Türbanı özgürleştirmenin yolu

Türbanı özgürleştirmenin yolu

Türbanı özgürleştirmenin yoluTürbanı özgürleştirmenin yolu, başımıza bir şey gelmeyeceğini bilerek Müslüman mahallesinde...

A+A-

Türbanı özgürleştirmenin yoluTürbanı özgürleştirmenin yolu

Türbanı özgürleştirmenin yolu, başımıza bir şey gelmeyeceğini bilerek Müslüman mahallesinde İslam’ı eleştirebilmekten geçiyor.

OSMAN ELBEK

Bu ülkenin demokratları olarak, kendisini ‘muhafazakâr demokrat’ olarak tanımlayan bir iktidarın var olduğu bu dönemde, türban sorununu çözmenin yolunun ancak dini eleştirme hakkını özgürleştirmekten geçtiğini artık kabul etmek zorundayız

‘Oğlumu cepheye götürüp şehit olma şansı veren devlet, kızımın üniversitede okumasını engelledikçe benim gözümde sadece ‘sözde’ devlettir’ diyor Mehmet Bekaroğlu 17 Ağustos 2008 tarihli Radikal İki’de. Sayın Bekaroğlu’nun bu yaklaşımı ilk bakışta hepimize “sorunu ne de güzel özetlemiş” dedirtse de, aslında önemli bir eksikliği barındırıyor bünyesinde. Ancak söz konusu eksikliği tartışmaya girişmeden önce safımızı netleştirmek gerekli bu ülkede: Öncelikle hem ‘sözde yurttaşlar’ karşısında devlet geleneğine karşı sergilediği tavır bakımından hem de halkın taleplerini gündemine alırken küresel sömürüyü gözardı etmeyen perspektifi açısından Bekaroğlu’nun bu topraklar için kıymetli bir değer olduğuna inanıyoruz. Sonrasında farklı bir cephede olmamıza ve Anadolu’nun zengin bir taşrasında öğretim üyeliği görevini sürdürürken şahit olduğumuz onca gerçeğe rağmen, türban giymeyi seçen bireylerin üniversiteye sokulmamasına karşı çıktığımızın, konu hakkında hazırlanan metinlere adımızı yazdığımızın altını çizmek zorundayız.

Tarafımızı böylece belli ettikten sonra türban sorununa değinen pek çok yazıda şahit olduğumuz eksikliği konuşabiliriz. Özgürlüğü temel nirengi noktası olarak alıp türban sorununu çözmeyi hedefleyenler için, ‘gerçek anlamda cumhuriyet’in inşa edilebilmesi için, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının eşit olması gerektiği ve bu bağlamda ‘Bu ülkede Kürtlerin(ve diğerlerinin) Türklere, Alevilerin Sünnilere, dindar/köylü/muhafazakârların modern/laik ve kentlilere, fakirlerin zenginlere, kadınların erkeklere göre daha az eşit’ olduğu tartışma götürmez bir gerçek. Ancak türban konusunda tespiti bu noktada bırakırsak, sorunun kritik bir boyutunu, hem de ‘uzlaşma, herkesin bütün haklarını istisnasız ve baskısız kullanabileceği, eşit yurttaşlığı garanti eden bir sözleşme’ yaklaşımını fiilen uygulanamaz hale getirecek bir boyutunu eksik bırakmışız demektir.

Dini eleştirebilme

Bu ülkenin demokratları olarak, kendisini “muhafazakâr demokrat” olarak tanımlayan bir iktidarın var olduğu bu dönemde türban sorununu çözmenin yolunun, ancak dini eleştirme hakkını özgürleştirmekten geçtiğini artık kabul etmek zorundayız. Elbette “dini eleştirme hakkı” derken bu topraklara egemen olan dini kastediyoruz. Yoksa zaten bu ülkede çok uzun bir zamandır misyonerler boğazlanıyor, Yezidiler lanetleniyor, Aleviler “mum söndü” ayinleriyle “eleştiriliyor”. Fakat herhangi bir insan, Hıristiyan misyonerlere, Yezidilere, Alevilere yapılan hakaretleri yapmak bir yana, en ufak bir eleştiriyi Sünni Hanefi mezhebine getirmeye kalkıştığında mahalle baskısına maruz kalıyor, uslanmazsa ateşlere atılıyor (Örneğin Sivas katliamı). Eleştiriyi cezalandıran bu tutumun toplumsal sınıflar arasında var ettiği bu güvensizliği daha da katmerleştiren, mevcut siyasi iktidarın ülkenin her bir noktasında büyük bir titizlikle uygulamaya koyduğu kadrolaşma politikasıdır. AKP’nin düzen tarafından ıslah edilme girişimi olarak okunan Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla kuşkusuz siyaset alanı daraldı, ancak görmek zorundayız ki dünün ve bugünün iktidarları aslında aynı madalyonun farklı yüzlerini temsil ediyorlar. Kanaatimizce dün eşleri türbanlı olduğu için insanları protokollere almayan, hak ettiği halde sadece bu “kusur”dan dolayı resmi görevlere atamayan zihniyetin insanı iğrendiren tavrıyla, bugün bu uygulamanın ayna görüntüsünü gerçekleştirenlerin tavırları arasında fark yoktur.

İşte türban sorununu fillerin tepiştiği bu zeminde çözmek zorundayız. Bu nedenle sorun hakkında çözüm yolu geliştirmeye çalışırken, kirli siyasetin olmadığı steril bir ortam varmış gibi tahayyül edemeyiz. Hele sorunu mazlum edebiyatı ile hiç çözemeyiz. Çünkü görmek zorundayız ki bu ülkede egemen olan Müslüman düşüncenin türban dışında herhangi bir diskuru baskı altında değildir. Hatta aksine Milli Eğitim Bakanlığı’nın ücretsiz dağıttığı ders kitaplarındaki Pinokyo masallarının hidayete ermesi ve Allah’ı bulması gibi, 12 Eylül’den bu yana “laik” devletin öncülüğünde siyasetin dümeni egemen Müslüman kodlardan yana kırıldı. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde mağdurluk sıralaması oluşturulursa, mutedil yurttaşların sorunları bu sıralamanın oldukça gerisinde yer alacaktır.

Yukarıda yaptığımız tespite rağmen özgürlükle eşitliğin harmanlandığı bir toplumu tasavvur edenler açısından özgürlükler arasında hiyerarşik bir ilişki kurulamayacağını çok iyi biliyoruz. Çünkü asıl hedeflenmesi gereken var olan resmi-gayri resmi yasakların tümünün ortadan kaldırılmasıdır. Ancak bu yaklaşım, çözülmeye çalışılan sorun ile sorunun yaşandığı toplumsal yapıda egemen olan güç arasındaki ilişkinin afişe edilmesini engellememelidir. Çünkü kanaatimizce kendisi dışında kalan “öteki”lere “devlet” olmaya kalkışan bir değerler bütününün; bünyesinde özgürlükçü değerleri taşıması, özgürleşmesi halinde o toplumda yaşayan bireylere özgürlük bahşetmesi ve özgürlükten yana bir toplumsal yapı inşa etmesi eşyanın tabiatı gereğince mümkün değildir. İşte kanaatimizce türban sorunu bu ülkede tam da bu noktada sınıfta kalıyor. Çünkü bu ülkede pek çok konu gibi İslam dini de kutsaldır ve eleştiriden azadedir. Bu bağlamda kadın öğrencilerin türbanlı olarak üniversiteye girmesinin önündeki engellerin kalkmasını savunan birisi olarak, türbanın varlık nedenini sorgulama ve eleştirme hakkım yok mudur? Eğer varsa hangimiz bu eleştiri hakkını özgürce kullanabiliyoruz bu ülkede? Hangimiz Konya’nın kuş uçmaz bir köşesinde, toplumdan ve sosyal ortamdan yalıtılmış “İngilizce kursuna” hapsedilen gencecik akılların, o akıldışı ortamda türbanı hangi yollarla tercih ettiğini sorgulayabiliyor? Ya da hangimiz devlet yurtlarının olanaksızlıkları dolayısıyla, ağabeylerin ve ablaların egemenliğindeki İslami yurtları insan hakları açısından eleştirebiliyor, oradaki “özgürlüğü” afişe edebiliyor? Dahası hangimiz erkek tahrik olacak diye kadınları kapatmayı meşru gören bir hükmü, temel insan haklarına aykırı olması nedeniyle açıkça reddedebiliyor? Dahası.. evet, artık konuşmak zorundayız ki, hangimiz kutsal kitabında erkek egemen cinsiyetçi dili kullanan, regl olmamış dokuz yaşında bir kız çocuk ile evlenmeyi tahayyül edebilen bir zihniyetin kadın hakları açısından meşruluğunu tartışabiliyor bu ülkede?

Sözün özü, türbanı özgürleştirmenin yolu, başımıza bir bela gelmeyeceğini bilerek Müslüman mahallesinde İslam’ı, onun yaratıcısını, elçisini, imanını, ritüellerini günümüz insan hakları ve değerlerini ölçüt alarak eleştirme ve reddetme hakkını özgürleştirmekten geçer.

OSMAN ELBEK: Gaziantep Üni., öğretim üyesi
RADİKAL İKİ - 24.08.2008

Etiketler : ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.