Yüzde 10 Barajı, Toplumsal Barışmalar, Nefret

Yüzde 10 Barajı, Toplumsal Barışmalar, Nefret

Defalarca söylendi, söylenmeye devam ediyor: Toplumsallaşmayan, toplumdaki insanlar tarafından benimsenmeyen barış sürecinden bir şey çıkmaz. Barış sürecini,...

A+A-

Defalarca söylendi, söylenmeye devam ediyor: Toplumsallaşmayan, toplumdaki insanlar tarafından benimsenmeyen barış sürecinden bir şey çıkmaz. Barış sürecini, özel anlamıyla Türkiye'de 30 sene süren savaşın sona ermesi, daha genel anlamıyla ise ülkede egemen olanın farklılıklara karşı kemikleşen nefretinin ortadan kalkması olarak gördüğümüzde, aylardır seçim sürecinde yaşadığımız siyasal ve toplumsal gerginliklerin sebeplerini tekrar tekrar vurgulama zorunluluğumuz ortaya çıkıyor.

Haftalardır bu seçimlerin kritik önemde olduğuna inanlar olarak HDP'nin yüzde 10 barajını geçip geçemeyeceğini tartışıyoruz. Açıklanan anketler, partilerin mitingleri, televizyonlardaki tartışma programları, sosyal medyadaki yorumlar, seçim sonuçlarının güvenirliğine yönelik spekülasyonlar bu baraj gerginliğini sürekli güncel tutuyor.

Adeta 2015 yılında Türkiye'de yüzde 10 diye bir baraj olmasının anlamsızlığını unutmuş gibiyiz, geçer mi geçmez mi diye konuşup duruyoruz. Ya da yüzde 9.7 oy alan bir partinin mesela barajı geçemediği için sıfırlanması ve yerinin 50 kadar milletvekili ile AKP tarafından doldurulmasının -siyasetin, bu kadar sandığa, meclise indirgendiği bu ülkede- antidemokratikliğinin geri planda bırakıldığı bir olağanüstü haldeyiz. Sanki demokratik ya da eşit bir seçim süreci, yani partilerin eşit biçimde beyannamelerini ya da seslerini duyurabildiği bir ortamdayız da HDP Eş Başkanı Demirtaş'ın Türkiye siyasetinde alışkın olmadığımız "geçemezsek biz hata yapmışız demektir" sözlerini benimsemişcesine baraja kilitlenmiş, sözü olabildiğine yaygınlaştırmak için canla başla uğraşıyoruz. Halbuki sahici bir barış süreci olsaydı acaba hal böyle mi olurdu?

Varsın HDP barajı geçmesin. Ne siyaset veya mücadele meclisten ibaret ne de muhtemel ki HDP böyle bir ihtimalde ne yapacağını hesap edemiyor. Ancak mesele bundan ibaret değil. Baraj mücadelesinin antidemokratik uygulamalara karşı bir cevap niteliğinde olmasından fazlası var.

Bu seçim sürecinde HDP'nin kampanyasının -içinde olunsun olunmasın- ne kadar yaygınlaştığının, Türkiye'de egemenliğin alanı dışındaki tüm farklılıklara karşı nefretin azalmasıyla -tolerans değil- doğrudan alakası bulunuyor. Yüzde 10 barajının doğrudan çoklu varoluşları ve varoluş mücadelelerini eleyip bir egemenlik alanı oluşturmasını engelleyecek bir ihtimalden söz ediyoruz. HDP'nin ne kadar takdire şayan bir politika yaptığından bağımsız bu durum: Eğer ülkenin cumhurbaşkanı ve hükümeti işbirliği içerisinde mitingler düzenleyip çeşitli kimlik, duruş, kişi ve muhalefetleri açıktan hedef gösteriyorsa, HDP seçim büroları saldırıya uğruyorsa, Twitter ve diğer sosyal medyada HDP sürekli en rahat küfredilen oluyor, bilindik önyargılarla ırkçı, cinsiyetçi, homofobik ve kategorilere sığmayan hakaret ve küfürlere maruz kalıyorsa, HDP'nin sesinin yaygınlaşması bugün, nefret söyleminin ortadan kalkması için önemli bir gösterge olacaktır.

Türkiye'de siyaset son on yılı aşkın zamandır, AKP tarafından sürekli bir "bunlar" tanımlanarak ve yaratılarak nefret üzerinden kendini pekiştiren, iktidarını kuvvetlendiren bir kutuplaşma, yabancılaşma, zıtlaşma üzerinden ilerliyor. Nefret sokağa çıkmadığında zararsız demek değil -ki çıkıyor-; bu ülkede nefret, Sünni Müslüman olmayanlara, farklı inançlardan azınlıklara, solculara, eşcinsel ve translara, kadınlara, göçmenlere karşı her an patlamaya hazır bir bomba. Daimi bir tedirginlikle yaşıyoruz. Başkasının yaşam hakkına, varoluşuna, sokakta yürüyüşüne, yan dairede komşu olmasına, aynı işyerinde çalışmasına ve nihayet seçim propagandası yapmasına saygı göstermek Türkiye'de çok uzun zamandır sık rastlanan bir tavır değil. Kerhen sokakları dünyaları kendilerinden başkalarıyla paylaşıyor insanlar, hemen celalleniyorlar, yaşam alanı (şiddetle) tanımıyorlar. Barış sürecinin ısrarla sürdürüldüğü miting (veya açılış) meydanlarında hemen her gün ilan edilirken barıştan ne anladığımız meçhul. HDP'nin seçim bürolarına gösterilen şiddet en kuvvetlileri olmakla birlikte, sosyal medyada yazılan onlarca hakaret, küfür, nefret barış sürecinin neresine tekabül eder? Bu süreci başlattığını iddia eden bir iktidar nasıl olur da genel anlamıyla barışın, yani kendilerinin de kullandığı haliyle o "herkesi sevmenin" bu kadar nefretle, şiddetle, hak tanımamayla, her şeyi kendinden menkul görmeyle dolu olduğunun propagandasını yapıp yüz binlerle birlikte bağırır? Bu neyin cesareti ki, hadi HDP geçmedi barajı, bu nefreti kemikleştirerek Türkiye'yi kendilerinin de altında kalacakları bir mirasla baş başa bırakmayı nasıl göze alabiliyorlar gerçekten?

Eğer ki AKP barışın toplumsallaşması yönünde adım atmış olsaydı biz şu anda böyle bir seçim süreci geçirmiyor olacaktık. Barış gerçekten bir süreç olsaydı, hemen üzerine gelen seçim döneminde, nefret siyasetiyle oylar toplanmaya çalışılmayacak, başka vaatlerin öne çıktığı bir kampanya dönemi geçirecektik. Eğer barış süreci taraflar arasında müzakereler demekse tarafların (yani hakikatlerin) toplumsal anlamda kabulü sadece sözde kalmaz, bunun için uğraşılır.

Şu an yaşadığımız ise Tayyip Erdoğan önderliğinde nefretin yeniden kurumsallaştırılması çabası. Bunun sonuçları -şimdiye kadar 10 yılı geçmiş uygulamalarının kalıntıları bir yana- mecliste kimin olacağından ibaret değil; pamuk ipliği gibi, tüm çeşitli varoluşlara (şiddet içeren) saldırıları beraberinde getirme riski taşıyor. En çok bu yüzden, -bugüne kadar Kürt hareketinin attığı adımlarla ilerlemiş- barış süreci için de, Türkiye tarihinde yıllardır beklenen tüm toplumsal barışmalar için de, 7 Haziran 2015 seçimi kritik bir önemde. (ÇT)

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.