Tehlikeli "Alevi kartı"

Tehlikeli "Alevi kartı"

Peki sandıktan neden hep AK Parti çıkıyor?(...) Son günlerde “Alevilik” temasının bir kez daha meydanlarda sıkça işlenmeye...

A+A-

Tehlikeli "Alevi kartı"Peki sandıktan neden hep AK Parti çıkıyor?

(...) Son günlerde “Alevilik” temasının bir kez daha meydanlarda sıkça işlenmeye başlanması, özellikle de AK Parti cephesinin her fırsatta CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Alevi oluşuna vurgu yapması, Türkiye’yi aynı Irak gibi, Suriye gibi mezhep eksenli bir siyaset sahnesine sürükleme tehlikesi taşıyor....

Aslı Aydıntaşbaş / Milliyet

Taksim’de herkes bağır bağır! Öğrencilerden BDP’lilere memlekette bitmeyen bir muhalefet dalgası var. Peki nasıl oluyor da AK Parti hep sandıkta ezip geçiyor?

1 Mayıs için Taksim’e ulaşmak neden bu kadar zor? Etiler’den taksiye binerken planım, Dolmabahçe’de inip yukarı yürümek. Ama taksi şöförü ısrarla, “Abla hiç deneme her yer kapalı. Gel ben seni temiz temiz metroya bırakayım” deyince, iş bozuluyor. Metro Mecideyeköy’den öteye gitmiyor. (Sahi neden?) Bu yüzden Taksim’de tutuklu meslektaşlarımıza destek amacıyla toplanan gazetecilerin olduğu yere ulaşmam saatler alıyor. Ama en azından 1 Mayıs kalabalığını bütün renkleri, örgütleri, fraksiyonlarıyla doya doya izleyebiliyorum.

Taksim’den ilk gözlem, herkesin ne kadar genç olduğu. Şişli’de ÖDP’lilerin hemen arkasından Taksim’e doğru yürüyen Öğrenci Kollektifi’ndekiler, neredeyse lise çağında. Ritmik hareketlerle gruplar halinde oturup kalkarak “Ne polis ne Tayyip ne Fethullah/ Elimizde yumurta sizlere yallah!” diye bağırıyorlar. ÖDP’liler ise sanki yaş ortalaması en büyük grup.  YSK sayesinde seçimden dışlandılar, ama meydandalar. Önlerinde Beşiktaş Çarşı, her şeye karşı  olmaya devam ediyor. Gay ve lezbiyenler, “Alışın buradayız” diye bas bas bağırsalar da hala ürkek duruyorlar. Çoğu yirmili yaşlardaki Kurtuluşçular, 15 TL’ye 1 Mayıs ve Deniz Gezmiş t-shirtleri satılan Detay Müzik’in önünden süzülürken, “Mahir, Hüseyin, Ulaş...” diye başlayıp, devrime kadar savaşacaklarını söylüyorlar. Halk Cephesi her zamanki gibi militarist bir düsturla, “Titre oligarşi, parti cephe geliyor” diye düzeni tehdit ediyor.

Herkes muhalif gibi ama...

Onun dışında alfabenin tüm harflerinin farklı kombinasyonları olan sol gruplar, bir biçimde iktidara, sistimi, düzene isyan ediyor, muzaffer olacakları günün çok yaklaştığını iddia ediyor. Sendikaları saymazsanız meydan hınca hınç TKP ve BDP’lilerle dolu. TKP gençlik kolları o kadar kalabalık ki, nereye baksanız kendini “komünist” diye tanımlayan 20 yaşında bir çocuk var.

Manzara bu. Memlekette herkes muhalif, Türk, Kürt, işçi, sendikacı, gazeteci, Alevi, Sünni, devrimci, sosyalist, doktor, hemşire, herkes bağır bağır isyan ediyor. Havada değişim, alanda coşku var. Bu tabloya bakarsanız Türkiye’de yarın devrim olması, en azından iktidarın devrilmesi lazım.

Ama öyle olmuyor işte! Taksim’de dünkü coşkuya rağmen Türk solu dağınık, parçalanmış ve hala toplumun geniş katmanlarıyla ilişkisini düzenleyebilmiş değil. Türkiye gibi geniş yoksulluk ve işçi sınıfı olan bir ülkede bile sınıf mücadelesi toplumdaki diğer dinamiklerin (din, etnik kimlik, başörtüsü vs.) kat kat gerisinde ilgi görüyor. Meydanda en fazla göze çarpan TKP ve ÖDP, Türkiye’nin en düşük oy alan siyasi partilerinden. BDP  dahi yüzde 7’ye varmakta zorlanıyor.  CHP’yi saymazsanız, bütün bu hareketler ve grupların oy potansiyeli, yüzde 10’a varmıyor. CHP ve BDP’yi eklerseniz, yüzde 30’u belki biraz geçiyor.

Diyeceğim şu, bu kadar itiraz ve yüksek sesli muhalefet olan ülkede gerçekte sol, hâlâ yüzde 30’luk cam tavanı aşamıyor. Bu, sadece solun bölünmüşlüğü, CHP’nin geçmiş hataları, “göz boyama”, 12 Eylül’ün tahribatı vs. gibi klasik bahanelerle açıklanabilecek bir durum değil. Bir yerde daha temel bir tıkanma var. Taksim’den bakıldığında, AK Parti’nin yarın gitmesi lazım. Oysa referandumda sandıktan yüzde 58 ‘Evet’ çıktı; Haziran seçimleri içinse bütün tahminler Ak Parti’nin genel seçimde yüzde 42-48 aralığında bir oy alabileceğini söylüyor.

Alın size bir başka rakam: Geçen gün görüştüğüm Sağlık Bakanı Recep Akdağ, TÜİK verilerine göre sağlık hizmetlerinden memnuniyetin, 2003’de %39’dan 2010’da % 73’e çıktığını hatırlattı. Onca yürüyen doktor, yazılan yazı, yapılan itiraza rağmen halkın yüzde 73’ü sağlık hizmetlerinden memnun!

Seçmen kuru itiraz istemez

Tabii ki bunları söylerken Taksim’e çıkmanın anlamsızlığından, oradaki muhalefetin yersiz olduğundan söz etmiyorum. İtirazın hayatta bir yeri, hem de çok önemli bir yeri var. İtiraf etmeliyim ki Taksim’de ben de heyecanlandım. İnsanların, özellikle de gençlerin, para ve moda değil de adalet ve hak arayışına olması, gelecek için umut verici.

Ancak itiraz tek başına siyaseti şekillendiremiyor, seçmeni cezbetmiyor. İnsanların elini başka biçimlerde taşın altına sokması lazım. Başka bir siyaset modeli lazım. Bu kadar sıkıntı, haksızlık, gelir dağılımında adaletsizlik olan bir ülkede bile, seçmen sadece itiraz değil çözüm istiyor. Proje, vaat, umut istiyor.

Yanlışsam, lütfen biri çıkıp bana mazeret üretmeden, sayfalarca destan yazmadan, Taksim’deki coşkuya rağmen solun neden bir türlü şahlamadığını anlatsın!

Tehlikeli “Alevi kartı”

Referandumda Ak Parti’nin başarısı, kuşkusuz toplumdaki değişim özleminden kaynaklandı. Ancak %58 Evet’e katkı yapan bir başka faktör de, AK Parti’nin kampanya sırasında “Aleviler yargıyı ele geçirdi” temasını, hem alenen, hem de teşkilatlar bazında bolcana işlemesi ve özellikle İç Anadolu’da bir “Sünni refleksini” tetiklemiş olmasıydı.

Yandaş medya yüksek yargının Aleviler tarafından ele geçirildiği tezini her fırsatta vurgularken, Başbakan Erdoğan da meydanlarda “Artık dedelerden talimat alma dönemi bitti” ve “Beni yargıda belli br mezhebin mensupları mahkûm etti” demekten geri kalmadı.

Son günlerde “Alevilik” temasının bir kez daha meydanlarda sıkça işlenmeye başlanması, özellikle de AK Parti cephesinin her fırsatta CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Alevi oluşuna vurgu yapması, Türkiye’yi aynı Irak gibi, Suriye gibi mezhep eksenli bir siyaset sahnesine sürükleme tehlikelisi taşıyor. 

Erdoğan geçen hafta Beykoz’da partisinin “Türkiyelileştiğini” vurgularken, “Bakın biz 81 vilayetten 80’inden milletvekili çıkarıyoruz. Bir tek vekil çıkartmadığımız il Tunceli, o da malum sebeplerden dolayı” dedi. Ardından iki lider arasında başlayan “abdest” polemiğinde, Başbakan, Kılıçdaroğlu’nun,’Ecevit’in adını ağzınıza alırken abdest almanız gerekiyor’ çıkışına, ‘Sayın Kılıçdaroğlu Alevi kültürüyle yetişmiştir. Tuncelili’dir. Hacı Bektaşi Veli’ye saygısı varsa; Bektaşi Veli diyor ki ‘Eline, beline, diline sahip ol’” diye yanıtladı. Aynı konuşmada CHP liderinin abdest şartlarını bilmediğini ima etti.

Seçimler gelir geçer ancak Türkiye’nin siyaset arenasında Alevi-Sünni ekseninde ayrışması, sandıkta AKP’ye yarasa da, toplumsal dokuda kalıcı bir zedelenme yaratacaktır. Bunun için iki partinin de daha hassas olması lazım. Kılıçdaroğlu parti listelerinde Alevilerin temsil oranını sınırladı. Ama CHP’nin ayrıca “dinciler”, “Laiklik elden gidiyor”, “şeriat” gibi söylemlerden, AK Parti’nin ise Alevilik bazında bir Sünni refleksi oluşturma gayretinden vaz geçmesi gerekir.

Soner Yalçın bana neden kızmıştı?

Geçen yıl 33 yıl sonra ilk kez yeniden Taksim’de kutlanan 1 Mayıs’la ilgili yazımda, iki konuda hafif alaycı bir üslup kullanmıştım.

Birincisi, “Fabrikalar, tarlalar, her şey emeğin olacak” diye, artık dünyanın hiçbir yerinde kalmamış bir sloganla iflas etmiş bir ekonomik modeli ısrarla savunan gencecik insanların durumuydu. İkincisi de, 12 Eylül öncesi sol örgütlerin bir bölümünün, artık soyut ideolojik kavga ve bölünmelerle iyice ufalmış yan fraksiyonlarının, alfabe çorbası gibi kısaltmalarla toplumda taban bulamamalarına rağmen ısrarla bayrak sallamaya devam etmesiydi.

İki ağır itiraz geldi yazıma. Bir tanesi, o gün gazetede yazımı okumasını rica ettiğim arkadaşım Nedim’dendi. Nedim (Şener) bilgisayarda okurken yüzünü ekşiterek sonunda “Ya çok alaycı olmuş...” diye lafa girdi. “Herkes biliyor yarın devrim olmayacağını, ya da kapitalizmin yıkılmayacağını. Ama bu insanlar bir ideal, bir rüya uğruna yıllardır Taksim’e gitmenin özlemiyle yaşadılar. Sen insanların hayalleriyle alay ediyorsun. Bırak yılda en azından bir gün o hayali kursunlar.” Nedim’in haklı olduğunu düşünerek yazımı yumuşattım.

Ama ertesi gün bir başka eleştiri daha geldi. Bu kez Oda TV’de Soner Yalçın yazımda alaycı bir üslup kullanmamı kıyasıya eleştirmişti. Aylar sonra tanıştığımızda, Soner hâlâ kendisini “komünist” olarak tanımladığını, kimlik siyaseti değil sınıf mücadelesine inandığını, yazımdan da son derece alındığını anlattı. Oda TV’nin üzerinde sistemle uzlaşmak, iktidara yumuşak davranmak konusunda onlarca baskı olduğunu, ancak kendisinin doğru bildiğini okumaya kararlı olduğunu söyledi. Muhalifti ve sertti. Düşüncelerimiz örtüşmüyordu, ama inandıklarını savunma refleksinin samimi olduğuna bir an bile tereddüt duymadım.

Ne hazin ki, geçen yıl 1 Mayıs yazımı eleştiren her iki meslektaşım da bugün Silivri’de. Birbiriyle ilintili ve bana göre son derece haksız komplolar nedeniyle. Ben ise bu kez 1 Mayıs’ta Taksim’e onları anmak, unutmamak, unutturmamak, iktidar sahipleri gibi düşünmeyenlerin söz söyleme hakkını savunmak için gittim

Aslı Aydıntaşbaş

<!--

var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';

var path = 'hr' + 'ef' + '=';

var addy88251 = 'asli.aydintasbas' + '@';

addy88251 = addy88251 + 'milliyet' + '.' + 'com' + '.' + 'tr';

var addy_text88251 = 'asli.aydintasbas' + '@' + 'milliyet' + '.' + 'com' + '.' + 'tr';

( '' );

88251 );

( '' );

//-->n

<!--

( '' );

//-->

<!--

( '' );

//-->


Milliyet - 02 Mayıs 2011

Etiketler : ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.