Zaman yazarının kitabı Alevilere dönük iftiralarla dolu!

Zaman yazarının kitabı Alevilere dönük iftiralarla dolu!

Zaman yazarının kitabı Alevilere dönük iftiralarla dolu!Zaman gazetesi yazarı İskender Pala, Alevi tarihi ve inancına dair ağır hakaretler içeren...

A+A-

Zaman yazarının kitabı Alevilere dönük iftiralarla dolu!
Zaman yazarının kitabı Alevilere dönük iftiralarla dolu!

Zaman gazetesi yazarı İskender Pala, Alevi tarihi ve inancına dair ağır hakaretler içeren bir roman çıkardı. Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı yöneticileri ise "Şah&Sultan" adlı kitabın derhal toplatılması için mahkemeye başvurdular.

Zaman gazetesinde köşe yazarlığı yapan ve Uşak Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olan İskender Pala, son romanı 'Şah&Sultan'da Alevi inancına dair ağır hakaretleri incelikle etmeyi başarırken Osmanlı’yı da güzellemekten geri kalmıyor. Pala, kitabı yazarken ise zahmet edip en azından Alevi inancına sahip bir uzmana bile sormadan, Aleviliği inanç olarak bile kabul etmekte zorlanan bir kurumun üyesi olan Diyanet İşleri Başkanlığı Yüksek Kurul Üyesi Doç. Dr. İlyas Üzüm’e danışıyor.

Kitap okunduğunda öne çıkanlar şöyle sıralanabilir; Şah İsmail’in ihtirasları ve sapkınlıkları yüzünden binlerce insan birbirini öldürdü, Kızılbaşlık bu topraklara yabancı bir nifak tohumudur, cem ayinleri içki içilen, kadınların ve erkeklerin birbirlerini izledikleri zevk ve sefa sofralarıdır, Kızılbaşlar çok büyük katliamlar yapmışlar ve insanları kazanlarda kaynatmışlardır, Sünni oldukları için mübarek insanların mezarlarını açıp kemiklerini kırmışlardır. Buna karşılık Osmanlı ise hakkaniyetli bir imparatorluk, herkes barış içinde yaşıyor ve Yavuz Sultan Selim de Şah İsmal’in aksine aklı başında, dirayetli, dindar ve halkını düşünen bir hükümdardır…

Şah İsmail zalimin biriydi!

Alevi tarihi için çok önemli bir şahsiyet olan Hatayi mahlasıyla deyişlerde yazan Şah İsmail kitapta en çok aşağılanan kişi. Şahsi çıkarları ve ihtirasları için binlerce Anadolu insanını kırdırmış, kardeş kanı dökmüş bir hükümdar olarak anlatılıyor:

'Kızılbaşlık muhalifi ham adamlardır, pişmeleri gerekir' diyerek kaynamış yağ kazanlarına atılan insanlara karşı yapılan bu uygulamaya karşı çıkanlara Şah İsmail şöyle cevap verir: "Ben bu yola baş koydum. Ya Şii olurlar ya da yağlı kazandan tadarlar. Bunun için remil atacak da değilim." Sf/49

Sokakta kalan Sünni çocukların masum olduğu ve medreselerde eğitilip devlete yararlı insan yapılmalarını öneren kişiye karşı Şah kitapta şöyle konuşturulur: "Yılan deliğinden yılan çıkar" Sf/70

Kitapta karısını savaş meydanında bıraktığı anlatılan Şah İsmail’e karşı şu aşağılayıcı ifadeler kullanılıyor: "Hangi alçaklıktır ki böyle bir güzelliğe kıyar da savaş meydanında terk edip gider. İsmail denen bu Rafızi köpeği bilmez mi ki Türk kadınının namusu devletin namusuna denktir. Hangi zalimliktir ki bir Türk kızını düşman eline koyarak hamiyetini zedeler." Sf/243

"Kızılbaşlık ruhu bu idi"

Kitabın çeşitli yerlerinde Kızılbaşlık inancına hakaretlere şöyle devam ediliyor:

"Sevgi neydi? Altı ayda sayısı neredeyse on bini bulan Sünni cesedi mi? Şah –artık ona Kıble-i Âlem demiyorum ve asla Efendimiz demeyeceğim- saray kapısına gelip “sünnidir!” diye rakiplerini ihbar eden Kızılbaşlar yerine köpeği Kıtmircan ile oynamayı yeğliyor" Sf/95

"Darusselam lakabıyla anılan Bağdat'a savaşsız girdik. Darusselam 'Barış yurdu' demekti ve burada birbirleriyle komşu olan, alış veriş yapan, dostluk gösteren suniler ile Kızılbaşlar yıllar yılı barış içinde yaşamışlardı. Ne var ki bizim gelişimizden sonra barış bozuldu ve Tebriz’de olanlar burada yeniden oldu. …Birkaç gün sonra da askerler şehri yağmalamaya başladılar. Çok geçmeden mübarek mekânlar bile darmadağın edildi. …Üstelik de bazı kendini bilmez Kızılbaşlar, türbelerde medfun âlimlerin kemiklerini dışarı çıkartıp 'Sünni köpeği!' diye hakaret ederek üzerlerine tükürmüşler, kırıp ufalamışlar bile." Sf/103

"işte Kızılbaşlık ruhu bu idi. Savaşmak, ganimet edinmek ve eğlenmek… Bezm ile rezm arasında bir hayat. …Şah, eğlence gecesinin sonunda otağına geldiğinde Han’ın kafatası tekrar elinde idi ve içinde birkaç yudumluk şarap kalmıştı." Sf/120

Kızılbaşlık sonradan icat edilmiştir

Asırlardır bu toprakların en köklü inançlarından biri olmuş olan Alevilik için ‘sonradan icat edilme’ suçlaması yapılıyor ve şu ifadeler kullanılıyor: "Acaba şahın emirleri ve nökerleri, onun gücüne güç katmak amacıyla bu topraklarda daha evvel hiç olmayan bir şeyi (Kızılbaşlık) icat edip iman konularını ve inanç sistemini siyasete alet ettikleri için kendilerini vebal altında hissedecekler miydi?"Sf/193

Haram kılınanı helal sayıyorlar

"Tebrizdeki dört günde gördüm ve öğrendim ki burada Kızılbaşlık çeşit çeşitti. Teke ilinde bizim bildiğimiz, anamızın bize telkin ettiği Kızılbaşlık halkın çoğuna yabancı gibiydi. Burada öyle Kızılbaşlara rastladım ki kuran-ı bile küçümsüyor, haram kılınan günahların birçoğunu helal sayıyorlardı. Dün, nöbet tuttukları yerde ateş yakmaya çalışan bazı askerlerin ateşi tutuşturmak için terk edilmiş camiden çıkarıp getirdikleri dini kitapları ve kuran nüshalarını kullandıklarını gözlerimle gördüm." Sf/78

Osmanlı iyi, Kızılbaşlar kötü…

"Evet, o günü bende hatırlıyorum (şahın şehri aldığı gün) Kamber can. Şehir yağma ile karma karışıktı. Bir de şu ‘zalim’ dediğimiz ‘kanlı’ dediğimiz Selim’e bak! Askerini şehir dışında tutuyor; şehri yağmalatmıyor." Sf/276

"Oysa şimdi onu (Selim) yavaş yavaş tanımaya başladım. Dürüsttü, dindardı, başarılı ve dirayetli idi. …Tebasının Sunni veya Kızılbaş, Ermeni veya Rum olmasından ziyade insan olmasını önemsiyordu." Sf/306

Sünniler iyi, Kızılbaşlar kötü…

Kızılbaşlık ve sünniliği kıyaslayan yazar şu ifadeleri kullanıyor: “Şahın, Kamertay’ın üzerinde şehri dolaştığı günü hatırladım. Herkes ona “kurban oliiim yüce Şah!” diyorlar ve kasideler sunuyorlardı, Sultan’a ise şimdi askerleri “Gururlanma padişahım senden büyük Allah var!” diye alkış okuyorlar. Bu sözlerden çok etkilendim. Bunun bir anlayış farkı mı, yoksa Osmanlı’nın yönetim tarzının sonucumu olduğuna karar verememekle birlikte içimde bir burukluk oluştu.”

Cem ayinlerinde içki ve cinsellik iması…

Dinsel bir tören olan cem ayininde kişiler şöyle konuşturularak alevilik inancı inceden inceye küçük düşürülüyor: "Kamber can bu seninde ergenlik cemin olsun… (Romanda Şah İsmail’in karısı olan kişi gösterilerek) Taçlı hatunu beğendin mi?" "Evet çok güzel… Zümrüt renginde gözleri, gür ve uzun kirpikleri var" Sf/58

"Alevi sevgisi örtüsü altında iftiralar güncelleniyor"

Kitabın toplatılması için mahkemeye başvuranlardan biri olan Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı yöneticisi Murtaza Demir konu ile ilgili görüşlerini sorduğumuzda şöyle konuştu:

"İskender Pala bir Alevi televizyon kanalı olan Cem TV dahil olmak üzere neredeyse bütün kanallarda çıkıp "Şah&Sultan" adlı kitabını anlatıyordu. "Yavuz'la da, Şah ismail'le de gerçek anlamda tanışmalıyız ve geçmişimizle barışmalıyız" diyordu. Aleviliği övüyor, yapılan iftiraları "kınıyordu..."

AKP milletvekili Reha Çamuroğlu'yla da bir kanala çıkmış, karşılıklı jestlerle birbirlerini ve kitaplarını övüyorlardı. Reha, kitabı tavsiye ediyor; Pala'nın konuşmalarını memnuniyetle dinliyor, onaylıyordu.

Bir kitap alıp okumaya başladım. Kitabı okudukça, bir muaviye oyunuyla karşıkarşıya bırakıldığımızı ve kandırıldığımızı üzüntüyle gördüm.

Adam nefret kusuyordu! Alevi-Bektaşiliğe yapılan bütün iftiraları derlemiş, yenilerini de uydurup ilave etmiş, "Alevi sevgisi" örtüsü altında iftiraları güncelliyordu. Kaba, hoyrat ve acımasızdı. Bırakın edebiyat adamı olmayı, sıradan insani değerlerden bile nasip almamıştı.

Elbette üzüldüm. Alevilik aleniyete çıkmış, herkesin gözü önünde yaşanıyordu. Gizlisi saklısı kalmamıştı, o halde bu adamın derdi neydi? Neden bunca iftira ediyor; bizi neden aşağılıyordu? Hangi bağlantıları vardı? Kimin ya da kimlerin adına çalışıyordu? İnanç ya da insani bir değer taşıyor muydu? İnsani ya da manevi değeri olan biri bunca insanın değerlerine saldırır, dünyalarını yıkmaya yeltenir miydi?

Kendisini televizyon kanallarına davet eden şahıslara mail gönderdim; dedim ki, bu "yazarla" kitabını okuyan bir Alevi yurttaş olarak tartışıp konuşmak istiyorum" dedim. Hiç kimseden yanıt alamadım.

Yapacak tek şey vardı: adalete başvurup, gereğinin yapılmasını istemek."

İşte dava dilekçesinden bazı alıntılar:

İrticai görüşleri nedeniyle ordudan atıldığını bildiğimiz, Zaman Gazetesi yazarı “Profesör” unvanlı İskender Pala, “Şah & Sultan” adlı kitabın yazarıdır… Kendisi, beş yüz yıl önce olup biten olaylar üzerinden yola çıkarak Şah İsmail ve Alevi-Kızılbaşları, yani bizleri, ceddimizi, geleneğimizi, kültürümüzü, inancımızı aşağılamaya çalışmaktadır. Yazar, ya koca bir Alevi külliyatının farkında değildir, ya da bilinçli bir Arap-Emevi militanıdır… Yazdığı konuyu bilmesine bilmiyor da, Türkmen’e ve Türkmen’in geçmişine söverken, Türk’ün geçmişine sövdüğünü de mi bilmiyor acep!..

Yazar, kıyıda köşede söylenen Alevi karşıtı iftiralarının tümünü derlemiş, epey bir miktar da kendisi ilave etmiş ve “özel görevli” intibaıyla çalakalem kitap yazmıştır… Hassasiyetleri bilerek ve isteyerek kaşımıştır. Yazdıkları, iddiaları ve imaları yenir yutulur gibi değildir. Bunca kinin-düşmanlığın özel bir nedeni mi var bilemeyiz ama kitabın başından sonuna kadar hem Alevi-Bektaşilere, hem de inancımıza hakaret ettiği apaçık ortadadır. Ayriyeten, tv.lerde kanal kanal gezip “Alevileri ne kadar sevdiğini, bu yurttaşlara mumsöndü yapıyorlar denilerek iftira edildiğini” söyleyerek, çifte standart kullanarak kitabının ticari reklamın yapmıştır. Oysa kitabında onlarca kez “mum söndü” iftirasını ince ince yineleyerek kendisi tekrar etmektedir!

“...Şah Efendimiz her bakımdan şeyh efendi gibi davrandı ve ona ziyadesiyle iltifat gösterdi, katına beraber oturttu, bir mum yakıp o mum sönünceye kadar onunla sohbet etti. (…) sonra Kalender Çelebi ile sabaha kadar halvet oldu. Meydan sohbeti yaptı. Mevlana ile Şems gibiydiler.” (Sh. 340-341) Bu anlatım içinde geçen; “mum yakmak, söndürmek, yalnız bir odada halvet olmak, Mevlana ve Şems gibi olmak” ibarelerinin toplumsal belleğimizde hangi çağrışımları yaptığı herkesin malumudur. Bu deyimlerin kullanılmasıyla birlikte toplumumuzun nasıl bir infial içine girdiği ise belleklerimizde taptazedir. O halde yukarda söz ettiğimiz imalarla dolu anlatımı bilinçsizlik ya da iyi niyet olarak kabul edebilir miyiz?

...Bir kere insan Alevi-Kızılbaşlığı ve Alevi-Kızılbaşların başat kutsallarından biri olan Hatai’yi yazacaksa Alevi terminolojisini, hiç değilse bu inancın temel ritüelini olsun doğru kaynaklardan okuyup, öğrenmez mi? Bunca önemli ve nazik bir konuya biraz özen göstermez mi? Objektif tarihi gerçekleri gözetmez mi? Hatai’yi aşağılamanın, Alevi’yi ve dolaysıyla bir toplumsal kesimi aşağılamak olduğunu, bu yurttaşların gönüllerinin kırılacağını, manevi dünyalarının yıkılacağını bilmez mi?

...Yazar, “Kızılbaşlık ruhu” diye bir ruhtan söz ediyor: sh. 120’de diyor ki; “İşte Kızılbaşlık ruhu bu idi. Savaşmak, ganimet edinmek ve eğlenmek… Bezm ile rezm (eğlence ve çapul) arasında bir hayat…” Yazarın “Kızılbaşlık” tarifini gördünüz mü? Alevi Türkler ile Sünni Türkler ayrı ruhlara, ayrı yaşam biçimine, ayrı savaş geleneğine mi sahiptirler? Eğlence ve çapul arasında bir yaşam sürmek!.. Bundan daha ala aşağılama olabilir mi? Osmanlı adına savaştıklarında ele geçirilen ganimet çapul olmuyor da, Şah İsmail liderliğinde ele geçirilen ganimet, nasıl oluyor da bir anda çapula dönüşüyor?

...Cemde cinsellik yoktur. Orada herkes candır, canandır, bacı-kardeştir. Canların birbirine yan gözle bakmaları, “sorguyu, cezayı ve dar’ı” gerektiren suçlardan sayılır. Yazar bu konuyu da saptırmış, cinsellik çağrışımı yapan tasvirlerle ondördünde bir kız çocuğu olan Bihruze’yi “musahiplik cemine” almış, görgüden geçirmiş ve Şah İsmail’le musahip yapmıştır… Cemevinde, ibadet eden canlara kov-gıybet yaptırmıştır. Bacıların “güzelliğini” konu ederek, okuyucusuna cemde bu gibi konuların, özellikle de “bir köşeye çekilip” kadınsı-cinsellik mevzularının konu edilebileceği intibaını vererek, Alevi yoluna dair olumsuz düşünceleri güçlendirmeye çalışmıştır.

...Sanki cemevi ibadethane değil, oradaki insanlar ibadet etmiyor, Gülhane Parkında âlem yapıyor, ya da düğün ediyorlar! Alevi ibadetinde şeklin önemi yoktur. Aslolan bütün içtenliğinle tanrıya yakarmak, yaklaşmak ve ibadet etmektir. Hal böyleyken Prof. eğitimli biri, hem de artık “sır” olmaktan aleniyete çıkmış bir ibadet hakkında böyle düşünür, yazarsa, sokaktaki adamlar, Mehmet Ali’ler, Güner Ümit’ler ne demez? Kendilerine “aydın, yazar, kanaat önderi vb.” sıfatlarını uygun gören ve yolumuzu bu biçimde vaaz edenlerin bu fiilleri karşılıksız kalmamalıdır. İftiranın karşılıksız kalması halinde, cüretin artacağı, tekrarlanacağı muhakkaktır. Ve elimizdeki örneklere göre de öyle olagelmektedir. Kaldı ki, bu nevi iftiralar nefreti katmerleştirmektedir. Bu nedenle fiilin cezasız kalması, toplumu yeni bir infiale sürükleyecek ve büyük olayların çıkmasına neden olabilecektir. Bu ihtimal akıldan uzak tutulmamalıdır.

Yazar, kitabının 343. sayfasında mum yakma, söndürme konusuna bir daha dönüyor ve bunun “kural” olduğunu ve ibadetimize dair kurallardan birçoğunun Şah İsmail-Hatai tarafından konulduğunu iddia ediyor. “O geceden sonra her meydan semahını, bir mumun uyandırılmasıyla başlayıp sönmesiyle sona ermesi adet edildi.” Öğrenme ihtiyacı da duymadan ve bilmeden yazdığı için çerağın-delilin uyandırılmasını kast ediyor olsa gerek. Ancak yanlış içinde yanlışlara devam ediyor ve burada olduğu gibi yanlışlarının tam olarak düzeltilmesi mümkün olamıyor. Şah İsmail’in cem ritüelimize katkıları elbette vardır. En azından Alevi-Sünni, dinli dinsiz bütün Türk dünyası için ürettiği mevlit, deyiş ve düazları kim inkar edebilir?

Ancak semah için ayrıca mum yakıldığı görülmüş-duyulmuş bir uygulama değildir. İnce ince eleştirdiği, nefret uyandırmaya çalıştığı bu inancın köklerinin insanın insan olmaya başladığı dönemlere değin gittiğini, bu denli güçlü ve sağlam temelli olduğunu, İslamiyet’ten aldığı kimi kazanımlarla daha da tekemül ettiğini ve güçlendiğini bilmiyor. Bilmediği için de hasım oluyor. Fakat heyhat, sadece Türkiye’mizde olabilecek bir şey daha yapıyor: “konunun otoritesi” olduğu savıyla konuşuyor, anlatıyor, iddia ediyor ve kitap yazıyor. Yazık!..

...Yazar, yol ve ibadetlerini huşu içinde süren, Allah’a yakınlaşan, yaradanla hemhal olup, dem ve devran üzre ibadet ederek hakikat kapısını aralamaya çalışan, bu nedenle yakaran insanların duygularını “dem (uyum-huşu) içinde devran sürmek” olarak ifade etmelerini; “içki içip kendinden geçen insanlar” anlamına gelecek imalarla kirletip, topluma zehirli örnekler veriyor. İftiralarını şöyle sürdürüyor: “Zengin demin heyecanıyla oturdukları yerden dem tutanlar da yavaş yavaş kendilerinden geçiyorlardı. Aka Hasan ile birbirimize baktık ve dolularımızı tazeleyip meydanın uzak bir köşesine çekildik. …hadi anlat dedim…” (s. 70)

...Yazara göre yukarda anlatılanlar, Aleviliğin en kutsal ibadeti sayılan, canların cem olduğu ibadet içinde olageliyor. “Dolularını tazelerken” sanki barmenden bir duble rakı istiyor! Sohbeti, muhabbeti, badeyi, doluyu, “kırkların içtiği engür suyunu, bir üzüm danesini kırk erenin bölüşüp mest olmasını” kaba bir biçimde tasvir ediyor; içki içip sızmak, kendinden geçmek sanıyor.

...Yazar, bunca özen ve incelik içinde yapılan ibadetin mekânında, öyle bir senaryo yazıyor ki, bir köşeye çekilen ve orada arkadaşıyla içki içen iki kişiyi tasvir ediyor: burayı cemevi, içki içenleri de cem ehli-talip gösteriyor: hem de görgü ceminde… Adama sorarlar; hadi sen “düşkünün”, haksızın, harlının, hırsızın, alçağın ceme alınmadığını, musahipsiz ceme gidilmediğini, destursuz lokma yenilmediğini bilmiyorsun, bunca açık bir gerçeği o malum danışmanın da mı bilmiyor? Tahrif ettiğiniz inancın-mekânın kutsiyetinden, yolun “kıldan ince kılıçtan keskin” inceliğinden bu kadar mı bihabersiniz?

O halde yazılanlar ve kitap içindeki hakaretamiz iddialar, iftiralar, saptırmalar bilinerek ve istenerek yazılmıştır.

Bu nedenle yazar; yukarıda çeşitli örneklerini verdiğimiz ibare, tanım, ima ve tasvirlerle biz Alevi-Bektaşileri, Türkmenleri, dolaylı olarak Türkleri, inancımızı, geleneğimizi, ibadetimizi aşağılamış ve hakaret etmiştir.

(soL - Haber Merkezi) - 11.11.2010

Etiketler : , ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.