Yalnız TÜTELOĞLU : Celladımı Arıyorum

Yalnız TÜTELOĞLU : Celladımı Arıyorum

Yalnız TÜTELOĞLU : CELLÂDIMI ARIYORUM          02.12.07 tarihli Radikal İki’de yayınlanan “AKP...

A+A-

Yalnız TÜTELOĞLU : Celladımı ArıyorumYalnız TÜTELOĞLU : CELLÂDIMI ARIYORUM
         
02.12.07 tarihli Radikal İki’de yayınlanan “AKP Alevileri ve Ötekiler”  adlı yazıma cevaben 09.12.07 tarihinde Mahmut Polat imzalı, “Devletin Alevisi Olmak” adlı cevabi bir yazı yayınlandı. Bu  yazıya istinaden yazdığım yanıt karşılıklı polemiğe mahal vermemek gerekçesiyle yayımlanmadı.Yayın politikasına saygı duyduğum ve zaman zaman yazılarımla katkı sunmaktan onur duyduğum Radikal İki’nin bu kararını saygıyla karşıladım ve/fakat kamunun önünde veremediğim bu cevabı Mahmut Polat’a ulaşarak vermek,kendisinin hakaretlerine konu olan yazıma ilişkin bilgilendirmek,aydınlatmak istedim.

Mahmut Polat yazısının sonuna  unvan olarak ;Dr.,sosyolog,Universitat Des Saarlandes  ifadelerini kullanmıştı.Radikal İki’nin  Editörü Sayın Nilgün Topbaş’a ulaştırdığım aynı üniversitenin öğretim üyelerinden Prof.Dr.Hans-Leo Kraemer’den alınan konuya ilişkin mail ve harici araştırmalarımda ,Mahmut Polat  isimli bir kişinin bu üniversitede bulunmadığı, bunun yanı sıra Saarbrücken  Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde  ‘sosyoloji doktorası’ verilmediği bilgilerine ulaştım. Söz konusu şahsın öğrencilik ilişkisi dahi direk ya da endirekt söz konusu Üniversite ile bir bağı da yok. Ayrıca tüm çabalarıma rağmen Ulusal ya da Uluslar arası alanda tek bir makalesi,tek bir bilimsel çalışmasına  da ulaşamadım.Öncesiz ve sonrasız, tıpkı yönetmen Hal Ashby’nin “Being There” (Merhaba Dünya) filmindeki “Chancey Gardener” karekteri gibi yoktan var olmuş ve haddimi bildirmeye gelmiş.
      
“Devletin Alevisi Olmak” adlı yazıyı okuduğum ilk an bu sahte akademisyenin değerlendirmeleriyle unvanı arasında ciddi bir irtifa farkı bulunduğunu anlamış, yayınlanmayan cevabi yazımda bunu ifade de etmiştim.Söz konusu makale Radikal İki’ye referansla ve taşıdığı akademik unvanın haşmetiyle,küfrüne kattığı güç,inandırıcılıkla, bir çok internet sitesinde baş köşede duruyor. (www.alevihaber.com, www.2temmuz.com, www.karakutu.com, beyazrenkler, www.rss.gen).
      
Bu sahtecilik herkesten önce ‘beyana güven’ ilkesiyle makaleye yayınlanma şansı veren Radikal İki çalışanlarına, okurlarına, Radikal İki’ye referansla bu makaleyi yayınlayan isimlerinin bir kısmını sayabildiğim internet sitelerinin okuyucularına saygısızlıktır. Kaldı ki Radikal İki geleneğini bilenler bilir; işçinin,  ev kadınının, profesörün , hayata söyleyecek sözü olan herkesin, apoletsiz, unvansız kendini ifade edebildiği,bu tür komplekslerin olmadığı bir alan. Peki neden? Sorun patolojik mi, kim bu Mahmut Polat, kim bu sahibinin sesi? Küfrünü toplum nezdinde daha kabul edilebilir kılmak için sahte unvanların arkasına gizlenen şarlatan.
            
Söz konusu yazıya cevaben henüz yukarıdaki gerçeklerin hiçbiri ortada yokken, yazının yayınlandığının ertesi günü, 10.12.07 tarihinde Radikal İki’ye gönderdiğim ve/fakat karşılıklı atışmaya mahal vermemek gerekçesiyle yayımlanamayan DEVLETİN ALEVİSİ KİM? adlı makalemi yorumsuz aynen aktarıyorum. “Kalsın benim davam…. Divana kalsın” demiş Pir Sultan. O Divan sizsiniz….  Cellâdımı siz bulun ; “ 02.12.07 tarihli Radikal İki’de yayınlanan  “AKP Alevileri ve Ötekiler” başlıklı yazıma cevaben  Işık’ın kaleme aldığı “ ‘AKP’ nin Alevisi” bildiriyor! Ve  Mahmut Polat imzalı “Devletin  Alevisi Olmak” Yazıları (Radikal İki,09.12.2007) adeta birer “ akıl tutulması” örneği. İşin ilginç yanı, iki farklı kıtadan yazıldığı anlaşılan yazılarda yapılan ‘temel yanlışlar’ hem sistematik, hem de içerik olarak aynı, kullanılan yönteme varıncaya dek. Önce ‘demogojik’ bir söylemle, yönelttiğim eleştirilerin içeriği tahrif ediliyor. Sonra ‘mugalata’ ile makalemde ortaya koyduğum düşünceler karartılıyor, son olarak ‘savsözlerle’ olayı şahsileştirme gayretine giriliyor, tuhaftır, aynı kronolojiyle.
    
Işık, Diyanetin  Osmanlıdan Cumhuriyete intikaline ilişkin engin ‘ansiklopedik’ tarih bilgisini bizimle paylaştıktan sonra, makalemdeki Diyanete ilişkin değerlendirmelerime koşut açılımlar yapıyor ve/fakat “devletin dinsel faaliyetleri kontrolü amacıyla kurulan ‘Diyanet  İşleri Başkanlığı’ devleti kontrol eder duruma geldi” cümlemi cımbızlayarak, laik devlette ‘Diyanet İşleri Başkanlığı’ işlevselliğinde bir kurumu ve onun aracılığıyla devletin dini kontrolünü meşru gördüğüm sonucunu çıkarıyor. Oysa makalemde bu konuda yasal dayanaklarıyla birlikte o kadar net bir duruş var ki. Elinde cımbız “entelektüel epilasyona” yeltenenlere kurban verilmeyecek kadar somut. Işık, değerlendirmesinin devamında “AKP’nin ‘niyet okuyuculuğundan’  Diyanetin ‘niyet okuyuculuğuna’ da soyunuyor”. Diyanet, ‘kötü niyetli’ yönetilmiyor, adamlar görevlerini yapıyorlar diyor. Bu değerlendirmeyle Işık, kendisini aşıyor. Oysa bilmiyor ki kurumlar taşıdıkları ‘iyi niyetleri ya da suiniyetleriyle” değil var oldukları sistem içindeki işlevleriyle ve bu işlevlerin yarattığı sonuçlarla değerlendirilirler. Yasallığı Diyanetin onyıllardır yapa geldiği uygulamalarına hukukilik kazandırmaz. “yasal meşruiyet” ile “hukuki meşruiyet” arasında  “iyi niyet durağı” yoktur, şoför ne kadar indirmeye bindirmeye teşne olsa da.
 
Aynı konuda Polat ve Işık, Çankaya Cemevi meselesine üç yıl sonra müdahil olduğumdan duydukları rahatsızlığı dile getiriyorlar. Söz konusu olayı gündeme getirmemin nedeni üzerinde durma gereği bile duymuyorlar. Söz konusu örnekle Diyanetin,  kamunun neresinde olduğunu anlatmaya çalıştığımın farkında değiller. Bir de Polat, bana atfen Işık’ın makalesini okumamış, o makalede Işık, “ bütün bunlardan sonra  Diyanet İşleri Başkanlığı’nın… verdiği olumsuz görüşleri,sorumlu Devlet Bakanı’nın görüşleri doğrultusunda değiştirip değiştirmeyeceği merak konusu,bekleyip göreceğiz” ifadelerini kullandı diyor. Okudum,okudum ve utandım,bizim derdimiz, ‘fetvayla ve onu veren kurumun laik bir ülkedeki varlığıyladır’ yoksa ‘fetvayı lehimize verin’ derdimiz yok.Derdimiz;  Işık gibi  ‘yüzde 98’ Müslüman kontenjanından  ‘maişet hesapları’ yapmak da değil.
     
Diyanet konusunda durduğumuz yer Ümit Kardaş’ın, “Aleviler resmileşmek mi istiyor ?” (Radikal İki,09.12.07) makalesindeki, “…Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurumun bulunduğu yerde din ve vicdan özgürlüğü ile laik devlet sağlanamaz.”ifadeleri ile o aydınlık makalenin fonunu resimleriyle süsleyen, Diyanet’in bağlamak istediği maaşı almak istemediğini  açıklayan , Muş Vartolu Dedelerin yanıdır.
  
Polat’ın, tutarsız, önyargılı olduğum, sokağın dilini kullandığım, İslamcıları küçümsediğim , dönemsel demokrat  olduğum biçimindeki, Türkeş’li ,Demirel’li isnatları çok ‘akademik(!)’  buldum, o düzeye inmeyeceğim. Yalnız, Işık’ın ‘tarih bilmek şart’ iddialı ifadesi, bende derin bir öğrenme hevesi uyandırdı, ama ne yalan söyleyeyim hüsrana uğradım. Işık ve Polat’ın tarih diye ortaya koyduğu, 2007 ve 2008 Diyanet bütçesi tutanaklarıymış. Tarih bilgisiyle, bilinciyle,  tutanak bilgisi arasındaki farkı, birileri, ikisine de  anlatmalı. Gariptir, İtirazım da tam bu noktayadır. 2008 Diyanet bütçesine ilişkin tutanaklarda kayda değer bir şey yok iddiamın arkasındayım. Işık’ın  ‘diplomatik’ anlamlar vehmettiği, Bakanın “bildiğimiz kadarıyla….” ifadesi  ve ona ilişkin değerlendirme, evlere şenlik türünden. Diyanet Profesörü Bakanın bildiği kadarından umudu kestik, “aklının ermediği, bilemediği kısımdan” medet umuyoruz.

Hele Işık ve Polat’ın  cevabi yazısında bir bölüm var ki pes..(!) dedirtecek türden. Albayrak’ın  aynı bütçe görüşmesinde ve salt bilgisine sunmak amacıyla  yorumsuz alıntıladığım ifadelerini sanki, diğer inanışlarla karşılaştırılmaktan rahatsızlık duyduğum, diğer inanışları küçümsediğim biçiminde  sunuyorlar. Oysa yazımda diğer inanışlarla karşılaştırılmaktan duyduğum en ufak bir rahatsızlık ifadesi yoktur. Süryanilerden, Yezidilerden ‘kardeş yarısı’ dostluklarım vardır. Ne böyle bir değerlendirme yaptım, ne de Albayrak’ın bu sözlerini “kendisini besleyen arka planın” geçmiş zaman envanterine yazma saflığını gösterdim. Bu sözleri ifade eden kişinin, AKP Milletvekili ve Diyanet Bütçe Komisyonu üyesi olduğu, AKP’nin Yasama temsilcisi olarak orada bulunduğu ve bu ifadelerle ‘özgürlükçü laiklik’ projelerinin ne kadar bağdaştığını sorgulamak istedim. Işık’ın, eleştirime konu olan makalesinde yaptığı gibi ‘Satanistlik -Alevilik’ karşılaştırması sığlığında da olayı değerlendirmedim. Var olan ve toplumu kuşatan bu hastalıklı değerlendirmeleri salt ‘tarihsel arka plana’ yıkmadım, yaşamın fonundaki varlığını biliyorum, bir adım önümüzdeki karanlık tuzağın da farkındayım.

Işık, “ Yazıcıoğlu’nu savunma, Yazıcoğlu üzerinden AKP’yi sevimli göstermek bana düşmez” diyor. Evet düşmez,bizde aynı fikirdeyiz,‘yapma’ deme hakkımızı kullanıyoruz.
 
Yazımda sokağın dili yoktu, “Vartolu Alevi Dedelerin yüreği’ vardı ama. Işık ve Polat’a, Kadıoğlu’nun “Kamusal Entelektüelin İşlevi”(Radikal İki,02.12.07) başlıklı yazısını tekrar tekrar okumalarını salık veririm. Kadıoğlu orada diyor ki, “…..kamusal entelektüel hem toplumun genelgeçer hissiyatının dışında kalmayı beceren hem de toplumsal dinamiklere dahil olabilen kişidir.Yani hem dışarıdadır hem de içerde. Eleştirel olabilmek için biraz dışarıda, ancak etkili olabilmek için  de biraz içerde olması gerekir….,kamusal entelektüel  topluma dahil olmayı becerse de her şeyden önce ayakları yere sağlam basan bireydir. Zaten sağlam ve sorumlu bir bireysellik ona hem dışarıda hem içerde olabilme olanağı verir…” tümüyle katılıyorum, ışığı burnunun önünü aydınlatamayanların bile çok yararlanabileceği bir metin. Belki o zaman arı kovanına çomak sokmakla, ‘bal için kürek sokmanın’ aynı anlama gelmediğinin ayırtına varırlar.
  
Aleviler hiç kuşkusuz yüzyıllardır süregelen sorunlarının çözümünü siyasette var olarak çözeceklerdir, bu var oluş ülkenin özgürleşme ve demokratikleşme mücadelesinden bağımsız değildir.  Paulo Freire’nın, ‘Ezilenlerin Pedagojisi’ adlı eserinde belirttiği gibi; “Ezenin imajını içselleştirerek ezenlerin ilkelerini benimsemiş haldeki ezilenler, özgürlükten korkar haldedirler. Özgürlük onların bu imajı reddetmelerini, yerine özerkliği ve sorumluluğu getirmelerini gerektirirdi. Özgürlük fethedilir, armağan olarak alınamaz. Özgürlüğün izini,sürekli ve sorumlulukla sürmek gerekir.Özgürlük insanın dışında bir ideal değildir;mit haline gelen bir fikirde değildir.İnsanın yetkinleşme arayışının olmazsa olmaz bir koşuludur.”
 
İroninde böylesi az görülür, Yasama, Yürütme,Yargı da kamunun her alanında üstümüze sıçrayan AKP  ve onun ‘Devlet benim’ hoyratlığının yutmaya çalıştığı Alevilerin ‘karşı durma direncine’  “Devlet Alevisi apoleti ne de yakışır?”(!).Kimin geleceğe karanlık, kimin ‘geleceğin aydınlığına’ alın teri taşıdığına tarih tanıklık yapacaktır.”       
      
Şimdi sözün bittiği yerdeyiz ; “eline, beline, diline sahip ol” desem  ya da “incinsen de incitme” ne fayda. Hele toprağım Mahsuni’nin , “incittim galiba dostun telini/şimdi gönül alma zamanındayım” dizeleri yakışır mı bu karanlığa.Ama ille bir son söz  olacaksa kanlı toprakların ozanı Ahmet Arif’in, “Vurulsam kaybolsam derim/ çırılçıplak,bir kavgada/ erkekçe olsun isterim/ dostluk da düşmanlık da / hiç biri olmaz halbuki…..”dizeleri uygundur,karanlığa ve halden bilmez kahpe yalana….
 
YALNIZ TÜTELOĞLU
Hukukçu,ekonomist
28 Aralık 2007 - www.alevihaber.com
ALEVİ HABER AJANSI - AHA

NOT : Bu makale, kamuoyu önünde uzun süredir devam eden bir tartışma da, tarafların "cevap hakkını kullanma hakkı" çerçevesinde yayınlanmıştır.

Etiketler :

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.