uygulamaydı. Dört halife de bunu devam ettirmişlerdi. Üstelik sadece sünnetti. Farz değildi. Dinleme zorunluluğu yoktu. Ama peygamber nesline edilen küfürler ve siyasi propagandadan dolayı, namazdan sonra hutbe adı altındaki lanetlemeler ve siyasi propagandadan kaçmak isteyen Müslümanlar camiyi terk edip, hutbeleri dinlemeyince, insanlara zorla propaganda yapmak için, hutbe öne alındı. Üstelik uzatıldıkça uzatıldı. Oysa Muhammed’in hutbesi çok kısaydı. Zaten çoğu da Kuran’dan ayetlerdi.

Uydurdukları hadislerde hep hatip minbere çıktığında susulur dediler. Oysa Muhammed zamanında ne hatip vardı ne de minber. Muhammed cemaatin içinde ayağa kalkar, kısaca bir iki ayet okur ya da bir iki cümle eder sonra yerine otururdu.

Hutbe öne alınınca, namazı beklemek zorunda kalan Müslümanlar, mecburen hutbeleri dinlemek zorunda kaldı. Böylece namazla ilgili bir Muhammed’i gelenek kirli amaçlar için yok edildi. İşin trajikomik yanı, kendine ehl-i sünnet ya da Sünni diyen mezhebin kurucusu olan Muaviye’nin, peygamberin sünnetlerini birer birer yok etmesidir.

‘Resul ve dört halife döneminde hutbeler namazdan sonra okunurdu. Emeviler bunu namazdan önceye aldılar. Çünkü onlar hutbelerinde helal olmayan şeyler söylerlerdi. Halk bunları dinlememek için namazdan sonra camiyi terk ederdi. Hutbeyi, farz olan namazdan önceye aldılar ki halk onları mecburen dinlesin.’ (Serahsi,el-Mebsut,2,37)

UYDURMA HADİSLER: Yukarıda da belirttiğimiz gibi Muaviye dönemi uydurma hadis şampiyonluğunun olduğu dönemdir. Bu hadislerle çağlar boyu dine şekil verildi, kararlar alındı. Yani yalan bir din oluşturuldu. İnsanlar bu yalanlarla susturuldu, köleleştirildi. Ömer zamanında derlenen hadisler sadece 500 idi. Muaviye döneminde sadece Ebu Hureyre (para karşılığı hadis uydururdu, bu adam haksız servet edindiği için Bahreyn valisi iken Ömer tarafından dövdürülmüş biridir) 5374 hadis uydurdu. Bu adam Ömer zamanında tek bir hadis katkısı olmayan biriyken, şimdi Muaviye için bu kadar hadis uydurabiliyordu. Düşününkü hayatı Muhammed’in yanında geçmiş Ali’ye isnat edilen hadisler ( ki bunların da çoğu uydurmadır) sadece 536 dır. İslam’ın Muhammed’den sonra yolu, kararların Kuran kaynaklı ve destekli konulması olduğundan, hadislere itibar edilmemişti. Çünkü suistimal edilmesi ihtimali ve Tanrı’nın değil, Muhammed’in kutsallaştırılması tehlikesi vardı. Haklı da çıktılar. Hadisler dini temelinden havaya uçurdu. Din tanınmaz hale geldi. At izi it izine karıştı.

Hadis uydurmacılığından maksat Muaviye’yi yüceltmek ve kutsamaktı. Ama sonuç bu maksatı da aştı. Ortada din diye bir şey kalmadı.

Hadislerin ilk defa kitaplaştırılması halife Ömer bin Abdülaziz zamanında oldu. Yazanlardan biri olan İbn-i Şihab el- Zühri’nin hadis üstadı Urve bin Zübeyr, onun hadis üstadı da Muaviye ve Mervan bin Hakem’di. Yani bu güne uzanan hadislerin neredeyse tamamı yalandır, uydurmadır. Bakın hadisçiliğin ne kadar tehlikeli olduğuna bir örnek vereyim. ‘ Benim ümmetimden cennete gidecek olanlar yalnız Sünniler olacaktır.’ Böyle bir saçma sözü Muhamed’in söylediğine ihtimal vermek bir yana, din tacirleri bu söz üzerinden propaganda yapmaktadır. İnsanları din yoluyla, peygamber yoluyla bölmek isteyen karanlık tacirler, bunun için hadis zulmünü kullanıyorlar ama kimse buna dur demiyor.

CEMAATLE NAMAZ KILMAK: Bir yandan Ali’ye okunan lanetler, bir yandan camilerin siyaset merkezlerine dönüşmesi, sürekli Muaviye’yi kutsallaştırma derecesinde propaganda yapılması nedeniyle insanlar camilere gelmemeye başladılar. Bunun üzerine uydurma hadisler yoluyla, cemaatle namaz kılmanın tek başına namaz kılmaya göre yetmiş kat sevap kazandırdığı yolunda yalanlar uyduruldu. Hatta evinin yakınında cami varken, namazını evde kılmanın günah olduğu propagandası yapıldı. Bu yalan içinde hadisler uyduruldu. Amaç insanları camilere çekmek ve orada beyin yıkamaya devam etmekti. Zaten her yere cami yaparak, insanların oralara mecburen gelmesini sağlamak istediler. Oysa Kuran tam tersini söylüyordu. ‘Evlerinizi kıble yapın, namazı orada yerine getirin. Yunus 81) Bu ayette Mısır’daki Musa’nın ümmetine Tanrı’nın tavsiyesi aynen bu olmuştur. Ama o zaman din tacirleri propaganda yapamazlar, beyin yıkayamazlar ve halkı sürüleştiremezler. O halde boş ver Kuran’ı biz çıkarımız neyi gerektirirse, onu yalan hadislerle destekleyip yapalım. İşte bu kadar!

HUTBEDE ÖĞÜT OLARAK KURAN DIŞINDA BİR ŞEY OKUMAK: Hutbede eğer cemaate öğüt verilecekse, bu öğüt Kuran’dan seçilen ayetlerle yapılır. Çünkü İslami inanca göre en güzel öğüdü Allah verir. Kuran defalarca size öğüt verdik ya da bu size öğüt olsun diye söylendi sözlerini tekrarlar. En önemlisi de Kuran’ın kendisini başlı başına öğüt olarak niteler.

‘Bu (Kuran) insanlar için bir beyan, sakınanlar için de bir hidayet ve öğüttür. (Al-i İmran 138)

Ama tam tersine uygulamalar, Muaviye döneminde başladı. Uydurma hadislerden tutun da, hatiplerin (Hatip diye bir şey İslam’da yoktur) kafasına göre kişisel yorumları hutbeye dönüştü. Tabi ki Muaviye’nin hazırlattığı hutbeler, Ali’ye sövgülere varan sözlerden oluşuyordu. Hatipler ellerine tutuşturulan bu hutbeleri mecburen okumak zorundaydı. Düşünebiliyor musunuz kardeşlerim, Muaviye’nin ordusu bile savaş öncesi Muhammed’in kızı Fatma’ya küfrediyordu. Sırf Ali’nin eşi diye!. Daha ne söyleyeyim? İşte hutbelerin içeriği böyleydi.

HUTBEDEN ÖNCE MÜEZZİNLERİN İÇ EZAN VE AYET OKUMALARI: İslam dininde iç ezan diye bir şey yoktur. Bu uygulamayı da Emeviler başlattı. Amaç yine halkı olabildiğince cami de tutmaktı. Amaç uzattıkça uzatmaktı. Sadece iki rekat olan Cuma namazını nerdeyse iki saatte kıldırmak ve bu süre içinde habire propaganda yapmak Emevi icadıdır. Günümüzde de aynı uygulama ne yazık ki devam etmekte ve kimse ‘yahu biz ne yapıyoruz’ dememektedir.

CUMA NAMAZININ REKATLARININ HABİRE ARTIRILMASI: İki rekat olan Cuma namazının önüne arkasına, sünnet diyerek eklemeler yapıldı. Bu eklemeler o kadar çoğaltıldı ki Cuma namazı onaltı rekata çıktı. Hatta günümüzde, bu sayı daha da artırılmakta, yirmili, otuzlu rakamlara çıkarılmaktadır. Oysa İslam dininde abartmak, aşırıya kaçmak örtülü şirktir. Hele hele bilerek ibadet şekliyle oynamak, dinden çıkmaktır. Ama Emeviler bunları hiç dikkate almadan İslam diniyle istediği gibi oynadılar. Hepsi yalan temeline dayalı yeni bir din ve ibadet şekli icat ettiler. Çünkü onlar bu dine hiç bir zaman inanmadılar. Bilinmelidir ki Muhammed Cuma namazını her zaman iki rekat kılmıştır. Kaldı ki Muhammed farz dışında herhangi bir vaktin namazını kılmak istediğinde evinde kılmıştır. Kaldı ki; bu uydurma Cuma namazındaki gibi, farzdan önce şu kadar, sonra bu kadar gibi saçma sapan bir uygulamayı hiç bir zaman yapmamıştır.

‘Hz. Peygamberin cumadan önce veya sonra cami içinde kıldığı hiç bir namaz yoktur. Cumadan önce evinde iki rekat kıldığı rivayeti var ki bu da ortaklaşa kabul edilen bir rivayet değildir.’ (İbn Hemmam,3,65,246)

CUMA NAMAZININ YÖNETİMİN CAMİSİNDE KILINMASI: Emeviler halkı kontrol altına almak için kendi yaptıkları, görevlilerini kendilerinin atadığı camilerde namaz kılınmasını istemişler ve alternatif ibadet yerlerinde kılınan namazları geçersiz saymışlardır. Oysa İslam dininde herhangi bir cami ya da herhangi bir mekan şartı yoktur. Cuma cemaat ile kılınan namaz olduğundan cemaatin toplandığı her yerde bu namaz kılınabilir. Bu yer kır-bayır olur, bir park olur, sahil de bir yer olur, temiz bir binanın bir dairesi olur, hiç farketmez. Cemaatten kasıtta üç kişidir. Yani en az üç kişi cemaat sayılır ve bu üç kişinin kıldığı Cuma namazıdır ve cemaat namazıdır.

GÖREVLİ İMAM BULUNDURMAK: İslamda seçilmiş imam olmaz. İbadette lider olmaz. Bir cemaat toplanınca, içlerinden birini imamlık için öne geçirir. Elbette iyi Kuran okuyan kimse, o öne geçecektir. Ama böyle biri yoksa da, seçilen biri görevi yapar. Aynı şey Cuma namazı içinde geçerlidir. İmamlık meslek değildir. Müezzinlik ve diğer ilahiyat meslek tanımlandırmaları İslam dininde yoktur. Olması da suçtur. Namaz kıldıran kişinin bu işi meslek olarak yapması, bundan para kazanması, ayrıcalık tanınması açıkça dini ruhbanlaştırmak, içini boşaltmak ve yok etmektir. Kuran net bir şekilde ruhban sınıfını reddeder. Birilerinin dinden para kazanmasını şiddetle reddeder. Din adamlığı sıfatı ile kazanılan paralar, cehennemde din adamları dağlanırken kullanılacaktır. Bir müslümanın bir başka müslümana dini ritüeller için para vermesi ve alması İslam dinine göre suçtur. Örneğin sohbetlerde para toplanması, ramazanda evlere gidip Kuran okunarak para toplanması, sünnet, düğün, ölüm, mezarlık ziyareti gibi durumlarda din adamlarına para verilmesi ve alınması suçtur. Kura’ın bizzat kendisinin kitap olarak satılması da suçtur. Ücretsiz verilmelidir. İşte bu gün tam aksini gördüğümüz uygulamaların başlangıcı, sebebi, suçlusu Emevilerdir. Muaviyedir. Bu gün; din adamı kadrosu ile alınan maaşlar haramdır, bu kişilerin kıldırdığı namaz geçersizdir, bunların arkasında namaz kılanların namazı geçersizdir. Namaz kılınan yer de cami ya da ibadethane özelliğini yitirmiştir. Şimdi Kuran’dan bir kaç örnek ayetle sözlerimizi belgeleyelim.

‘Ey iman edenler! Muhakkak ki ahbardan (hahamlar) ve ruhbandan birçoğu, insanların mallarını bâtıl olarak yerler ve onları Allâh yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü depolayıp gizleyen ve onları Allâh yolunda infak etmeyenlere gelince, onları acı bir azap ile müjdele! (Bu paralar) cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün (onlara denilir ki): “İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin (azabını) tadın!’(Tevbe34-35)

‘Sonra onların izleri üzerinde elçilerimizi birbiri ardınca gönderdik. Meryem oğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik; ona İncil’i verdik ve onu izleyenlerin kalplerinde bir şefkat ve merhamet kıldık. (Bir bidat olarak) türettikleri ruhbanlığı ise, biz onlara yazmadık (emretmedik). Ancak Tanrı’nın rızasını aramak için (türettiler) ama buna da gerektiği gibi uymadılar. Bununla birlikte onlardan inananlara ecirlerini verdik, onlardan çoğu da fasıktı.’ (Hadid 27)

Elinizdekini (Tevrat’ın aslını) tasdik edici olarak indirdiğime (Kur’an’a) iman edin. Sakın onu inkar edenlerin ilki olmayın! Ayetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden (benim azabımdan) korkun. ( Bakara 41)

ÜÇ CUMA CAMİYE GİTMEYENİN DİNDEN ÇIKACAĞINI SÖYLEMEK: Bu günde çok etkili olan bu söz de Muaviye, Emevi kökenli bir yalandır. Yine klasik yöntemlerle, yani uydurma hadislerle halk kandırılmıştır. Peki neden bu yalan uyduruldu? Çünkü Emevi propagandasından yılan halk, artık camilere gitmemeye başlamıştı. Camilere gitmeyip, evinde namaz kılan insanları baskı altına almak ve hedef göstermek istediler. Yani ya geleceksin ya da seni kafir, dinden çıkmış ilan ederim. Üzerine cahil halkı salarım. Camilere gelmeye ve beyninin yıkanmasına mecbursun diyorlardı.

BİR SONRAKİ NAMAZI CAMİDE BEKLEMEK: Mümkün olsa insanları camilerde yatıracak olan Emevilerin bir diğer yalanı da buydu. Eğer sonraki namaz vaktini camide beklersen, daha fazla sevap kazanırsın diyorlardı. Amaçları beyin yıkama merkezleri olarak kullandıkları camilere insanları uzun süreli çekmek ve daha çok propaganda yapmaktı. Bu yalana bu günde insanlar inanmaktadır.

TERAVİH NAMAZI: Ramazan da oruç açıldıktan sonra kılınan namaz türüdür. Tam yirmi rekattır. Tamamen Emevi uydurması bir namazdır. Amaç yine aynıdır. İnsanları olabildiğince camilere çekip, beyin yıkamak! Üstelik bu öyle bir yalan kurgudur ki, akla ziyan bir rekat sayısı ile, öncesi ve sonrası ile insanlar yine oldukça uzun süreli teslim alınır. Beyinlere olabildiğince yalanlar enjekte edilir. Ne yazık ki bu gün de aynı yalan gelenek, sanki İslamiymiş gibi devam ettirilmektedir.

BAYRAM NAMAZI: Bu namazda Emevi kurgusu, uydurulmuş bir namaz türüdür. Maksat ve taktik hep aynıdır. Hadis uydur, insanları camiler topla, beyinlerini yıka, köleleştir, sonra rahatça sömür.

KANDİLLER: Bir başka Emevi uydurması da kandillerdir. İslamda kandil diye bir şey yoktur. Yukarıda tekrar tekrar söylediğimiz sebepler nedeniyle uydurulmuştur.

Muaviye’nin İslam dinini mahvedişinin özetini birkaç sözle özetleyelim ve bu konuyu kapatalım.

Muhammed’in hizmetkarı Enes bin Malik bakın ne diyor. ‘Resulden öğrendiklerimiz içinde bozulmayan tek şey şu namaz kalmıştı; onu da tanınmaz hale soktular.’

Sahabe Ebu Derda’ya sorarlar. ‘Resul, bu günkü uygulamalarımıza baksa beğenmeyeceği bir şeyimizi görür müydü?’ Cevap verir. ‘ Beğeneceği bir şeyimizi diye sorsana!’

Hasan el Basri şöyle diyor; ‘Resul şu mescitlerimizin önünde durup baksa kıble dışında değişmeyen bir şey bulamazdı.’

Başka söze gerek var mı?

MEVLANA’NIN MUAVİYE ÖVGÜSÜ

Daha önce Mevlana ile ilgili iki yazı yazmış ve onun gerçek yüzünü ortaya çıkarmıştım. Aslında yazacak daha çok şeyim vardı ama benim Mevlana öznesinde takılmak gibi bir hedefim hiç olmadı. Aydınlanma ve gerçeklerin farkındalığı adına yazacak çok şeyim vardı. Doğrusu Mevlana ile vakit kaybedemezdim.

Fakat Muaviye konusunu yazarken yine Mevlana’dan bahsetmem gerekiyor. Çünkü o, Muaviye’yi şeytanın bile altedemediği yüce bir ruh olarak tanımlıyor. O’na müminlerin dayısı diyor. Öve öve bitiremiyor. Konu Mesnevi 2. Ciltte geçiyor. Uzun uzun bu konu işleniyor. O yüzden ben kısaltacağım. Tamamını okumak isteyenler 2. Cilt 2630. Beyitten, 2820. beyite kadar okusunlar. Şimdi özet olarak Muaviye övgülerine geçelim.

Muaviye, ‘Sen kimsin adın nedir?’ deyince o, ‘Halk arasında namım İblistir’ dedi. Muaviye,’Beni uyandırmaya bu gayret niçin? Doğru söyle, yalan söz söyleme’ dedi…Şeytan ‘Artık namaz vakti geldi. Mescide gitmek lazım’. Muaviye, ‘Hayır, hayır, senin böyle bir maksadın yoktur. Senden kimseye hayır gelmez.’..İblis dedi ki,’Ben önce melektim. İbadet etmek can yüceliği idi.’…’Gerçi beni katından kovduysa da, her an onun lütfuna bakmaktayım’…Emir İblis’e dedi ki ‘Bütün bu sözler doğru, lakin…’Kibirle Hakk’a karşı saçma sapan konuştun. Ey düşman! Senin hilen bana söylendi’..İblis dedi ki, ‘Gönlünden şüpheyi gider. Ben kalp ile halis için mihengim.’ ‘İyilere yol gösteriririm. İşim daima kuru dalları kesmektir.’ (2630-2701. Beyit)

Muaviye Şeytan’a dedi ki,’Ey boşa konuşan! Beni kandırmaya uğraşıp durma.’..Muaviye dedi ki,’Ey Rabbim! Onun sözleri duman gibidir. Elimden tut, yoksa kilim kararacak’..’Ey fitneci ve aşağılık İblis! Beni niçin uyandırdın doğruyu söyle’..Muaviye dedi ki,’Senin için kurtuluş ancak doğruluktadır. Sana doğruluktan başka bir kurtarıcı yok.’..’Doğruyu söyle, seni çarmıha gerdim. Doğruyu bilirim, hile yapma.’..İnsanları azdıran Şeytan, nihayet maksadını söyleyip dedi ki, ‘Ben seni şunun için uyandırdım. Namaz cemaatle kılınırken sen de Mustafa’nın ardındakilere katılasın. Eğer namaz vaktini geçirmiş olsaydın, ahu feryadın cihanı doldururdu. Bu teessürle ağlayıp, gözlerinden yaşlar boşanacaktı. İbadetten zevk alan kimse, onun vaktini kaçırırsa sabrı kalmaz. Fakat o teessüf, o tahassür, o niyaz yüzlerce namazın sevabını hasıl eder.’ (2727-2799. Beyit)

Bunun üzerine şeytan dedi ki,’Ey adaletli emir! Hilemi artığı, eksiği olmadan dinle. Eğer namaz vaktini geçirmiş olsaydın dertlenip ahu feryadın cihanı doldururdu. O teessüf, o figan, o niyaz yüzlerce zikrin ve namazın sevabını kazanırdı. Ben seni o an uyandırdım ki ta böyle bir ah seni yandırmasın. Hatta böyle bir ah seni Hakk’a yaklaştırmaya yol ve rehber olmasın’…Muaviye, ‘İşte şimdi bana doğru söylüyordun. Senin elinden gelen ve layık olduğunda budur. Örümcek gibi senin avın sinektir. Sen beni sinek sanıp tasalanma. Bne doğanım, beni padişah avlar. Örümceğin şanı adi ve aşağılıktır.’..’Senin beni hayra sevketmekten maksadın daha iyi bir hayra mani olmak içindi.’ (2800-2820. beyit)

Sadece İslam’ın değil insanlığın da yüz karası olan Muaviye’yi Mevlana, şeytanın bile kandıramadığı yüce bir insan olarak tanıtıyor. Burada bir konu daha önemli. Sünni zihniyet namazı getirir dinin tam ortasına oturtur. Peşinden oruç, zikir gibi konular gelir. Bunlar sebebini yukarıda açıkladığımız, Muaviye ile başlayan uygulamalardır. Mevlana’ da bir namaz vaktini bile kaçırdığında çok üzülmeyi, iyi Müslüman olmakla bir tutuyor. Ama Sünni zihniyet, kötülük etmemeyi, kul hakkı yememeyi, çalışanların hakkını vermeyi, kamu malı hırsızlığı yapmamayı, insan öldürmemeyi, bilimin yolundan gitmeyi, insanların eşit olduğu gerçeğini hiç gündeme getirmez. İşte tüm bunların başlangıcı ve sebebi Muaviye’dir. Aslında İblis’in; yanlışlıkla görse, kurtarın beni bu İblisten diyerek kaçacağı biridir Muaviye. Ama Mevlana onu öve öve bitiremiyor. Çünkü O’nun sayesinde kurulan sistemin bir parçasıdır. Saraylardan nemalanan, halktan uzak, Anadolu’yu kan götürürken umursamayan, sadece boş boş konuşan, dilbazlıkla insanları kandıran biridir. Yani tam bir Sünnidir Mevlana.

Sünni demişken Mevlana Sünni olduğunu açıkça söyler ve Sünni olmayanın sonunu da iyi görmez.

‘İtizal his gözünün mezhebidir. Akıl göz visale ermiş sünnidir. İtizal ehli, duygusunun maskarası olmuştur. Dışı Sünni görünse de, içi sapmıştır. Histe kalanlar Mutezilidir. Gerçi Sünniyim derler ama değiller. Hisse bağlanmayan sünnidir. Akıl ve can gözü görüş sahibi oldu.’ (2. Cilt 61-64. Beyit)

Bu zihniyet sürekli karşımıza çıkar. Muaviye şiddetle savunulur. Ona laf eden cezalandırılır. Hemen örnek verelim. Kanuni döneminin ünlü şeyhülislamı Ebu Suud efendi’den dinleyelim.

Mesele: “Muaviye hayırlı bir kişi değildir” diyen bir kimseye şeriat uyarınca ne yapmak gerekir? El cevap: Azarlanır.

Mesele: Kutsal, temiz bir soydan gelen Muaviye’ye lanet eden bir kimseye şeriata göre ne yapmak gerekir? El cevap: Tazir beliğ ve hapis lazımdır.

Mesele: Yezid’e kafir diyen bir kimseye seran ne lazım olur? El cevap: Kazaen bir şey lazım olmaz, fakat dinsel açıdan tövbe etmesi, Allah’tan bağışlanmasını dilemesi gerekir. Aksi halde Yezid’in ardında Cuma namazı kılan peygamber ümmeti aşağılanmış olur.

Muaviye ile beraber İslam dünyası bir daha hiç uyanamayacağı bir karanlığa girdi. Saltanat dincileri onu taklit ederek halkı sömürdü, kendi sultasını devam ettirdi. İnsanların beyni camilerde devamlı yıkanarak, egemen kölesi haline getirildi. Bu sistemi egemenler çok sevdi. O yüzden hep teşvik ettiler. Bu günde ve bir şeyler değişmezse yarında aynı sistem devam edecektir.

Diğer uygarlık ve dinden olanlar bu gerçeği kolayca gördü ve Osmanlının gerileme döneminden itibaren aynı silahı onlar da kullandılar. Artık İslam dünyası görünürde kendi egemenlerinin sultasında yaşarken, gerçekte Amerika, İngiltere, Almanya gibi ülkelerin köleleri olarak yaşamaktaydı. Asla birey olamamış, buna müsaade edilmemiş müslüman halklar, bu seferde bu ülkelerin kölesi olmayı kolayca kabullenmiştir. Bu gün İslam dünyasının acınacak halinin sebebi, Muaviye ile başlayan dinci sultalar yani saltanat dinciliği ve adına Sünnilik denilen halka köleliği emreden sözde mezheptir. Halen mevcut olan Vahabilik ve Selefilik’te aynı zihniyetin bölgesel türevlerinden başka bir şey değildir. Bu gün Sünni dini otoritelerin verdiği insanlık dışı, özellikle Alevileri aşağılayan, dışlayan, katlini emreden fetvaları aslında Muaviye’nin ve devamındaki zihniyetin Ali’ye nefret kusan fetvalarının devamıdır. Gerçekte savaş; uygarlık, özgürlük ve insanca yaşam isteyenler ile insanları hiç bir hakkı olmayan birer köleye çevirip, onların kanlarını emerek saltanat kurmak isteyenlerin savaşıdır. Bu savaşın kod adı da Muaviye’dir.

Saygılarımla

H. Tekin

Kaynak: www.evrenvenur.wordpress.com

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum