AB İlerleme Raporu Tam Metni 2007

AB İlerleme Raporu Tam Metni 2007

AB İlerleme Raporu Tam Metni 2007301 Avrupa standartlarıyla uyumlu hale getirilmeliKıbrıs sorununda hiçbir ilerleme kaydedilemedi Demokrasi ve hukukun...

A+A-

AB İlerleme Raporu Tam Metni 2007AB İlerleme Raporu Tam Metni 2007

301 Avrupa standartlarıyla uyumlu hale getirilmeli
Kıbrıs sorununda hiçbir ilerleme kaydedilemedi

Demokrasi ve hukukun üstünlüğü

Meclis:

Yeni seçilen meclis ülkenin siyasi çeşitliliğini daha çok yansıtıyor. Ne var ki yüzde 10 barajının indirilmesine dair tartışmalar sürdü; bu, Avrupa parlamento sistemlerindeki en yüksek baraj. Mesele AİHM'ye de taşındı ve mahkeme Ocak 2007'de barajın özgür seçim hakkını ihlal etmediğine hükmetti. Ancak bir yandan istikrarlı meclis çoğunluklarının sağlanması hedefi korunurken, en iyi temsilin sağlanması için barajın indirilmesinin arzu edilir olduğuna da dikkat çekti. Mesele Gerel Kurul'a havale edildi.

Cumhurbaşkanlığı:

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in görev süresinin Mayıs 2007'de dolması üzerine meclis yeni bir cumhurbaşkanı seçmek üzere toplandı. 27 Nisan'da yapılan ilk tur oylama muhalefet partilerince boykot edildi ve tek aday olan Dışişleri Bakanı Abdullah Gül gereken üçte iki oranında oyu alamadı. Aynı gün Genelkurmay bir bildiri yayınlayarak cumhurbaşkanlığı seçimine müdahale etti.

Anamuhalefet partisi CHP'nin başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi 1 Mayıs'ta, meclis oturumunun üçte ikilik katılımla açılması gerektiği gerekçesiyle oylamanın geçersiz olduğuna karar verdi. Yeni bir oylama yapıldı, fakat üçte iki katılım sağlanamadı. Gül bunun ardından adaylıktan çekildi ve bütün prosedür iptal edildi. Bu da Türkiye Anayasası uyarınca erken seçimleri gündeme getirdi.

Ağustosta yeni seçilen meclis Gül'ü üçüncü tur oylamada 339 oyla cumhurbaşkanı seçti.

Cumhurbaşkanı Sezer siyasi reformlarla ilgili bazı yasalar, bilhassa da Ombudsmanlık yasası, Vakıflar yasası ve özel eğitim kurumlarına yönelik yasalara karşı veto hakkını kullandı. Cumhurbaşkanı ayrıca Ombudsmanlık yasasına karşı Anayasa Mahkemesi'ne de başvurdu. Cumhurbaşkanıyla hükümet arasındaki gerilimli ilişkiler siyasi reformlara yönelik çalışmanın yavaşlamasına katkıda bulundu.

Hükümet:

Genel seçimin ardından Başbakan Tayyip Erdoğan bir tek parti (AKP) hükümeti kurdu ve hükümet 5 Eylül'de meclisten güvenoyu aldı. Hükümet programı reformların devamına yönelik güçlü bir kararlılık içeriyor. Hükümet özellikle temel haklar alanında Türkiye'yi uluslararası standartlara tam anlamıyla taşımayı hedefleyen kapsamlı anayasal reformların hayata geçirilmesini planlıyor. Hükümet Nisan 2007'de sunulan AB üyeliği için yol haritasının uygulanması için çaba gösterme niyetini yineledi. Yol haritası bakanlıkların müktesebatla uyumuna yönelik ülke içi rehberlik sunuyor ve 2007-2013 yılları arasında kabul edilip uygulanacak birincil ve ikincil yasaları içeriyor. Bakanlıklar arası Reform Gözlem Grubu da eylülde bir araya geldi.

Yeni hükümette dışişleri bakanlığı AB'yle üyelik müzakerelerini yürütme görevine devam edecek. Dışişleri Bakanlığı bünyesinde AB İşlerinden Sorumlu Genel Sekreterlik (EUSG) kuruldu ve bu makam bilhassa siyasi kriterler, mali işbirliği ve tekil fasıllarda müzakereler konusunda koordinasyon rolü oynamayı sürdürecek. Eylül 2007'de EUSG ve Devlet Planlama Teşkilatı'nın yol haritasının uygulanması konusunda üç ayda bir değerlendirme yapacağı açıklandı. Ancak üstlendiği rolün önemi göz önüne alındığında, EUSG ekibinin ve kaynaklarının güçlendirilmesi gerekiyor. Bu konuda atılan adımlar sınırlı kaldı.

Güvenlik güçlerinin sivil denetimi:

Ordudan kamuoyuna yapılan açıklamalar ve siyasi sürece müdahale teşebbüslerine rağmen, 2007 ilkbaharındaki anayasal krizin sonucu, demokratik sürecin önceliğini bir kez daha teyit etti.

Milli Güvenlik Kurulu (MGK) revize edilmiş rolüyle uyumlu bir şekilde toplanmaya devam etti. Büyükelçi Burcuoğlu eylülde yeni genel sekreter olarak atandı. MGK'nın toplam çalışan sayısı 408'den 224'e, askeri personelin sayısı da 26'dan 12'ye indirildi.

Ancak silahlı kuvvetler hatırı sayılır siyasi ağırlık koymayı sürdürdü. Silahlı kuvvetlerin üst düzey mensupları Kıbrıs, laiklik ve Kürt meselesi gibi iç ve dış politika sorunlarına dair açık yorumlarını artırdı. Bazı durumlarda Genelkurmay hükümetin açıklamalarına veya kararlarına açıkça tepki gösterdi. Genelkurmay, internet sitesinde bir bildiri yayımlayıp ülkedeki laikliğin zayıfladığı iddiası üzerinden endişesini ifade ederek Nisan 2007'deki cumhurbaşkanı seçimine doğrudan müdahale etti.

Silahlı kuvvetlerin üst düzey mensuplarından, özellikle güvenlikle ve azınlık haklarıyla ilgili konularda Türkiye'deki akademik araştırmaları ve açık tartışmaları sınırlamak yönünde bazı girişimleri söz konusu oldu. Dahası ordu çeşitli defalar basını hedef aldı.

Güvenlik, Kamusal Düzen ve Destek Birimleri'ne ilişkin 1997 tarihli gizli EMASYA protokolü hâlâ yürürlükte. Genelkurmay Başkanı ve İçişleri Bakanı'nın imzaladığı protokol, belli şartlar altında iç güvenlik konularına yönelik sivil yetkililerden izin almaksızın askeri operasyonlar düzenlenmesine imkân tanıyor.

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin İç Hizmet Kanunu'na ve Milli Güvenlik Kurulu yasasına dair hiçbir değişiklik yapılmadı. Bu yasalar Türk ordusunun rolünü ve görevlerini tanımlıyor ve orduya, geniş bir ulusal güvenlik tarifi üzerinden geniş bir manevra alanı sağlıyor. Sivil faaliyetleriyle temas ettiğinde Jandarma üzerinde sivil denetim uygulanması konusunda da hiçbir ilerleme olmadı.

Ordu bütçesi ve harcamaları üzerinde meclis denetiminin güçlendirilmesi bakımından da hiçbir ilerleme yok. Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu ordu bütçesini sadece genel bir tarzda denetliyor. Programları ve projeleri incelemiyor. Dahası ilave bütçe fonları meclis denetiminden muaf tutuluyor.

Hesapların denetimine gelince, Anayasa'ya göre Sayıştay ordu harcamaları ve mülklerinin dışarıdan geriye dönük hesap denetimini yapabiliyor. Ancak Sayıştay, kendisine yönelik yasanın kabulünün askıda olmasıyla, ordu mülklerini hâlâ denetleyemiyor. Dahası, güvenlik kurumlarının iç hesap denetimini düzenleyen 2003 tarihli Kamu Maliyesi Yönetimi ve Denetimi Yasası hâlâ doğru düzgün uygulanmıyor.

Hepsi toparlandığında, ordu üzerinde idari sivil fonksiyonların ve savunma harcamasına yönelik meclis denetiminin sağlanması konusunda hiçbir ilerleme sağlanmış değil. Tam tersine, yetki alanının ötesine geçen meselelerde (reformlar da dahil) ordunun açık yorumlarda bulunma eğilimi güçlenmiş durumda.

Yargı sistemi:

Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığına dair endişeler varlığını sürdürüyor. Nisanda yeni cumhurbaşkanının seçimi bağlamında Anayasa Mahkemesi yediye karşı dört oyla, seçimin birinci ve ikinci turlarında meclis oturumunun 367 vekille açılması gerektiğine karar verdi ve seçimin ilk turunu iptal etti. Bu karar güçlü siyasi tepkilere ve Anayasa Mahkemesi'nin tarafsız davranmadığı iddialarına yol açtı. Neticede cumhurbaşkanının meclis tarafından seçilmesi sürecinde Anayasa Mahkemesi üçte birlik engelleyici bir azınlık önermiş oldu.

Kasımda verdiği nihai kararında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Şemdinli davasının iddianamesini hazırlayan savcıyı görevden azletti. Van'daki asliye mahkemesi, Yargıtay'ın suçların düzgün isnat edilmediği kararını takiben davayı yeniden görmeye başladı. Yargıtay ayrıca davanın askeri mahkemenin yetki alanında olduğuna hükmetti, fakat asliye mahkemesi bu kararı reddetti.

Yüksek mahkeme yargıçlarının atanması konusunda gerilimler söz konusu. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Yargıtay ve Danıştay'da boşalan yerlere yargıç seçmeyi başaramadı, zira Adalet Bakanı ve yardımcısı toplantılara katılmadı. Mesele nihayet çözüldü ve seçimler nisanda yapıldı...

Yolsuzlukla mücadele politikası:

Yolsuzlukla mücadele amacıyla halen yürürlükte olan sistemin koordine edilmesiyle ilgili olarak Başbakanlık, siyaset belirleme ve uluslararası kuruluşlarla koordinasyon sorumluluğunu Saydamlığın Artırılması ve İyi İdarenin Geliştirilmesi Komitesi'ne devretti. Başbakanlık Denetim Dairesi'neyse komiteye teknik ve idari destek sağlama görevi verildi.

Genelkurmay Askeri Mahkemesi fiili görevdeki bir tümgenerali ilk kez yolsuzluktan hapse çarptırdı. Sekiz subay da hapis cezası aldı. Yüce Divan da bir ihaledeki usulsüzlüklerden dolayı eski bir enerji bakanına hapis cezası verdi ve ceza ertelendi. Yerel yönetimlerdeki yolsuzluk olayları medyada sık sık işlendi.

Ancak hâlâ halledilmesi gereken bir dizi mesele var. Sayıştay yasasının kabul edilmesi konusunda hiçbir ilerleme kaydedilmedi. Üstelik meclis kamu harcamaları üzerinde etkili denetim uygulamıyor, zira mecliste bir kamusal hesaplar komitesi yok.

Vekillere ve kamu görevlilerine tanınan geniş dokunulmazlıkların sınırlandırılması, siyasi parti ve seçim kampanyalarının finansına yönelik daha etkin yasalar ve saydamlık sağlanmaması başlıca sorunlar olarak varlığını sürdürüyor. Milletvekillerine, akademisyenlere, orduya veya yargıya yönelik etik ilkeler yasasının genişletilmesi bakımından hiçbir ilerleme yok. Yolsuzlukla mücadele stratejisinin geliştirilmesinde de ilerleme sağlanmadı. Yolsuzlukla mücadele politikaları ve faaliyetlerini geliştirip değerlendirecek merkezi bir yapının kurulması hâlâ hayati önemde. Yolsuzlukla mücadelede yer alan kurumlar (sözgelimi müfettişler kurulu) güçlendirilmedi. Yolsuzluk konusunda veri ve istatistik toplamakla görevli bir kurum yok.

Neticede yolsuzluk yaygın ve yolsuzlukla mücadelede sınırlı ilerleme var. Bir yolsuzlukla mücadele stratejisinin geliştirilmesi, etkili ve iyi koordine edilen icracı kurumlar ve yasaların güçlendirilmesi büyük önem taşıyor.

İnsan hakları ve azınlıkların korunması

Uluslararası insan hakları kurallarına riayet:

İlerleme Raporu'nun içerdiği dönemde AİHM, Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin en az bir maddesini ihlal ettiğine hükmettiği toplam 330 karar verdi. 1 Eylül 2006'yla 31 Ağustos arasındaki yeni başvuruların miktarı, geçen yıl aynı dönemdeki başvurulardan daha fazla. Bu yeni başvuruların üçte ikisinden fazlası adil yargılama ve mülkiyet haklarının korunması konularında. Yaşam hakkı ve işkencenin yasaklanması ile ilgili bir dizi başvuru da yapıldı.

Son reformların AİHM kararlarının uygulanması üzerinde olumlu sonuçları oldu. Rapor döneminde Bakanlar Komitesi, AİHM'nin Terörle Mücadele Yasası'nın eski 8. maddesi uyarınca açılan davalar ve siyasi partilerin kapatılmasına dair davalarla ilgili kararlarına dönük bazı dosyaları kapattı.

Ancak Türkiye tarafından uygulanması bekleyen önemli miktarda AİHM kararı da var. Bunlardan bazıları genel yasal önlemleri gerektiriyor. Bunlar arasında ifade özgürlüğüne yönelik yasal kısıtlamalar ve Türk Hukuku'nda belli durumlarda iç prosedürlerin tekrar açılmasını engelleyen yasaklar var. Dahası Bakanlar Komitesi, vicdani veya dini gerekçelerle askerlik hizmetini yapmayı reddedenlerin durumunu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin gereklerine uygun biçimde düzenleyen yasal çerçeveyi belirlemek için Türkiye'nin alacağı önlemlere dair bilgi bekliyor.

Bakanlar Konseyi'nin önünde duran diğer dosyalar da, güvenlik güçlerinin faaliyetlerinin kontrolü ve kötü muameleye karşı etkin çarelerle ilgili gereken yürütme önlemlerinin kabul edilmesini bekliyor. Bu dosyalar esasen 1990'ların ilk yarısında terörizme karşı savaş arkaplanında gerçekleşen ihlallere atıfta bulunuyor, fakat bazıları da polisin normal hareketlerinin işleyişiyle ilgili.

Kararların ilanından bu yana bir dizi olumlu yasal reform kabul edildi. Komite şu an reformların uygulanışını yakından takip ediyor. Kıbrıs-Türkiye ihtilafında Bakanlar Komitesi, eğitim hakkı ve inanç özgürlüğüyle ilgili ihlallere yönelik değerlendirmeyi nisandaki toplantısında kapatmaya karar verdi. Hâlâ devam eden konular Kıbrıslı Rumların Kıbrıs'ın kuzeyindeki mülkiyet haklarına yönelik kısıtlamaları ve kaybolan şahıslar meselesini içeriyor.

Kıbrıs'ta yerinden edilmiş şahısların mülkiyet haklarıyla ilgili olarak mahkemenin Aralık 2006'da Xenidis Arestis davasında verdiği kadar, yeni tazminat mekanizmasının mahkemenin işaret ettiği gereklilikleri ilkesel olarak karşıladığı sonucuna vardı. Ancak mahkeme bu uygulamanın bütün ilgili meselelere dönük etkililiğine değinmedi.

Neticede Türkiye uluslararası insan hakları araçlarının onaylanması ve AİHM kararlarının uygulanması konularında ilerleme kaydetti. Ancak BM İşkenceyle Mücadele Anlaşması Tercihli Protokolü'nü hâlâ onaylanmış değil ve Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ndeki yükümlülüklerini tümüyle yerine getirmesi için daha fazla çaba göstermesi gerekiyor.

İnsan haklarının teşviki ve güçlendirilmesine gelince, Başbakanlığa bağlı İnsan Hakları Dairesi'ne ve İnsan Hakları Komisyonu'na geçen yıla göre daha fazla başvuru yapıldı. İnsan Hakları Komisyonu'nun gözaltı merkezlerine ve devlete bağlı kurumlara ziyaretleri sürdü.

Ancak bu kurumların faaliyetlerinin kamuoyuna daha iyi anlatılması ve özellikle eleman tahsisi konusunda yeterli kaynakların ayrılması gerekiyor hâlâ. Bazı sivil toplum örgütleri bağımsız olmadığı gerekçesiyle İnsan Hakları Komisyonu'na katılmayı reddediyor. Dahası (sivil toplum örgütleri, uzmanlar ve bakanlıkların temsilcilerin oluşan, Başbakanlığa bağlı çalışan) İnsan Hakları Danışma Kurulu, Ekim 2004'te azınlık haklarıyla ilgili bir raporun yayınlanmasından bu yana işlemiyor. Söz konusu raporun başlıca iki yazarına dava açıldı. Nihai kadar Eylül 2007'de Yargıtay tarafından bozuldu ve temyiz süreci devam ediyor. Netice olarak insan hakları için kurumsal çerçevenin geliştirilmesi için daha fazla çaba gösterilmesi gerekiyor.

Sivil ve siyasi haklar:

İşkenceye sıfır tolerans politikası tarafından getirilen yasal güvencelerin olumlu etkileri sürüyor. Rapor edilen işkence ve kötü muamele vakalarının sayısındaki düşüş eğilimi teyit edildi. Avukatlara ulaşım konusundaki reformların olumlu sonuçlar verdiği görülüyor. Türkiye kötü muamele iddialarına yönelik muayene sistemini güçlerdirme çabalarını sürdürdü. Ülkedeki adli tıp merkezlerinin sayısı artırıldı ve Adli Tıp Kurulu İstanbul Protokolü'nün uygulanmasının güçlendirmesi için bir proje başlattı.

Ancak özellikle gözaltı sırasında ve gözaltı merkezlerinde işkence ve kötü muamele vakaları rapor edilmeye devam ediyor. Gözaltı merkezleri bağımsız ulusal kurumlar tarafından bağımsız şekilde gözlenmiyor, zira BM İşkenceyle Mücadele Anlaşması Tercihli Protokolü henüz kabul edilmiş değil.

Hukuki danışmanın yokluğunda elde edilen veya bir yargıç karşısında teyit edilmeyen ifadelerin kullanımı, Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu tarafından yasaklandı. Ancak Yargıtay bu tür ifadelerin kullanılmasına yönelik yasağın geriye dönük uygulanamayacağına karar verdi. Daha alt düzey mahkemelerin, davalı tarafından kötü muamele iddialarının sunulmasına rağmen, bu tür kanıtları dosyalarından çıkarmadığı davalar var.

Adalet Bakanlığı'na bağlı olan Adli Tıp Kurulu'nun bağımsızlığının güçlendirilmesi ve verdiği raporların bütünsel kalitesinin artırılması gerek. Ek olarak, tıbbi muayeneler bazen güvenlik görevlilerinin nezaretinde yapılıyor. İşkence ve kötü muamele kurbanları esasen sivil toplum örgütleri tarafından sunulan rehabilitasyon hizmetlerine muhtaç kalıyor. Bunun kısmi nedeni, işkence ve kötü muamele kurbanlarının devletin desteklediği rehabilitasyon kurumlarından yararlanamaması.

İnsan hakları ihlallerine karşı davaların dokunulmazlık zırhına çarpması endişe konusu olmaya devam ediyor. Güvenlik güçleri mensuplarından kaynaklı insan hakları ihlali iddialarına yönelik düzgün, tarafsız ve bağımsız soruşturma eksikliği var. Dahası işkence ve kötü muamele iddialarındaki yargı süreci, yeterli yargılama prosedürleri olmaması veya bizzat prosedürlerin ihlal edilmesi yüzünden sık sık erteleniyor.

Sonuç olarak Türkiye'nin yasal çerçevesi, işkence ve kötü muameleye karşı bir dizi kapsamlı güvence içeriyor. Ancak özellikle tutuklama öncesindeki süreçte hâlâ bu tür vakalar yaşanıyor. Dokunulmazlık zırhı endişe kaynağı olmaya devam ediyor. Türkiye'nin güvenlik güçlerinden kaynaklı insan hakları ihlali iddialarını daha derinlemesine soruşturması gerekiyor.

Adaletten yararlanma konusunda bazı ilerlemeler var. Raporun içerdiği dönemde gözaltına alınanların avukata erişiminde düzelme yaşandı. Raporlar, kentlerde gözaltına alınanların büyük bölümünün kısa süre içinde avukatlarıyla görüşebildiğini gösteriyor.

Ancak avukatlara erişim ülke çapında işlenen suçun türüne göre farklılık gösteriyor. Güvenlik güçleri gözaltına alınanlara her zaman avukatlarına erişim izni vermiyor. Kırsal bölgelerde, özellikle de güneydoğuda gözaltında avukata ulaşamayanların sayısının kentlere göre daha fazla olduğu görülüyor. Mevcut yasal çerçeve uyarınca sanıklar ceza almaları halinde avukatların ücretlerini ödemek yükümlülüğü altında.

Ceza Yasası'nda Aralık 2006'da yapılan değişiklikler, savunma avukatı tutmak konusunda yeni bir sistem getirdi. Yeni sistemde zorunlu avukat tutulmasına hak kazanan suçların oranının, geçmiştekine göre daha sınırlı olması ihtimali belirmişti. Fakat barolarla hükümet arasında, yeni sistemin kesintiye uğramasına da neden olan kısa süreli bir ihtilafın ardından nihayet uzlaşmaya varıldı ve sistem tekrar işlemeye başladı.

Hapishanelerin fiziki altyapısı ve hapishane çalışanlarının eğitimi konusunda iyileşme sürdü. Yüksek güvenlikli F tipi cezaevleriyle ilgili, hükümlülerin ortak faaliyetleriyle ilgili eksiklikleri gidermeyi amaçlayan bir yönetmelik çıkarıldı.

Ancak hapishanelerle ilgili ciddi sorunlar şunları kapsıyor: Aşırı kalabalık, ortak faaliyetlerle ilgili kararnamelerin tutarlı şekilde uygulanmaması, hükümlülerin yazışmalarının kısıtlanması ve yetersiz sağlık/psikiyatri hizmeti. Sivil ve askeri hapishaneler de bağımsız ulusal kurumların denetimine açık değil.

Ağırlaştırılmış müebbet ceza alanlara yönelik tecrit uygulamasıyla ilgili hükümler hâlâ yürürlükte. Böyle bir sistemin mümkün olan en kısa süreliğine ve ilgili hükümlünün oluşturduğu risk göze alınarak uygulanması gerekiyor. Buna ek olarak hapishane çalışanlarından kaynaklı kötü muamele vakaları da yaşanıyor.

İfade özgürlüğüne gelince, Türk medyasında çok geniş bir konu yelpazesinde açık tartışma sürdü; buna medyanın kendisi ve Türk toplumu tarafından hassas addedilen meseleler de dahildi.

Ancak şiddet içermeyen fikirlerin Ceza Yasası'nın belli hükümleri uyarınca dava ve ceza konusu yapılması ciddi endişe kaynağı olmaya devam ediyor. 2005'le kıyaslandığında 2006'da yargılanan insanların sayısı neredeyse iki katına çıktı ve 2007'de bu seyir hızlanarak sürüyor. Bu davaların yarısından fazlası Türk Ceza Yasası, bilhassa da 'Türklüğe', Cumhuriyet'e ve devletin organlarıyla kurumlarına hakareti suç kılan 301. maddeye dayanarak açıldı. Yargıtay tarafından 301. maddeyle ilgili 2006'da verilen kısıtlayıcı hüküm hâlâ yürürlükte. Bu koşullar altında 301. maddenin ilgili AB standartlarıyla uyumlu hale getirilmesi gerekiyor. Aynısı, şiddet içermeyen düşünce ifadelerini yargılamak için kullanılan ve ifade özgürlüğünü sınırlayabilen diğer yasa maddeleri için de geçerli. Terörle mücadele yasasının ifade özgürlüğü üzerindeki potansiyel etkileri de endişe konusu.

Tarihsel konularla ilgili şiddet içermeyen düşüncelerini ifade ettiği için hakkında davalar açılan Ermeni kökenli Türk gazeteci Hrant Dink, Ocak 2007'de öldürüldü. Dink'in ölümü Türk toplumunda bir dayanışma hareketine vesile olsa da, cinayeti tertipleyenlere destek beyanları da oldu. Hrant Dink cinayetiyle ilgili sanıkların yargılanmasına 2 Temmuz'da başlandı ve dava sürüyor. Tam anlamıyla bir soruşturma gerekiyor, buna cinayette polisin de suç ortağı olduğuna yönelik iddialar da dahil.

İnsan hakları savunucularına, gazetecilere ve akademisyenlere yönelik davalar ve tehditler, ülkede otosansüre yol açan bir iklim yaratmış durumda; bu durum akademik alanı da kapsıyor. Orduyla ilgili konularda bazı haberler yapan haftalık Nokta dergisi, sahibinin aldığı kararla yayınını Nisan 2007'de durdurdu. Bu karar, Genelkurmay Askeri Savcısı adına hareket eden cumhuriyet savcısının talimatıyla derginin binasına düzenlenen polis baskınından sonra geldi. Askeri konulardaki gazetecilik özgürlüğü, Genelkurmay'ın iç talimatnamesiyle kısıtlanıyor; orduya yönelik eleştirel olduğu bilinen gazetecilere ordu resepsiyonları ve brifingleri için akreditasyon verilmiyor.

Netice olarak şiddet içermeyen fikirlerin ifadesine karşı davalar ve kararlar, gazetelere yönelik eylemler, Türk hukuk sisteminin, Avrupa standartlarında ifade özgürlüğünü tam olarak garanti etmediğini gösteriyor. Türk Ceza Yasası'ndaki 301. madde ve benzer maddelerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'yle uyumlu hale getirilmesi gerekiyor.

Toplantı ve gösteri özgürlüğü için hukuki çerçeve Avrupa standartlarıyla büyük ölçüde uyumlu. Çoğu durumda vatandaşlar bu hakkı yetkililerin veya güvenlik güçlerinin müdahalesi olmadan kullanabiliyor. Cumhurbaşkanı seçimi döneminde Ankara, İstanbul ve İzmir'de barışçı kitlesel gösteriler düzenlendi. Kürt Yeni Yılı kutlamalarında (Newroz) birkaç şiddet olayı gerçekleşti.

Ancak polisin 700'den fazla insanın gözaltına alındığı İstanbul'daki 1 Mayıs kutlamalarında aşırı güç kullanmasıyla ilgili bir soruşturma söz konusu. Örgütlenme özgürlüğü konusundaki hukuki çerçeveye yönelik 2004'te yapılan değişiklikler olumlu etkiler yaptı. Buna derneklerin ve dernek üyelerinin sayısındaki artış dahil.

Dini derneklerin kuruluşuyla ilgili de olumlu gelişmeler yaşandı. Yehova Şahitlerine Destek Derneği'ne (tüzüğü açık dinsel amaçlar içeriyor) yönelik kapatma davasında verilen beraat kararı Yargıtay tarafından onandı.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, siyasi partilerin kapatılması konusunda 2001'deki anayasal değişikliklerin ve 2003'te Siyasi Partiler Kanunu'nda kabul edilen yeni hükümlerin, devletin örgütlenme özgürlüğüne müdahalesinin ölçülü olma mecburiyetini yerine getirdiğine dikkat çeken bir karar aldı ve AİHM'nin bu konudaki kararlarının uygulanmasıyla ilgili dosyasını kapattı. Ancak Dernekler Kanunu'nun yurtdışından mali destek için önce yetkililerden onay alma ve bu desteği ayrıntılarıyla belgeleme yükümlülüğü getirmesi, derneklerin faaliyetlerinde sıkıntıya neden oluyor. Dahası bazı dernekler zorluklarla karşılaşıyor. Uluslararası Af Örgütü'nün Türkiye teşkilatının hesapları 1 Ocak 2007'den beri bloke edilmiş durumda. Siyasi partilere Türkçe'den başka dil kullanma izni verilmiyor.

Son reformların sivil toplumun ve diyaloğun gelişmesi konusunda yarattığı olumlu gidişatın geçen bir yılda da sürdüğü görülüyor. Sivil toplum örgütleri siyasetin biçimlendirilmesi ve sosyal, ekonomik ve siyasi sorunlara cevap verilmesi konusunda daha aktif bir rol oynayabiliyor. Ancak siyaset belirleme sürecine daha yoğun katılım, siyasi çoğulculuğu artıracaktır.

İnanç ve ibadet özgürlüğüne garantiler genel olarak devam ediyor.

Hükümetle gayrimüslim topluluklar arasındaki diyalog da sürüyor. İçişleri Bakanlığı 19 Haziran'da gayrimüslim Türt vatandaşlarının inanç özgürlüğüyle ilgili bir genelge yayımladı. Genelge gayrimüslim vatandaşlara ve ibadet mekânlarına karşı bireysel suçların arttığını kabul ediyor ve bütün illerin valilerinden bu olayların önlenmesi için gereken tedbirlerin alınmasını istiyordu. Bu genelgenin etkisinin pratikte görülmesi gerekecek.

Demografik Hizmetler Yasası'nın uygulanmasına dair düzenleme Kasım 2006'da yürürlüğe girdi. Düzenleme, nüfusa kayıt sırasında istenen din bilgilerinin, ancak vatandaşların yazılı açıklaması temelinde girilmesi, değiştirilmesi veya silinmesine imkân tanıyor.

Ancak nüfus cüzddanı gibi idari belgelerde, doldurulabilen veya boş bırakılabilen bir din hanesi bulunuyor. Bu da ayrımcı uygulamalara yol açabiliyor. Buna ek olarak tanınmamış dinlerle ilgili hâlâ endişeler söz konusu.

18 Eylül'de Malatya'da yerel protestan cemaatin yayınevinde üç protestan öldürüldü. Cinayet, terörle mücadele kanununa tabi olarak soruşturuluyor. Protestanlar aleyhine 'Türklüğe hakaret' nedeniyle açılmış diğer bir dava da yoğun güvenlik önlemleri arasında devam ediyor. Gayrımüslim cemaatlerin ibadet yerleri ve din adamlarına karşı saldırılar bildirildi. Misyonerler medya veya yetkililer tarafından ülkenin bütünlüğüne karşı tehdit olarak gösterildi ve gayrimüslim cemaatler Türk toplumunun ayrılmaz bir parçası değilmiş gibi gösterildi. Gayrimüslim cemaatlere karşı nefret uyandırabilecek bir dilin kullanılması, bugüne dek cezasız bırakıldı.

Gayrimüslim cemaatler (örgütlü din grubu yapısı olarak), yasal kişiliklerinin olmaması ve mülkiyet haklarının kısıtlanması gibi sorunlarla karşılaşmaya devam ediyor. Bu cemaatler ayrıca vakıflarının yönetimi ve mülklerini adli yollarla geri alma konularında da sorun yaşadı.

Yerel makamlarda, ibadet yerleri için inşaat izni verme konusunda bölgeden bölgeye farklılıklar oluyor. Bu durum keyfiyete yol açabiliyor. Birçok kilise, ibadet yerlerini resmi olarak kaydettiremedi. Aleviler cemevlerini açmakta zorluklarla karşılaşıyor. Cemevleri ibadet yerleri olarak tanınmıyor ve yetkililerden maddi yardım alamıyor.

Eğitim alanında, din kültürü ve ahlak dersleri zorunlu. Alevi bir ailenin başvurusu üzerine AİHM 9 Ekim 2007 tarihinde 1 No'lu protokolün 2. maddesinin (eğitim hakkı) ihlal edilmiş olduğuna oybirliğiyle karar verdi. Mahkeme, hükümetin bu sınıfların Türk toplumunda geçerli olan dini çeşitliliği dikkate almadığına karar verdi. Ayrıca Türkiye'de dini eğitim müfredatının demokratik bir toplumda olması gereken tarafsızlık ve çoğulculuk kriterlerine uygun olmadığına ve ebeveynlerin inançlarına saygı duyulmasını sağlayabilecek uygun bir yöntem olmadığına karar verildi. Mahkeme sonuç olarak, Türkiye'nin eğitim sistemini ve iç mevzuatını AİHM'le uyumlandırması gerektiği kararını verdi.

Din adamlarının eğitimine ilişkin kısıtlamalar sürüyor. Türk kanunları bu cemaatlere özel bir dini yüksek eğitim imkânı tanımıyor ve kamu eğitim sisteminde de bu tür olanaklar bulunmuyor. Halki (Heybeliada) Rum Ortodoks Ruhban Okulu hâlâ kapalı. Aralık 2006'da 122 yabancı din adamı Türkiye'de, Yabancılar İçin Çalışma İzni Yasası'nın ek maddesine tabi olarak çalışmaktaydı. Ancak Türkiye'de çalışmak isteyen yabancı din adamlarının zorluklarla karşılaştığına ve Türk uyruklularla eşit muamele haklarının sağlanmadığına ilişkin bildirimler halen devam ediyor.

Ekümenik Patrikhane, kilisenin 'ekümenik' titrini her durumda kullanmakta serbest değil. Haziran ayında Yargıtay, Ekümenik Patrikhane'nin Kutsal Sinod'una karşı bir davaya baktı. Mahkeme davalıyı suçsuz buldu. Ancak aynı zamanda Türk kanunlarında patrikhanenin ekümenik olduğuna dair bir temel bulunmadığını, patrikhanenin yasal kişiliği bulunmayan bir dini kurum olduğunu, patrikhanede yapılan dini seçimlere katılan ve seçilen kişilerin Türk vatandaşları olması gerektiğini ve seçim sırasında Türkiye'de çalışır konumda olması gerektiğini belirtti. Bu karar patrikhane ve diğer gayrimüslim cemaatlerin AİHM tarafından taahhüt edilen haklarının hayata geçirilmesinde başka sorunlar çıkarabilir.

Genel anlamda din özgürlüğü açısından bakıldığında pratikte, bu hakka tam saygı gösterilmesini sağlayacak bir ortam sağlanmadı. Tüm dini cemaatlerin yersiz kısıtlamalara maruz kalmadan işleyebilmesi için AİHM'yle aynı çizgide bir yasal çerçeve oluşturulması, Aleviler ve gayrimüslim cemaatlerin karşılaştıkları büyük zorluklar konusunda, gerçek anlamda bir ilerlemeden söz edilemez.

Ekonomik ve sosyal haklar:

Kadın hakları alanında, yapılan düzeltmelerle Aileyi Koruma Kanununun kapsamı ayrı yaşayan aile bireyleri dahil olmak üzere ailenin tüm bireylerini kapsayacak şekilde genişletildi. Ayrıca davalarla ilgili tüm başvuru ve idari işlem ücretleri de kaldırıldı. Türk makamları vali, yargıç ve savcılara, şiddet kurbanlarına verilen hizmetleri iyileştirme amaçlı genelgeler gönderdi. Kadınlara yönelik aile içi şiddet ve namus cinayetleriyle mücadele amaçlı başbakanlık genelgesi, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü'yle koordinasyon altında hayata geçirilmek üzere. Kamu kurumlarıyla sivil toplum arasındaki işbirliği arttı ve genelgenin uygulanmasını izlemek üzere kamu kurumlarında kadınlarla ilgili STK'lar arasında düzenli toplantılar düzenleniyor.

Kadına yönelik şiddeti önleyici kampanyalar devam ediyor ve bunlar hükümet, medya, özel sektör ve BM Nüfus Fonu tarafından da destekleniyor. Askerlik eğitiminde mevcut müfredat kapsamında bununla ilgili eğitim de veriliyor. Aile içi şiddete maruz kalan kadınlara yönelik sığınakların sayısı 33'e yükseldi. Bunlar Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, belediyeler ve kadın STK'ları tarafından işletiliyor.

Temmuz 2007 seçimlerinde kadın adayları destekleme ve kadınların siyasete katılımına yönelik farkındalığı artırma amacıyla bir STK tarafından yürütülen kampanya, halkın konuya ilgisini çekmede başarılı oldu. Mecliste daha fazla kadın milletvekili ihtiyacı ve bu amaçla kotaların belirlenmesi olasılığı, kamuoyunda açık olarak tartışıldı. 2007 seçimlerinde meclise seçilen kadın milletvekili sayısı, bir önceki meclisin neredeyse iki katı (51) oldu.

Kurumsal kapasite açısından, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından ek personel istihdam edildi. Ancak kadınlara karşı aile içi şiddet halen yaygın bir şekilde uygulanmaya devam ediyor. Namus cinayetleri, erken yaşta ve zorla evlendirme sürüyor. Ayrıca kadına yönelik şiddet ve namus cinayetlerinin sıklığına ilişkin güvenilir verilere erişme sorunu da devam etmekte. Talebe cevap verilmesi için daha ev içi şiddete maruz kalan kadınlara yönelik daha fazla sığınak açılmalı ve hizmetler geliştirilmeli. Polis, yargıç ve savcıların konuya ilişkin eğitimi artırılmalı.

Her ne kadar kadınlar bazı yüksek profilli pozisyonlarda yer alsalar da, genel anlamda kadınların işgücü pazarına katılımı düşük seviyede devam ediyor. Kadınların seçimle işbaşına gelen ulusal ve yerel kurumlara katılımı sınırlı düzeyde kalıyor.

Genel anlamda kadınları şiddetten koruma konusunda ilerleme sağlandı. Cinsiyet eşitliğini taahhüt altına alan yasal çerçeve düzenlendi. Ancak bunun sosyal bir gerçekliğe dönüştürülebilmesi için daha fazla çaba gerekiyor.

Ekonomik katılım ve fırsatlar, eğitime erişim, sağlık, yaşam süresi ve siyasi güç alanlarında, kadınlar ve erkekler arasındaki uçurum ciddi düzeyde devam ediyor.

Çocuk hakları alanında, çocuk işçi çalıştırılmasıyla mücadele alanında çabalar devam etti. Çocuk işgücüyle ilgili bir araştırmada, çalıştırılan çocuk oranının 1999'daki yüzde 10.3 oranından 2006'da yüzde 5.9 oranına gerilediği ortaya çıktı.

Eğitim alanında, 2005-2006 okul yılında yüzde 5 olan ilkokullardaki cinsiyet farklılığı oranı, 2006-2007 yılında yüzde 4.6'ya düştü. Milli Eğitim Bakanlığı ve UNICEF'in kız çocuklarının okula gönderilmesi için ortaklaşa düzenledikleri kampanyanın ilk aşaması tamamlandı. 2004-2006 yılları arasında toplam 191 bin 879 kız ve 114 bin 734 erkek ilkokula yazıldı. Para yardımı programıyla ailelere doğrudan gelir desteği sağlanarak kampanya güçlendirildi. İlkokul ve okul öncesi eğitime katılımı artırma amaçlı özel sektör ve STK kampanyaları devam etti.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı çocuk yoksulluğuna karşı ulusal bir strateji geliştirmeye başladı. Sokak çocuklarının oranını azaltacak bir zemin oluşturmak amacıyla, sokaklarda çalışan ve/veya yaşayan çocuklarla ilgili veri toplanmasına ilişkin bir hükümet genelgesi yayımlandı. Sokak çocukları sayısının yüksek olduğu yedi ilde yeni program çerçevesinde eylem planları kabul edildi.

Çocukları Esirgeme Kanunu'nu hayata geçiren bir düzenleme yürürlüğe girdi. Buna göre bir soruşturma sırasında, işlenen suç nedeniyle psikolojik açıdan olumsuz etkilenmiş çocuk kurbanlar sadece bir kez şahit olarak dinlenebilecek ve bu da bir uzman eşliğinde yapılacak. Gözaltına alınan gençler karakolların gençlere yönelik birimlerinde kalacak ve kelepçe veya zincir takılamayacak. Savcılıklarda şu anda gençlik bürolarının kurulması gerekiyor.

Gelgelelim ilkokula kayıt oranları yüzde 90'da kalmaya devam ediyor. Eğitim alanında özellikle kızların ilkokuldan ayrılmaları veya kaydedilen ilerlemelerin takip edilmesi gerekiyor. Okula kayıt oranlarında bölgeler arası farklılıkları azaltmak için daha fazla çaba gerek. Kız çocuklarının ilkokula kayıt oranı artsa da, ortaöğretimdeki geniş uçurum sürüyor.

Her ne kadar öncesine oranla son 10 yıl içinde okula kayıt olmayan çocuk oranında önemli bir düşüş görülse de, doğumda nüfus kaydı yapılmamış olan beş yaşından küçük çocukların oranı ülkenin özellikle doğusunda hâlâ yüksek seyrediyor. Bu ise çocukların sağlık ve eğitim hizmetlerine erişiminde engel teşkil ediyor. Resmi istatistikler bebek ölümlerinin oranının hâlâ yüksek olduğunu gösteriyor. Kurumlarda çocuklara yapılan muameleler, kaygı yaratmaya devam ediyor. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'nun mevcut bakım ve koruma standartlarını gözden geçirmek ve bu kurumun personel kapasitesini artırmak için çaba gerekiyor. Çocuk esirgeme kurumlarına alternatif olarak evlat edinme işlemlerinin teşvik edilmesi için daha yoğun çaba harcanmalı.

Çocuk işgücü mevsimlik tarım işlerinde ve sokaklarda hâlâ yaygın olarak devam ediyor. İş kanunu ve uygulanmasında eksiklikler var ve çocuk işgücüyle mücadele için ayrılmış olan ulusal kaynaklar yetersiz.

Çocukları koruma yasasını uygulama ve eğitim ve sosyal hizmetleri sağlanma alanlarında daha fazla ilerleme gerekiyor. Çocuk mahkemelerinin karşılaştıkları zorluklarla mücadele edebilmek için daha iyi donatılması ve sayılarının artırılması lazım.

Toplumsal açıdan hassas ve/veya özürlü kişiler konusunda, akıl sağlığı alanında, hastanelerde elektroşok tedavisinin kullanımının insan ve hasta haklarına uygun hale gelecek şekilde düzenlenmesi için bir hükümet yönergesi yayımlandı. Yönergenin hayata geçirilmesine ilişkin tüzükler de hazırlandı.

Özürlü kişilerin eğitim, sağlık, sosyal ve kamusal hizmetlere erişimleri açısından hiçbir ilerleme yok. Özellikle kamu binalarına erişimde fiziksel engeller devam ediyor. Gerek bu alanda gerek akıl hastası kişilerin bakım koşulları alanında veri ve araştırmaların olmaması, bilgiye dayalı politikaların oluşturulmasını önlüyor. Özürlü Kişiler Yasası'nın ve ilgili düzenlemelerin uygulanması, özürlülerin hakları ve yaşam koşullarını iyileştirme yolunda belirleyici bir önem taşıyor.

İşçi hakları ve sendikalar alanında, sendikaların yönetim kurullarına seçilebilmek için en az 10 yıl çalışmış olma şartı, yeni kanunlarla yürürlükten kaldırıldı. Ayrıca bazı işveren ve işgücü sendikaları da iki taraflı toplumsal diyalog üzerinde ortak deklarasyonlar ve protokoller yayımladı.

Ancak sendikal hakların tümüyle uygulanmasında kısıtlamalar devam ediyor. Türkiye özellikle örgütlenme hakkı, grev hakkı ve toplusözleşme haklarında ILO Konvansiyonları'nı tümüyle hayata geçirmiyor. Gözden geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı'nın 5. madde (örgütlenme hakkı) ve 6. maddesi (toplusözleşme hakkı) üzerinde çekincelerini devam ettiriyor.

Genel anlamda işçi hakları ve sendikalar açısından az bir ilerleme kaydedildi. Türkiye'nin özellikle örgütlenme, grev ve toplu sözleşme hakları alanında AB standartları ve ilgili ILO Konvansiyonları'na uygun bir şekilde, sendikal hakları tümüyle taahhüt altına alan yasaları kabul etmesi gerekiyor. Türkiye ayrıca üç taraflı düzey dahil olmak üzere toplumsal diyalog mekanizmalarını da güçlendirmesi lazım.

Ayrımcılık karşıtı politikalar alanında, ayrımcılık karşıtlığı ilkesi anayasada yer alıyor ve birçok yasada da gözetiliyor. Ancak yaş veya cinsel tercihler nedeniyle ayrımcılığa karşı özel bir koruma yok. Lezbiyen, homoseksüel, biseksüel ve transseksüel kişileri temsil eden bir derneğe karşı bir dava devam ediyor. Transseksüeller ve travestiler bazı durumlarda fiziksel tacize maruz kalıyor. Polisin bu vakaları düzgün bir şekilde soruşturması gerekiyor.

Mülkiyet hakları alanında, AİHM'deki Fener (Rum) Erkek Lisesi Vakfı-Türkiye davası nisan ayında sonuçlandı. Mahkeme oybirliğiyle, AİHM 1 No'lu protokol 1. maddenin ihlal edilmiş olduğuna karar verdi ve mülkün davacıya iade edilmesini veya tazminat ödenmesini önerdi. Vakfın 1943 ve 1963 yıllarında edindiği mülklerle ilgili olarak AİHM'ye taşıdığı bir davada, Türk hükümeti ile İstanbul Ermeni Hastanesi Vakfı arasında bir anlaşma sağlandı. Bu anlaşma uyarınca hükümet mülkü vakfa iade ediyor. Türk hükümeti mülkü, Mayıs 1974 tarihli bir Yargıtay kararına dayanarak istimlâk etmişti.

Ancak Kasım 2006'da mecliste oylamaya sunulan ve cumhurbaşkanı tarafından veto edilen yeni Vakıflar Kanunu tasarısının son kabul işlemi halen askıda. Yeni kanunun kabulü dini cemaatlerin mülk yönetimi ve edinimi alanlarında karşılaştığı bir dizi soruna çözüm getirecektir.

Mülk sorunları yaşayan Süryanilerin durumundaysa bir ilerleme kaydedilmedi. Mülklerine el konulduğuna dair şikâyetleri arttı.

Azınlık hakları, kültürel haklar ve azınlıkların korunması:

Azınlıkların eğitim hakları alanında, Şubat 2007'de yürürlüğe giren Özel Öğretim Kurumları Kanunu ile gayrimüslim cemaatlerin Lozan Anlaşması uyarınca yetkililerle birlikte azınlık okulları açma hakkı yeniden onaylandı.

Ancak Türkiye'nin azınlık haklarına yaklaşımında bir değişme olmadı. Türk makamlarına göre 1923 Lozan Anlaşması uyarınca Türkiye'deki azınlıklar sadece gayrimüslim din cemaatlerinden ibaret. Uygulamada bu anlaşma, yetkililere göre Museviler, Ermeniler ve Rumları kapsıyor. Anlaşmaya ilişkin bir önyargıya kapılmadan, Türk makamları Türk vatandaşlarını çoğunluğa veya herhangi bir azınlığa ait olan bireyler yerine, yasalar önünde eşit haklara sahip bireyler olarak görüyor.

Ancak bu yaklaşım Türkiye'yi, kendi kimliklerini muhafaza edebilmeleri için bazı Türk vatandaşlarına etnik köklerine, dinlerine veya dillerine dayalı özel haklar vermekten alıkoymamalı. Avrupa standartlarına uygun olarak dil ve kültür, toplanma, ifade ve inanç özgürlüğünün ve kamu hayatına etkin bir şekilde katılıma, altyapıları veya köklerinden bağımsız olarak tüm vatandaşlar için saygı gösterilmesi ve korunması gerekiyor.

AGİT Azınlıklar Yüksek Komiserliği Üyesi Aralık 2006 tarihinde Ankara'ya, 2003 ve 2005'teki ziyaretlerinin ardından üçüncü kez ziyarette bulundu. Bölgeleri ziyaret etme teklifi (özellikle güneydoğu) yerine getirilmedi. Azınlıkların kamu hayatına katılımı ve azınlık dillerinde yayın gibi meselelerde Türkiye ile AGİT Azınlıklar Yüksek Komiserliği arasında bir diyalog başlatılması gerekiyor. Böyle bir diyalog, Türkiye'nin uluslararası standartlara ve AB üye ülkelerindeki en iyi uygulamalara daha fazla uyum sağlamasını kolaylaştıracaktır.

Türkiye, BM Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin taraflarından biri. Ancak azınlık hakları konusundaki çekinceleri ve BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi'nde eğitim hakkına dair çekinceleri, kaygı verici. Türkiye, Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunması İçin Çerçeve Belgesi'ni veya Avrupa Bölgesel veya Azınlık Dilleri Şartı'nı imzalamadı.

Çifte başkanlık dahil olmak üzere azınlık okullarının yönetimi, sorun teşkil etmeye devam ediyor. Ayrımcı ifadelerin okul kitaplarından çıkarılması için daha fazla çaba gerek. Rum azınlık, eğitim ve mülkiyet haklarıyla ilgili sorunlarla karşılaşmaya devam ediyor. Bu bağlamda Gökçeada (Imvros) ve Bozcaada (Tenedos) adalarındaki Rum azınlığı olumsuz etkileyen sorunlar, bildirilmeye devam ediliyor.

Genel anlamda Türkiye, Avrupa standartlarında azınlıklara saygı, azınlıkların korunması ve kültürel çeşitliliğin sağlanması konularında hiçbir ilerleme kaydetmedi.

Kültürel haklar alanında, Türkçe dışındaki dillerde yayın yapılması konusunda, Mart 2007'de Diyarbakır'daki yeni bir radyo istasyonu (Çağrı FM) Kırmançi ve Zaza Kürtçesi'nde yayın yapma izni aldı. Şu anda Kürtçe yayın yapan dört yerel radyo istasyonu ve TV kanalı bulunuyor.

Ancak film ve müzik programları haricinde süre kısıtlamaları uygulanıyor. Şarkılar haricinde tüm yayınlarda Türkçe altyazı bulunması veya Türkçeye çevirinin şart koşulması, canlı yayınları teknik açıdan zahmetli hale getiriyor. Kürt dilini öğretecek eğitim programlarına izin verilmiyor. Bu kurallara karşı açılan bir davası, üç yıldır Danıştay'da beklemede bulunuyor. Bazı yayıncılara karşı önemsiz sebeplerle açılan davalar var.

Anadili Türkçe olmayan çocuklar, anadillerini Türk devlet eğitim sisteminde öğrenemiyor. Bu tür eğitim hizmeti sadece özel eğitim kurumlarınca verilebiliyor. Kürtçe alanında, bu tür eğitim veren tüm kurslar 2004 yılında kapatıldı. Bugün devlet veya özel okul sistemlerinde Kürtçe öğrenme fırsatı bulunmuyor.

Türkçe konuşmayan kişilerin kamu hizmetlerine erişimini kolaylaştırmak için hiçbir önlem alınmadı, oysa tercüme genellikle mahkemelerde mevcut. Haziran 2007'de Sur belediyesine karşı açılan bir davada Danıştay belediye başkanını görevden aldı ve çokdilli belediye hizmetleri verdiği için Belediye Meclisi'ni dağıttı. Mahkeme bu durumun, devletin dilinin Türkçe olduğuna ve Türkçe dışında hiçbir dilin anadil olarak öğretilmemesine dair anayasa ilkelerine karşı olduğuna karar verdi. Temyiz devam ediyor.

Türkçe dışındaki dillerin kullanımı siyasi hayatta yasadışı olmaya devam ediyor. DTP yetkilileri ve yöneticilerinin, siyasi partilerin Türkçe dışında bir dil kullanmasını yasaklayan Siyasi Partiler Yasası 81/c maddesini sözde ihlali nedeniyle birçok soruşturma ve dava açıldı. Şubat ve Nisan 2007'de Hak-Par'ın birçok üyesi ve yöneticisi iki ayrı davada, partinin genel kongresinde Kürtçe konuştukları için cezaya çarptırıldı. Hak-Par'ın kapatılmasına ilişkin bir dava devam ediyor.

Türkiye'de ikâmet eden ve seyahat eden yabancılarla ilgili yasayı düzeltmek için hiçbir adım atılmadı. Bu yasa Romanlar üzerinde, özellikle suçluların iadesi alanında ayrımcı maddeler içeriyor. Türkiye 2005-2015 Roman Katılımının Onyılı'na katılmıyor.

Bakanlar Konseyi'nin Nisan 2006 tarihli bir kararının aldından, bir şehir yenileme programı uygulamaya konuldu. Bu bağlamda Roman mahalleleri başta İstanbul olmak üzere birçok ilde yıkıldı. İstanbul belediyeleri bu yıkımlar sonrasında Romanlara barınak, temel sıhhi hizmetler veya diğer sosyal ve ekonomik hizmetleri sunmak için hiçbir adım atmadı. İstanbul Sulukule semt sakinleri ve sivil toplum örgütleri İstanbul İdare Mahkemesi'ne, semtin istimlak ve tahliyesinin durdurulması için başvuruda bulundu.

Türkiye kültürel haklar alanında hiçbir ilerleme kaydetmedi. Özellikle yayıncılık, siyaset ve kamu hizmetlerine erişim alanlarında Türkçe dışındaki dillerin kullanılması için ciddi seviyede daha fazla çaba harcanması gerekiyor. Romanlar yeterli seviyede barınma, eğitim, sosyal koruma, sağlık ve istihdama erişim alanlarında ayrımcı muamelelere maruz kalmaya devam ediyor.

Doğu ve güneydoğudaki durum alanında, temmuz ayındaki genel seçimlerde Türkiye'nin güneydoğusundaki seçmenler bu sefer, bir önceki meclise kıyasla daha fazla temsil edilebildiler.

Ancak güneydoğuda genel sosyoekonomik durum halen sorunlu. Bölgede ekonomik ve sosyal kalkınma sağlamak ve Kürt nüfusunun hak ve özgürlüklerinden tümüyle yararlanabilmesi için gereken koşulları oluşturacak kapsamlı bir strateji geliştirmeye yönelik hiçbir adım atılmadı.

PKK ve diğer terörist grupların saldırıları açısından durum daha da kötüleşti. PKK, AB'nin terörist örgütler listesinde yer alıyor. Yıl başından bu yana yüzlerce terör olayı kaydedildi. Ocak-Haziran 2007 döneminde 71 güvenlik gücü, 121 terörist ve 22 sivil öldürüldü. 22 Mayıs'ta Ankara'daki bir intihar bombalı saldırıda dokuz kişi hayatını kaybetti. Tüm ülke genelinde sivilleri hedef alan terör saldırılarında artış yaşandı.

Terörle mücadelenin bir parçası olarak Haziran-Aralık 2007 arasında üç güvenlik bölgesi oluşturuldu ve Irak sınırı boyunca üç il kısmen bu bölgeye dahil edildi. Bu bölgelerde erişim kısıtlamaları dahil olmak üzere sıkı güvenlik önlemleri uygulanıyor.

Ülke içinde yerinden edilmiş kişiler alanında, tazminat sürecinde ilerleme devam ediyor. 24 Mayıs 2007'de Hasar Tespit Komisyonları'nda 57 bin 071 başvuru incelendi ve 37 bin 309'una olumlu yanıt verildi.

Tazminattan yararlanmak üzere daha fazla sayıda kişinin başvurabilmesi için, son başvuru tarihi 30 Mayıs 2008'e kadar uzatıldı. Parlamento Aralık 2006'da başvuruların değerlendirmesini bitirme son tarihini Ocak 2008'e kadar uzattı. Ayrıca Bakanlar Kurulu'na bu tarihi gerekirse daha da ileri atma yetkisi verildi. Ek olarak, Hasar Tespit Komisyonları'nın sayısı 106'ya çıkarıldı. İçişleri Bakanlığı yasanın ülke genelinde uygulanışını uyumlandırmak için tüzük yayımladı.

Aralık 2006'da Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, Türkiye'de göç ve yurtiçinde yerinden olmuş nüfusla ilgili devlet sposorluğundaki araştırmasının sayısal sonuçlarını açıkladı. Bu araştırmaya göre Türkiye'de yerinden olmuş nüfus sayısı önceki tahminlerin çok üzerinde, 950 binle 1 milyon 200 bin arasında bulunuyor. Araştırmanın yerinden olmuş nüfusun sorunlarına siyasi çözümlerin planlanması için temel oluşturması amaçlanıyor.

Ancak hükümetin yerinden olmuş nüfusa yönelik genel bir ulusal stratejisi yok. Yerinden olmuş nüfusla ilgilenen makamın yeterli kaynağı bulunmuyor. Yerinden olmuş nüfustan sorumlu tüm makamlarda kurumsal kapasite oluşturulması gerekiyor. Tazminat yasasının uygulanmasında iller arasında eşitsizlik olduğuna dair bildirimler devam ediyor. Hükümetin bu konuda aldığı tedbirlerin uygulamadaki etkilerinin hâlâ değerlendirilmesi gerekiyor.

Şehir alanlarında yaşayan yerinden olmuş kişilerse sosyal, eğitim ve sağlık hizmetlerine çok az erişimle veya hiç erişimleri olmadan, yoksulluk içinde yaşıyor. Yerinden olmuş kişilerin geri dönmesini engelleyen unsurlar (örneğin temel altyapının olmaması, sermaye yokluğu, iş bulma fırsatlarının az olması ve güvenlik durumu) doğu ve güneydoğuda halen devam ediyor. Yerinden olmuş kişilerin güvenle geri dönüşünü, mayınların ve korucuların varlığı da önlemeye devam ediyor.

Köy korucuları sistemini ortadan kaldırmaya yönelik hiçbir ilerleme kaydedilmedi. Aksine Meclis, Mayıs 2007'de köy korucularının valinin isteği ve İçişleri Bakanlığı'nın onayıyla istihdamını kolaylaştıran yasal düzeltmeleri kabul etti. Yasalar ayrıca korucuların sosyal haklarını ve emekli maaşlarını daha iyi bir seviyeye getiriyor. Yeni gönüllü korucuların işe alındığı durumlar da oldu. Bunlara ödeme yapılmasa da devlet tarafından silahlandırılıyorlar.

Kıbrıs

Hükümet, Kıbrıs sorununun BM himayesi altında kapsamlı olarak çözülmesine bağlılığını ifade etmeye devam etti. Türkiye'nin Ek Protokolü tam ve ayrım gözetmeksizin uygulama yükümlülüğünü yerine getirmemesinin ardından konsey Aralık 2006'da, Türkiye'nin Kıbrıs Cumhuriyeti'ne dair kısıtlamalarıyla ilgili sekiz başlıkta müzakerelerin açılmamasına ve komisyon Türkiye'nin sözlerini yerine getirdiğini teyit edinceye kadar hiçbir başlığın geçici olarak kapatılmamasına karar verdi. Konsey ayrıca, 21 Eylül 2005 deklarasyonunda ele alınan konularda kaydedilen ilerlemeyi gözden geçirme kararı aldı ve komisyonu 2007, 2008 ve 2009 başta olmak üzere, yıllık raporlarında bu ilerlemeyle ilgili rapor vermeye çağırdı.

Konseyin Aralık 2006 kararından bu yana, Türkiye, Ek Protokolü tümüyle yerine getirmeye yönelik bir ilerleme kaydetmedi.

Türkiye Kıbrıs'la ikili ilişkileri normalleştirme konusunda hiçbir ilerleme kaydetmedi. Türkiye, birçok uluslararası örgütte Kıbrıs'ın üyeliğini veto etmeye devam ediyor.

Ocak ayında Türkiye, petrol sondajı amacıyla denizde özel bir ekonomik bölge kurulması konusunda Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Lübnan'la gerçekleştirdiği bir araştırmayı protesto etti. 1960 Garanti Anlaşması ve uluslararası karasuları sınırları hukukuna istinaden Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bu gibi anlaşmalar yapabilme hakkına karşı çıktı.

07/11/2007 - RADİKAL              

Etiketler : , , ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.