'Alevilik kendine özgü bir inançtır' demek doğru mu?

'Alevilik kendine özgü bir inançtır' demek doğru mu?

Alevilik, belirtildiği gibi kendine özgü bir inanç ise eğer, Alevi örgütlenmesi de kendine özgü bir inanç örgütlenmesi olur.

A+A-

Alevilik kendine özgü bir inançtır, tanım-sözü; çatı örgütlerimizin bize sunduğu bir armağandır. Alevilik, belirtildiği gibi kendine özgü bir inanç ise eğer, Alevi örgütlenmesi de kendine özgü bir inanç örgütlenmesi olur; ötesinde bu tanımı içselleştiren her Alevi, kendine özgü bu inancın taşıyıcısı olarak yaşama müdahale eder. Yaşama müdahale eden bireylerdeki bu inanç, örgütlerimiz aracılığıyla çoğaltılır ve yapılandırılırsa inançların toplamı anlamında din elde edilmiş olur. O zaman, Alevilik bir dindir demek yanlış olmaz.

Bu yanlışı seslendirdiğimiz anda inancı, vahdet-i mevcutçu tasavvuf felsefesinin dışına taşımış ve onu, sonuç durumundan neden durumuna yolculuğa çıkarmış oluruz: Bize de -Hoş geldin metafizik demek düşer.
Bunu da nereden çıkarıyorsun demeyin: Örgütlenmemizin başlarında zemini doğru yakalamıştık diyebilirim; kan bilincinden toplumsal bilince, kan örgütlenmesinden toplumsal örgütlenmeye yönelmiş, ciddi kazanımlar getiren toplum örgütlenmesini gerçekleştirmiştik; bilgiyi kandan özgürleştirme yoluna girmiştik.

Sonraları ne oldu?
Yol-erkân örgütlenmesinden yavaş yavaş uzaklaştık; Alevilik kendine özgü bir inançtır tanım-sözünün izinde, inanç örgütlenmesini tercih ettik; yabancılaşmanın çekiciliğinde, kan bilgi ilişkisini pekiştirdik, Aleviliği, kan kutsallığını taşıyan seçilmişlere emanet ettik. Unutmayalım; Alevilikte kast sistemi var: İnancı-bilinci kan yoluyla taşıyan seçilmişler, yani ocakzadeler ve hiçbir zaman, inanca-bilince ulaşamayacak olan talipler. Bize düşen, bu yapıyı beslemek değil tam tersine sönümlendirmektir.

Yanlış örgütlenme doğru yaşanmazdı; öyle de oldu. Önce inanç, toplumsal örgütlenmenin bağrında komisyonlar biçiminde örgütlendi; yapılan bu yanlış büyüdü büyüdü, Aleviliği alnından vurdu; örgütlü yapı, Alevi ruhbanlığına teslim edildi.

Yapılan bu yanlışların doğrusunda buluşabilmek için, bilimsel kaygıyı öne alarak kısa bir değerlendirme yapalım: Yol, felsefe-öğreti-inanç ve erkândır; demek ki bir dörtleme söz konusudur. Dörtlemenin ilk üç ayağı, yani felsefe-öğreti-inanç düşünsel deneyim yapabilmek için gerekli kuramsal olanaktır; dörtlemenin son ayağı ise uygulamadır. Alevilik, bilme kültürü değil, değiştirme kültürü olduğu için, sonuç belirleyicidir, uygulamaya, yani erkâna bakılır; erkân varsa nedenine, yani felsefesine-öğretisine-inancına gidilir.

Yorumun mantığına taşınırsak Alevilikte, yalnızca seçilmişleri (ruhbanları) kucaklayan bir inanç örgütlenmesinin olamayacağını algılamış oluruz; ruhbanlıktan, yani kandan özgür, ayrım yapmadan Yol insanını kucaklayan Yol-Erkân örgütlenmesine gidilmesi bana göre tek seçenektir. Kanın başlangıçtaki işlevi, bilgiyle ilgili değildi; o soy saflığını koruma amaçlı ve bir okul olarak yapınan ocak örgütlenmesinde zemin işlevi görüyordu.

Öyleyse Alevilik, yasaklı kültürlere özgü bir Yol’dur; bir felsefe, öğreti, inanç ve erkândır; bu felsefeyi, öğretiyi, inancı ve erkânı kucaklayan bir bilgelik öğretisidir.

Hatırlatma yarar görüyorum: Alevilik, bir inanç bilgeliği değildir: Alevilik, kanıtlama temelli, teorik ve pratik bir felsefi bilgelik, bir öğreti bilgeliğidir. Kanıtlarını ritüellerle yaşama taşıyarak, akılla-sezgiyle yıkanmış bir dünya serer önümüze.

İnanç mı? İnanç, felsefi bilgeliğin-öğreti bilgeliğinin sonuçlarına yönelik, yani doğanın ve insan aklının sonuçlarına yönelik bir onay bilgeliğidir. İnanç açısından bakıldığında, ritüeller, felsefi bilgeliğin-öğreti bilgeliğinin sonuçlarını kutsama amaçlı, onay bilgeliğinin uygulamalarıdır.

İnanç araştırması yaygın olarak teoloji araştırması ile sınırlı düşünülse de teoloji, inanç araştırmasının boyutlarından sadece biri olarak düşünülmelidir. Öyleyse teolojinin konusu olarak algılanan inanç kavramının dışında, bir de gerçek inanç kavramı vardır.

Gerçek inanç kavramı, bizi gerçek bilgiye götüren inançtır. Yani teolojinin konusu olan inanç bizi, gerçeğe taşımaz; çünkü o, gerçekliğin bilgisinin yoksunluğunda filiz verir.

Anlaşılacağı gibi, teolojinin konusu olan inanç, nesnesi olmayan, kendini nesnenin yasalarına bağlamayan bir inançtır. Teolojinin konusu olan inancın dışında kalan inancın içeriği ve nesnesi insansal-doğasal olduğu için, teolojinin sırrı insansal-doğasal olandır. (1)

Günümüzde yaşanmakta olan Alevilik, ağırlıklı olarak, bizi hakikate taşıyan teolojinin dışındaki inancı tümüyle silmiş, insani olmayan, insan aklına yer vermeyen, nesnesiz bir inanca kapılanmıştır: İnsandan ve doğadan uzaklaşmış, tek-tanrıcı dinlerin inanç havuzuna akmıştır. (2)
Alevilikte inanç, düşünülerek, yani emek verilerek üretilen bir olgudur: Yani bir icat değil, bir keşiftir. Düşünmeyenin inancı yoktur; düşünmeden inanca sahip olduğunu söyleyen bir Alevi, şeriatçı inançtan aldığı ödünçleri bize-bizlere pazarlamaya çalışan bir zavallıdır.

Yinelemekte yarar var. Kutsalın diyalektiği tekrara ya da kapalı bir döngüye dayanır. Kutsalın her tekrarlanmasında her Alevi, kendini tarih dışına atar ve felsefeye-öğretiye kapı kapatır.

Bu tekrar kırıldığında, düşünme eyleme geçer: Tanrı içimizdedir ve inanç, içimizdeki Tanrı’nın dünya görüşüdür. İçimizde ise eğer; bu Tanrı’nın dünya görüşü, bedeninden derlenir. Onun bedeni bizim bedenimizdir. Bedenimizin ötesinde parçası olduğumuz doğadır; beden-doğa deneyimlenecek, orada yazılı olan bilgiler söze-yazıya dökülecektir. Bu nedenle Alevilikte inanç, düşünmek için çırpınan bir inançtır.

Alevi felsefesi, öz bakımından tekçi-materyalizmi temel alır; madde, var olan tek tözdür. Yani beden, can ve ruh ayrı değil bir bütündür. Tekçi-materyalizmin bu açılımı, metafiziğin selametine indirilmiş bir darbe oldu. Bu gerçeklikle kendini güncelleyemeyen Aleviler, günümüzde bir karşı-darbe hazırlığındalar bunu da bilelim.

Bunun bir açılımını verelim: Canı ve bedeni doğa yaratır; daha doğrusu beden, canın eylemli halidir ya da bu eylemin sonucudur. Demek ki her nefes aldığımızda can, kendini yakarak bedeni üretir, kendi evini yapar.
Ruha gelince ruh, insanlığın kültürel bir kazanımıdır; demek ki ruhu yaratan insandır, insan türünün kolektif bilinçaltıdır demek daha doğrudur belki de. Vahdet-i mevcutçu felsefede, deneyimin kendisi bilinçtir; yaşam, yaşam deneyimlerinin toplamıdır. Deneyim yoksa yaşam da yoktur. Deneyim, bir nesnel iletişimdir-ilişkidir: Öyleyse bilinç, dışarıda gerçekleşmektedir. Beyin dışarıda gerçekleşen bilinci kotlamakla, kaydını uygun yere düşmekle yükümlüdür; oluşan bilinç, sıkça kullanılacaksa kaydını zihne, yani belleğe düşer. Sıkça kullanılmayacaksa, zihin dışına, bellek dışına yani bilinç dışına kaydeder. İşte zihin dışına, bellek dışına yani bilinç dışına kaydedilen bilinç birikimi ruhu oluşturur. (3)

İnsan, iki can bir bedenden oluşur: Beden, biyolojik can (yaşam enerjisi) ve kültürel can (ruh). Tekçi-materyalizm gereği, teklikte üçlük-üçlükte teklik bir yasadır ve aynı öze sahiptir. Bu açılım, her Alevinin düşünce yapısının temelini oluşturur.

İnsan, canını dışarıya taşıyamaz ama ruhunu taşıyabilir; çünkü can taşınınca ölüm gerçekleşir, ruh taşınınca böyle bir şey olmaz. İşte felsefi yabancılaşma, ruhun dışarıya taşınmasıyla başlamıştır: İnsan, ruhunu dışarıya taşımış ancak ondaki yaratıcılığı görünce, bu benim içimden çıkmış olamaz demiş, olsa olsa varlık dışından gelen kutsal bir esindir yargısına taşımış kendini. Böylece dışarıya taşınan ruh, bize hükmeden bir Tanrı olarak yapılanmaya başlamış. Konuşan Tanrı olan insan, yapılanan bu Tanrı’nın kulu olup çıkmış. Bu nedenle Aleviler böylesi bir Tanrı’ya ateistir. Alevilerin tanrısı yaratıcı değil, üretkendir; tüm şeylerin içinde bulunduğu yaşamın kendisidir. (4)

(1) Felsefelogos; İnanç, Yıl: 16; Sayı: 45; 2012/ 2; s, 49; Eagleton, Terry; Tatlı Şiddet/ Trajik Kavranı-Çeviren: Kutlu Tunca-; İstanbul- 2012; s, 158; Feuerbach, Ludwıg; Hıristiyanlığın Özü-Çev.: Oğuz Özügül-; Say Yayınları, İstanbul- 2008; s, 341-344

(2) Korkmaz, Esat; Bütün Yönleriyle Alevilik, Demos Yayınları, İstanbul- 2015, s, 153-171arası.

(3) Korkmaz, Esat; Alevilikte Devriye Tasamı ve Zamanda Yolculuk, Demos Yayınları, İstanbul- 2019, 85-94 arası ve 103-105 arası; Manzotti, Riccardo- Parks, Tim; Zihnin Ucu Bucağı/ Bilinç ve Dünya Bir midir? -Çev.: Metis, İstanbul- 2018, s, 14-15/ 18-23 arası/ 48-55 arası/ 82-85 arası/ 88-89/ 162”; Derleyen: Sarıcan, Batuhan; Bilincin İzine Rastlandı mı? / Cumhuriyet, Bilim ve Teknoloji, 16 Şubat 2019, s, 14

(4) Korkmaz, Esat; Hiçlik ve Kuantum, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul- 2017, s. 241-242; Fransez, Moris; Spinoza’nın Tao’su/Akıllı İnançtan İnançlı Akla; Yol Yayıncılık Tic. Ltd. Şti.; İstanbul- 2004, s, 127-135 arası; Feuerbach, Ludwig; Geleceğin Felsefesi-Çev.: Oğuz Özügül-; Say Yayınları, Üçüncü Baskı, İstanbul- 2012; s, 92 ve 105.

Esat Korkmaz

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.