ALEVİ DOSYASI 7 : Esat KORKMAZ (2)

ALEVİ DOSYASI 7 : Esat KORKMAZ (2)

Gazeteci Recai Aksu’nun Milliyet Gazetesi Avrupa Baskıları için hazırladığı ‘Alevi Dosyası’ yazı dizisinde yer alan araştırmacı yazar Esat Korkmaz...

A+A-

ALEVİ DOSYASI 7 : Esat KORKMAZ (2)Gazeteci Recai Aksu’nun Milliyet Gazetesi Avrupa Baskıları için hazırladığı ‘Alevi Dosyası’ yazı dizisinde yer alan araştırmacı yazar Esat Korkmaz ile yapılan röportajın geniş özetinin ikinci bölümünü yayınlıyoruz.

Alevi Dosyası 7 : “Kamil toplum projesini unuttuk”

Alevi Bektaşi Alevi örgütleriyle arasında bir gerginlik olduğunu gizlemeyen Esat Korkmaz, Alevilik-Bektaşiliğin 20 yılda ciddi biçimde örgütlendiğini ancak gericileştiğini iddia ediyor ve bu durumdan ‘çağdaş ruhbanlar’ diye tanımladığı seçkinleri sorumlu tutuyor.

Seçim öncesi Alevilerin siyasete müdahale etme kararını da eleştiren Esat Korkmaz, ‘ her Alevi-Bektaşi’nin önce kendini, sonra da toplumu değiştirme projesi’ olarak tanımlanan “kâmil toplum projesi”nin unutulduğunu söylüyor…

--Alevilerin bugün içinde bulunduğu durumu geçmişin ışığında  değerlendirdiğinizde ne söylersiniz?

Geçmişten bize ulaşan Alevilik-Bektaşilik, zulme, baskıya ve haksızlığa karşı “isyan” geleneğini bugünlere taşımış, halk muhalefetini “tarihle, kültürle” beslemiş ve onu sürekli “canlı” tutmuştur. Geçmişimiz ölçü almak durumundayız. Geçmişimizi “ölçü” alıp günümüze baktığımızda Alevilerin; şeriatçı Sünni kuşatılmışlığa “boyun eğme” ile belirgin “Türk-İslam sentezi” zemininde boy veren düşünüş biçimlerinin tanımladığı “kimliksizliğin” kırılamadığı, genelde politika alanının “dışına” itildiği bir dönemi yaşıyoruz. Yani Alevilerin kimi “grupların” ya da “örgütlerin-örgüt yöneticilerinin” kendilerini öne çıkarabilmek için bu “inancın-felsefenin” geleneksel tabanından “habersiz” bir “kör dövüşü ”ne girdiği bir dönemi geçirmekte olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Düşünsel “bulanıklığı” gidermek ve “kimlikli bir mücadeleyi” yaşama getirmek hepimizin temel görevidir

—Bu noktada ne öneriyorsunuz?

Yaşanan bu sürecin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan; düşünsel “bulanıklığı” gidermek;

bu kapsamda devreye sokulacak “etkinlik”, “eylem” ve “yazın” ürünleriyle Alevilik temelinde düşünsel “birliğin” sağlanmasına, davranış düzeyinde “dağınıklığın” giderilmesine katkıda bulunmalıyız. Ön çıkan “teorik-pratik” sorunları tartışmak,  kolektif bir “ürün” yaratmak üzere düşünsel “olgunluk, beceri ve yetkinlikleri” amaca yönelik “seferber” etmek, felsefemizin-inancımızın yaşamasını olanaklı kılacak, ona hak ettiği saygınlığı yeniden kazandıracak “araçları” biçimlendirmek-örgütlemek ve sosyal pratiği bir ucundan yakalayarak “kimlikli bir mücadeleyi” yaşama geçirmek, hepimizin en temel görevidir.

Sorunun çözümünde “uygun araç” örgüttür: Örgütün “kafa kalitesi”ni yükseltmek ve Alevi canları örgüt çatısı altında toplamak, onları, “nesnel” düzeyde demokrasi-laiklik mücadelesinin “öznesi” durumuna getirmek “örgütlü mücadelenin” asıl amacı olmalıdır.

--Nasıl bir örgütlenmeden bahsediyorsunuz?

Alevi zeminde “iki tür” örgütlenme var. Birincisi geleneksellik zemininde “inanç” öğelerinin biçimlendirdiği “topluluk” yani “ yol” örgütlenmesi. Serçeşme Hacı Bektaş Veli Dergâhı ve bu Dergâh’a bağlı örgütlenme, bu türden bir örgütlenmedir. İkincisi çağdaşlık zemininde toplumsal “çıkara” dayalı düşüncelerin uzlaşmasının bir ürünü olarak beliren “toplum” yani demokratik örgütlenme. Şubeli Hacı Bektaş Veli örgütlenmesi, Pir Sultan Abdal örgütlenmesi, üst örgüt anlamında federasyon ve konfederasyon örgütlenmeleri, bu türden örgütlenmelerdir.

Kendini besleyen ana damardan yoksun ya da bu damarı dışta bırakan, görmezlikten gelen, küçümseyen bir toplum örgütlenmesi “şey” değil, “hiçbir şey”dir.

—Bahsettiğiniz ‘topluluk örgütlenmeleri’ toplumun ihtiyacına bugün yanıt veriyor mu?

Bugün günümüze uzanan Ortaçağ değerleriyle “boğuşuyor” olsak da “sermayenin” egemen olduğu, sınıfsal çıkara dayalı bir toplumsal düzeni yaşıyoruz. Artık, geleneksellik zemininden beslenen “topluluk örgütlenmeleri”, ne denli sağlıklı yapılanırsa yapılansın, Alevi topluluğu dışında toplumun tüm ezilen kesimlerini kucaklayacak bir örgüt durumuna gelemez, bu dönem “kapanmıştır”. Dünün Ortaçağ’ında ve feodal bir yapı altında, Anadolu halkının memnuniyetsizliğini kucaklayan Alevi “topululuk örgütlenmeleri”, bugünün Türkiyesinde ve kapitalist bir toplumda aynı işlevi yerine getirmekten “aciz”dir.

“boşluğu” kapatabilmek için demokratik kitle örgütü kapsamında “toplum örgütlenmeleri” yaratmak zorundayız.  Ama diğer yandan Alevi bilincini/inancını dünden bugüne taşıyan, bugünden yarına taşıyacak olan “gelenek örgütü”nü çağdaş toplumun karnında canlandırmak-geliştirmek durumundayız. Yazılı kültüre yatkın, sözel kültüre alıştırılacak olan “çağdaş örgüt belleği”; sözel kültüre yatkın, yazılı kültüre alıştırılacak olan “gelenek örgüt belleği” yaratmak, Alevilerin“olmazsa olmaz koşulu”dur. Her iki örgütlenme tipini “birlikte” yaratacağız ya da canlandıracağız.

Ancak bunlar gerçekleştirilebilirse Anadolu Alevilerinin bu ülke tarihinde ve toplumsal mücadelelerinde oynadıkları “onurlu rolle” buluşulabilir. Bu ülkenin demokrasi mücadelesine kalıcı katkılar verebilirler. Toplumsal hareketi geçmişten günümüze taşıyan Alevilik, bu bağlamda güçlü bir dinamiktir. Bu dinamiklerini,  yarattıkları “üst örgüt” aracılığıyla toplumsal muhalefete “aktararak” genel halk hareketinde ve örgütlenmesinde “çimento” görevi görebilirler, kendilerini özgürleştirirken Sünnileri de özgürleştirebilirler.

Bu örgüt diğer yandan, gelenek örgütlenmesini kucaklamalı, onunla kaynaşmalıdır. Kaynaşmanın ve kucaklaşmanın ölçütü, “Alevi evrensel ilkeleri” olmalıdır. Kendini besleyen ana damardan yoksun ya da bu damarı dışta bırakan, görmezlikten gelen, küçümseyen bir toplum örgütlenmesi “şey” değil, “hiçbir şey”dir.Alevi olmaktan kaynaklanan insan hakları, demokratik haklar “bağlı olduğu, içinde yer aldığı üst örgütün eylem, etkinlik” alanına aktarılarak yaşama geçirilmelidir. Bu yolla yaratılan toplum örgütlenmesine, Alevilerin yarattığı bir örgüt “damgası” vurulmalıdır.

“Çağdaş ruhbanlar”, örgütlü Aleviliği “memur ideolojisine” bağlamak istiyorlar

—Alevi yöneticilerle sürekli bir didişme içerisindesiniz. Sorun sizde mi, yöneticilerde mi?

Yaklaşık 20 yıldır özlemlerimizin ötesinde “örgütlendik” ama tahminlerimizin ötesinde “gericileştik”. Örgütlenerek gericileşmek gibi bir “keşfin” sahipleriyiz. Bu toprağın “en gerçekçi politikası-siyaseti” olan Alevi tarihini “güncellemeyi” beceremedikleri için “beklentileri” karşılanmayan, doyumsuz, kendilerini Alevi “uzmanı” sayan, Aleviliği kurtuluşa taşıyacak “seçenek” gören kimi çağdaş örgüt yöneticilerimiz “engelimiz” durumuna geldi. Ne kadar acı değil mi? Biz yıllarca Aleviliğin “en zayıf halkası”nın “ruhbanlık ya da ruhban örgütlenmesi” olduğunu söyleyegeldik. Eğer Alevilik “toplumsal bir bilinç-toplumsal bir örgütlenme” yaratmak istiyorsa “kan bilincini ve kan örgütlenmesini” aşmak zorunda olduğunu sürekli yineledik. Artık günümüzde geçmişten bize taşınan “kan temelli ocak örgütlenmesini” okul olarak algılamak zamanı gelmiştir dedik. Serçeşme merkezli ve “bilme temelli” bir gelenek örgütlenmesine bağlanmak gerektiğini açık açık yazdık. Hay huy içinde “tersine dönüşüm” ürünü “çağdaş ruhbanları” görememişiz. Tanımladığım “çağdaş ruhbanlar”, Alevi “aristokrasisini” oluşturan, “yukarıdanlığı” ile belirgin, kendilerinin de içinde yer aldığı “seçenek elit”i her şeye “merhem” sanan “cahillerdir”.  Kendi esenlikleri adına Aleviliğin içini doldurmaya çalışan “sarı yöneticilerdir bunlar. Aleviliği “memur dünyasına” taşımak isteyenlere karşı kavga veriyoruz diyen bu “çağdaş ruhbanlar”, örgütlü Aleviliği daha önce örneğini görmediğimiz bir “memur ideolojisine” bağlamak istiyorlar.

—Nasıl yani?

Her birimizi “imha etmek” isteyen sisteme karşı örgütlü mücadele veriyorsak eğer kendi basınımıza, aydınımıza, sanatçımıza “aynı düşmanlığı” besleyemeyiz. “Terzi de bardağa girdi”, diye söylencesel bir anlatım vardır.. Özdeyişin öyküsünü anımsayalım: Bağdat’ta Mezarlığa açılan kapının yakınında bir terzi varmış. Dükkânında bir bardağı varmış, çiviye asılı. Her ölü geçtiğinde yerden bir taş alır ve bardağa atarmış. Her ay attığı taşları sayar, Bağdat’ta ayda kaç kişinin öldüğünü hesaplarmış. Terzi bunu sanat edinmiş. Gel zaman git zaman terziye de vade gelmiş, ölmüş. Birinin terziye işi düşmüş, dükkânın kapalı olduğunu görünce komşusuna terzinin nereye gittiğini sormuş. Komşusu, “-Terzi de bardağa girdi”, demiş. “Ölü geçtikçe bardağa bir taş bırakırdı; zaman onun taşını da bardağa bıraktı”, diye sürdürmüş sözlerini. Terzi gibi bu yönetici arkadaşların “taşı” da bir gün bir “yerlere” bırakılacak, bundan kuşkunuz olmasın.

Alevilik-Bektaşilik “bilme kültürü” değil, “değiştirme kültürü ”dür

--Bugüne gelelim. Seçim öncesi Alevilerin siyasete müdahale etme kararını eleştirdiniz…

Evet, “Alevi-Bektaşi Hareketi toplumsallaşmasını ve siyasallaşmasını “kendi dışında toplumsallaşan ve siyasallaşan” yapılardan aldığı “ödünçlerle” sağlamaya çalıştığı için ne toplumsallaşabiliyor ne de siyasallaşabiliyor; her geçen gün “kendisinden uzaklaşıyor”.

Alevi-Bektaşi örgütlülüğünün asıl görevi, hakların “eşitsiz” dağıtımını yaratan "vatandaş” ya da "yurttaş " temelli hak dağıtımına "duruş” almaktır. Alevilik-Bektaşilik bir “bilme kültürü” değildir, bir “değiştirme kültürü”dür. “Değiştirme kültürü”nün taşıyıcısı olarak her Alevi-Bektaşi önce “kendini değiştirecek”, sonra da “toplumu değiştirecektir. Sırtını “halka” dayayan devlet katında, sırtını “zinde güçlere” dayayan toplum katında örgütlenme yoluna gider.Her iki anlayış da sorunun çözümünü “barış şarkılarında”, anti-emperyalist değil, “anti-militarist” söylemlerde arar. Devlet ile toplumun “bütünleşmesini” gerektiren her türlü proje inkâr edilir. Alevi-Bektaşi hareketi tam da bu nedenle “kıskaçta”dır. Toplumsallığı açığa çıkmış değildir, yani “gizil”dir ya da “oy verme” yükümlülüğünden bile sakınan “kör bir toplumsallık” yaşamaktadır. Siyasallaşamadığı için de “kendi dışında toplumsallaşarak siyasal bir duruma gelmiş” herhangi bir “siyasal parti” ile siyaset “pazarlığı” yapmakta ve ondan siyaset “ödünç” almaktadır; bu “ödünce” karşılık ödediği “bedel” şu ya da bu sayıda “milletvekili”dir.

Söylemi ve eylemiyle kendini “barış”, “demokrasi” ve “insan haklarıyla” sınırlayan bir “sivil toplum” hareketiyle ya da bununla “özdeş” duruma düşmüş bir Alevi hareketiyle burjuva demokrasisinin “bugünkü sorunlarını” aşmak olanaklı değildir. Asıl önemlisi Alevi-Bektaşi örgütlülüğü bugün “demokrasi mücadelesi” verdiğini söylerken ya da siyasallaşma davranışına girerken kimi inanç sorunlarını seslendirmekle yetiniyor; “işsizliği”, “pahalılığı”, “yoksulluğu”, “eşitsizliği” ve gündelik yaşamı doğrudan ilgilendiren “toplumsal” ilişkileri “dışarıda” bırakıyor ya da onlardan “sakınıyor”. “Sınıf” kavramının yerine, “yurttaş” ya da “vatandaş”, ötesinde “topluluk”  kavramını geçirdiği için “sanıldığının tersine” Alevi hareketi toplumsallaşamıyor.

Devlet demokratikleştikçe toplum devletleşmektedir

—Aleviler niye toplumsallaşamıyor?

Toplumsallığıyla siyaseti “terbiye edemiyor” ve siyaset kendisine “ilgisiz” kaldığı için de siyaset alanını sürekli “daraltıyor”. Aleviliği “sivil toplumculuk”la özdeşleştirirsek, “sivil toplumun devlet müdahalesinden kurtarılmasıyla bir kamusal alan ortaya çıkacaktır; bu kamusal alanda görüşlerin özgürce ifadesiyle bir söylemsel irade oluşacaktır” amaçlı bir mücadeleye girilir. Klasik kamuoyunun yerini artık “halkla ilişkiler” ve “kamuoyu araştırmaları” almıştır. Tam da bu nedenle benim toprağımda, “devletin demokratikleşmesi, toplumun anti-demokratikleşmesiyle koşut” gider. Çünkü Türkiye, küresel kapitalist yayılmada bölgede emperyalist odaklar için “güçlü ve güvenilir” bir ülke olmak durumundadır. Onlar adına “koç başı” olma görevini yapabilmek için “belirli burjuva demokrasisi standardını yakalamak, dış hatları çizilmiş, iç hatları silinmiş bu demokrasi formatını yaşama geçirmek, güçsüzlük ya da güvensizlik izlenimi uyandıran kimi dinamikleri demokratik olmayan yollardan dizginlemek ya da sindirmek” zorundadır. Bu zorunluluk nedeniyle resmi değerler, “şeriata karşı toplumu ordulaştıran” ideolojik devlet aygıtı işlevini gören kimi örgütler ve medya tarafından toplum yaşamına sızdırılmakta, “devlet demokratikleştikçe toplum devletleşmekte”dir.

“kâmil toplum projesi”ni Unuttuk ya da unutturuldu.

—Alevi-Bektaşi Toplumu’nda bir heyecan küllenmesi var gibi düşünenler var…

Alevilerin geçmişte bir rüyası vardı. Bu projenin adı “kâmil toplum projesi” idi. Unuttuk ya da unutturuldu. Bu toplumsal tasarım özgün biçimiyle güncele taşındığında Aleviler hiç küllenmeyecek bir heyecanın taşıyıcısı olacaklardır. Kendini yetiştirerek “kâmil insan” durumuna yükselen insan, artık kendini toplum hizmetine adayacak ve kâmil toplum projesinin gerçekleşmesi için bütün gücüyle çalışacaktır. Bu düşsel proje, kent-toplum bağlamında ele alınıp tasarımlanmıştır. Buyruktaki “Rıza Kenti”, Aleviliğin geleceğe yönelik kestiriminde, düşsel kâmil toplumun bir anlatımı olarak algılanabilir. “Düşsel Toplumsal Projeye” baktığımızda; bireyin önemi, eylemlerinde ve uğraşlarında toplumsal grupla ne ölçüde “ilgili” olduğuna, ortak esenliğe hangi “katkıda” bulunduğuna göre belirlendiğini görürüz. Yani, bireyin yaptığı her şey için topluluk ön-koşuldur. Bu bağlamda Alevi-Bektaşi ütopyası, göksel değil, bireyin topluluğa ve doğaya karşı sorumluluklarından ve toplumsal/doğasal yükümlülüklerinden doğar. Böyle olmasına karşın öğreti, bireycilikle karşıtlık içinde bulunmaz. Topluluk üyesi birey, kendi varlığını kanıtlamak için, kendi “özerkliğini” talep eder.

Alevilik insanı merkezine koyar

—Alevilikte doğaüstülük var mı

Alevilik, doğaüstü ya da ötesi bir gücü, anlayışının merkezine koymaz. Tam tersine şeriattan özgürleşilerek kazanılan nesnel-toplumsal zeminde, insanı merkeze alır. Onu kutsar, onu sever. Bu da laikliğin insansal-toplumsal zeminidir. Bu potada, yani mazlumlar katında 72 milleti eritti; bir yaptı. İnsan-evren-Tanrı sorununu yeniden irdeledi: İnancın yerini akıl aldı. İnanca dayanan tanrıbilimin karşısına, inancı aklın denetimine veren bâtıni felsefeyi yerleştirdi. Tanrı-evren sorunu inanç sorunu olmaktan çıktı, bir insan sorunu durumuna geldi. Batı’da bilimi kilise baskısına karşı savunan, dünyanın insan eliyle değiştirilebileceği inancını insan sevgisinin temeline koyan burjuva hümanizmi daha tarihin gündemine gelmeden,  Anadolu toprağında Aleviler,  ilkçağ aydınlanmacılığının uzantısında, yani insanın bedensel ve ansal yeteneklerinin eğitimle geliştirilmesini amaçlayan hümanizmin kuşatıcılığında insanın bedensel ve ansal yani anlama-kavrama yeteneklerini geliştirdi.

Aleviler şeriatçı dinsel değerlere, özelde feodal despota ve onun uşaklarına başkaldırdığında, burjuva sınıf kimliğinin henüz ufukta gözükmediği bir toprakta, ilkel eşitlikçi toplum değerlerini bayraklaştırarak, mistisizm bağlamında ancak sezgiyle ulaşılabileceğini varsaydığı insanlığın son kurtuluşunu tarihin gündemine taşıyıverdi.

-Son olarak ne söylemek istersiniz?

Farkında mısınız, farkında mıyız bilemem ama bu toprağın Alevileri; hümanizmi, halk memnuniyetsizliğinin uzantısında ezilenin iktidara yönelik özlemlerinin taşıyıcısı durumuna getirdiğinde, kendilerini de tanrıbilimin karşısına koydular. Mistik maya biçiminde algıladıkları hümanizmi, egemene yönelik isyanla bugünlere taşıdılar. Onbinlerle seslendirilen kıyımlara uğradıklarında ödedikleri bedel, toplumcu hümanizmi yaşama geçirebilmek için ödedikleri bir bedeldi bir bakıma. Bu anlayış en net ve en boyutlu anlamını; Şeyh Bedrettin’in,”Yarin dudağından gayri her şey her yerde ortak olmak için “ ileri haykırışında buluyordu.

Alevi hümanizmi bugün Ortaçağ’dan günümüze feodal değerlere/kurumlara karşı verdiği kavganın, bu yolda kazandığı deneyimlerin güvencesinde, kendisini geleceğe hazırlıyor. Kendisine yardımcı olacak toplumsal dinamikler özlenen toplu davranışı yaratamamış olsalar da Aleviler; mistisizmlerinde “ters” duran gerçekleri ayakları üzerine “oturtarak” tarihin nesnel yasalarını, insanın özgürce gelişebileceği ve insanlığın hızla ilerleyebileceği insanlık çağına geçişin maddi koşullarını yakalama uğraşında kararlı gözüküyor.

-Teşekkür ediyorum

Ben de teşekkür ederim.

***

Recai Aksu

KAYNAK : http://www.2temmuz.com

 

Etiketler : ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.