Hz. Ali, İslamın Kutsal Ailesi… Bir de gerçekler

Hz. Ali, İslamın Kutsal Ailesi… Bir de gerçekler

Arif Tekin kitabı: “Allahın Arslanı” ne kadar arslandı, Hayber kahramanlığı aslında neyi içeriyordu, sanılanın tersine Ali neden hiçbir önemli savaşta bulunmadı, aile hayatı, evlilikleri, adı Kuran’da geçiyor mu? birincil kaynaklardan ortaya seriyor

A+A-

İslam dini, kitabı Kuran, Peygamberi ve diğer bütün önde gelenleri ile tarihsel olguları üzerine bilimsel bilgi edinmek ve yahut gerçeği “içinden” öğrenmek isteyenler için birincil başvuru kaynakları arasında kuşkusuz iki kişi daha öne çıkıyor: Turan Dursun ve Arif Tekin.
Onların eserlerini diğer yapıtlardan farklı kılan bizatihi İslam dininin bilgisine içinden sahip olmaları; birinin müftü diğerinin imam düzeyine erişmiş olmaları; tam bir sünni skolastizmini temsil eden Kürt medreselerinden çekirdekten yetişmiş olmaları, Kuran Arapçasına vakıf olmaları, sonradan bir zamanlar kendileri için her şey olan şeye karşı konumlandıkları için daha da çoğunu bilme zorunluluklarında inşa ettikleri muazzam alan bilgileri; özenle saklanan gerçekleri ( bilgiyi) açıklama çabalarındaki göze alışları ve yanlışlanamamaları onları benzersiz bilgi kaynağı kılıyor.

Tekin’in de konusu İslamiyet’tir ve özellikle Sünni ilahiyatın gerçeğini; gerçek bilgisini okuyucunun bilgisi haline getirme çabası içindedir. Bu açıdan bilgilerinin yanlışlanmaya alabildiğine açık olduğu ve yanlışlama çabası muazzam İslam müesseselerinin, medreselerinin ve geleneğinin içinden üretildiği halde sonucun sadece doğrulanmalardan ibaret olması, Dursun ile Tekin’in bilgilerini çok daha belirleyici önemde kılmaktadır.

Arif Tekin, Turan Dursun’un bıraktığı yerden başlıyor ve onun dalmaya zaman verilmediği derinliklerin karanlığına inerek göstermeyi sürdürüyor: Kuran kapsamındaki kişiler, olaylar, sureler ve ayetler, hadisler alanı belirliyor, tartışmanın öznesi Sünni irfanı olduğundan yönteminde, birincil başvuru / referans kaynaklarını da Sünni ulemanın en kabul görmüş kaynakları oluşturuyor.

alinin-hayati-hz-ali-ve-ailesi.jpg

Arif Tekin’in birbirinden değerli, birincil değerdeki kaynak kitaplarına bir yenisi daha eklendi: Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Ali ve Ailesi.

Ali’yi benzersiz kılan

İslamiyetin en önemli kişiliklerinden, belki de Peygamber’den sonraki ilk ad olan Hz. Ali’nin hayatı da bütün din ulularının hayatı gibi gerçeğe ve ama daha da çok efsanelere aittir; Hz. Ali simgesi daha da benzersiz şekilde efsanelere aittir.
Örneğin Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer için bırakalım aynı derecede mitleştirilmeyi, Ebubekir ile Peygamberin Hira Dağındaki mağaradaki örümcek ağı filan olayının dışında kayda değer pek efsanesi yoktur.

Din zamanda geriye doğru gittikçe daha da çok efsanelere, mitolojiye ait olmaya başlar ve gerçeklikten uzaklaşır. Hıristiyanlık, Yahudilik’te olduğu gibi. Bu nedenle İslam daha az efsane, mit, mucize içerir. İçerilenin önemli bölümü de Ali ve çevresinde örüntülenir. 

Din bilim ilişkisinde ise, bilimin anlatıların ne kadarının gerçek, doğru olabileceğini öğrenme çabası kayalara toslar. Özellikle İslamiyet arkeolojiye, moleküler biyoloji-genetiğe, etnolojiye vb. bilimsel disiplinlere tamamen kapalıdır. Mitler ve mucizeler bilimle yan yana barınamazlar.
En az mitolojik, en az gerçek üstü, en az mucizlerle dolu olsa da İslamiyet de diğer iki İbrani kökenli dinle rekabetinde efsanelere, mucizelere, olağanüstü ve gerçeküstü olaylara gereksinim duymaktadır.
Miraç ve İsra tevatür – efsanesinin dinsel işlevinde Peygamberin yaşadığı varsayılan benzersiz metafizik deneyim başyapıt kabul edilirse, geriye kalan diğer bütün anlatıların olumlu ve de olumsuz öznesi olarak Ali’yi görmek mümkündür.

Hafize Hanımın Hazreti Ali’si

Ben, büyük anneannem Hafize Hanım’in kucağında, Hz Ali’nin, Hz. Ömer’in, Hz. Ebubekir’in hikayelerini dinleyerek masallar dünyasına ve anlatıcı olmanın cazibesine kapıldım. O zatların hepsi bir kişinin çevresinde bir hale oluşturuyordu, kuşkusuz Hz. Muhammed “efendimiz” odaktaydı; ama Hafize hanımın hikayelerinden çıkardığım sonuç, Ömer, Ebubekir de çok güzel, çok kahraman, çok iyi insanlardı ( Osman’ın Kuran’ını okurken katledilmesinin acıklılığının dışında ona ilişkin değer atıflarının öykülenmesini anımsamıyorum ) ama… Ali’ye gelince iş değişiyordu. “Allahın Arslanı”ydı, o kadar mucizelere sahipti, o kadar yiğitti, o kadar kahramandı. Üstelik bineğinin adı bile vardı: Düldül. Uzayıp kısalan kılıcının da: Zülfikar! Bu bile O’nu diğerlerinden ayırt edici özellikleriydi.
Daha sonra fark edecektim, şaşkınlıkla fark edecektim ki, çok masalsı olanların dışında Hafize hanım bana anlattığı hemen her şeyde, muhtemelen Buhari’nin külliyatını; Hadisleri hikaye etmişti.

Şuraya dikkat çekmek de istiyorum: Sünniliğin büyük çoğunluğunu kapsayan Hanefilik mezhebinde Ali ve Ehlibeyt sevgisi çok büyüktür; Muavviyegil’in adı çocuklara verilmez ( ama Şafilikte, örneğin Şafiliğin belirlediği Kürtlükte Mervan adı yaygın olarak kullanılır.)

Büyük anneannemin anlatıları içinde o “muhteşem” Hayber Kalesi cengi de vardı, Allahın Arslanı’nın Hayber Kalesinin devasa kapısını omuzlayarak kalkan ettiği ve dinsiz imansız Yahudileri nasıl kılıçtan geçirdiği dahil…

Ve işte Arif Tekin “Allahın Arslanı” ne kadar arslandı, Hayber kahramanlığı aslında neyi içeriyordu, Hz. Muhammed neden Ali’yi önemli hiçbir savaşa göndermedi, aile hayatı, evlilikleri, özellikle Hz. Hasan’ın kadın düşkünlüğü dahil aile çevresinin toplumsal yaşamdaki gerçekliklerini İslamın – Sünni İslamın, gerek duyduğu anda Şia’nın; birincil kaynaklarına başvurarak ortaya koyuyor.
Elbette bunlar olasılıkla İzrael kaynaklarında, Batı’nın bilimsel araştırmalarında da vardır; daha ayrıntılı kapsamlarda da olabilir ama İslam içi referans oluşturamayacaklarından dolayı konu dışında tutulabilir.
Ancak, aslında Hz. Ali’nin hiçbir önemli savaşa katılmadığı bilgisi özel bilgidir, Mute ve Tebük savaşlarını örneklendiriliyor Tekin, Ali katılmamıştır ve diğerleri, sahabenin en seçkinleri de bu duruma itiraz etmiştir; Tekin’in tezi Peygamberin damadını ve büyük olasılıkla halefini koruduğudur.

Aslında belirtilmeli kitap makalelerden oluştuğu için Ali’nin ve ailesinin tarihini içermemek eksikliğini taşıyor. Ali’nin adı neden Ali’ydi mesela; bu adın bariz İzrailiyat ürünü olup olmadığı, babası ve Peygamberin koruyucusu Ebu Talip’in neden Müslüman olmadığı da dahil pek çok konu kitapta “bilinmeyen” yönler bağlamında bulunmalıydı.

Hz. Ömer’in Ümmü Gülsûm’un mahrem yerine fikir verecek ölçüde bakması

Kitap Hz. Fatma’nın öldürülmesinde Ömer ve Ebubekir rolüne işaret eden makaleyle başlıyor. Ki bu Sünniliğin reddettiği, gizlediği bir tarihtir; Arif Tekin bunu inkara meydan vermeyecek kaynaklarla delillendirdiğinde “Allahın Arslanı” Ali’nin neden o denli etkisiz, hatta silik kaldığı sorusu belirginleşiyor.
Yine aynı şekilde Ömer’in Ali ve Fatma’nın kızı, çocuk yaştaki Ümmü Gülsûm’a el koyuşu; cinsellik organına bakarak evlenmeye karar verişi ( Diyanet İşleri elbette “evlenme adayları birbirinin mahrem organlarına fikir verebilecek ölçüde bakabilir” fetvasını mabadlarından sallamadı, tarihsel örnekleri ve sünnetleri var!) Fatma sonrası Ali ailesinin pek de itiraz edemeyişi… ilginç gelecektir.

Öte yandan, gerçekteki Ali de en az Ömer kadar, belki daha fazla gaddar bir kişiliktir. Işid’in insan yakmasının tarihsel ve dini referansı Hz. Ali ve Hz. Ebubekir’dir mesela. Ancak bunların Ortaçağ toplumları, feodal ve hatta feodalite öncesi kabile toplumları olduğunu; ilkel ve feodal vahşetin, çıplak şiddet ve zorun bütün aynı çağ toplumları için geçerli olduğunu da unutmamak gerekir.
Bugünün mantığı ve düzeyi içinden geçmişi, uzak geçmişi yargılamak eğlenceli olabilir ama bilimsel tutarlılık içermez.

Kitapta Ali ailesinin ekonomik durumunun olmaması eksikliklerden. “Ebu Tûrab” eve hasır serecek kadar yoksul muydu gerçekten? Oğlu Hasan’ın tuhaf evlilikleri, yüzlerce cariyesi – ve bu kadınları geçindirmek için nasıl ve nereden bir zenginliğe sahip olduğu, ailenin önde gelenlerinin, Peygamber soyunun en önemli temsilcilerinin neyle ve nasıl geçindikleri; dönemin iktisadi yaşamı da kitabın izleklerinden olmalıydı.

Kur’an’dan Çıkarılan Ali

Hz. Ali’nin Fatma dışındaki eş ve çocukları, damatları, yakarak infaz ettiği insanlar, Yahudiler üzerindeki gaddarlık, tecavüz ettiği savaş ganimeti güzel… türünden efsanenin boyalarını kazıyan olumsuz gerçeklerinin yanı sıra; Gadir-i Hum Hadisesi’nin açıklamasında olduğu gibi Ali’nin hakkını Ali’ye teslim eden gerçeği ortaya koyma çabası da kitabın diğer boyutu. Dolayısıyla Hz. Ali ve Ailesi çalışması Ali’nin “olumsuz” yanlarını öne çıkaran bir yapıt olarak algılanmamalı. Gadiri Hum hadisesinin açıklanmasında olduğu gibi Ali’nin hakkını teslim ediyor. Hatta sondan ikinci bölümün başlığı, bir Yunan tragedyasından çok daha fazla etkileyici ögelere sahip bir ailenin bütün dramının sosyal çerçevesini oluşturuyor: “İslam’da En Çok Hz. Ali ve Ailesi Zarar Görmüştür”
Gadiri Hum demişken… Arif Tekin’in yine birincil Sünni kaynaklara dayanarak, yer yer polisiye tadında iz sürerek Hz. Muhammed’in Ali’yi vekili, halifesi olarak Gadir-i Hum da ilan etmiş olduğunu kuşkuya yer bırakmaksızın açıklıyor ve netlikle öğreniyoruz ki, Ku’ran Ali konusunda da değişmiştir, değiştirilmiştir. Sünni İslamın en önemli referans kaynaklarından İbni Mesud’un Maide Suresi’nin 67. Ayeti’nin Peygamber yaşarken şu biçimde okunduğunu aktarması kesin kanıt yerindedir: “Biz hazreti Muhammed zamanında Maide Suresinin 67. Ayetini şöyle okurduk: “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et ki, ‘Ali mü’minlerin mevlâsıdır.”

Tarihsel gerçekliğin Ali’si ve ailesi bu. Hatta daha da fazlası.

Neden Ömer, Ebubekir, Osman değil de Ali?

Ali ile Ömer’in, Ebubekir ile Ebuzer’in, Osman ile Selman’ın temel hiçbir dinî – ideolojik, kültürel farkları yoktu. İktidar iddiaları vardı ve devlete sıçrayışa en yakın ve yatkın olanlar, daha kandaş eşitlikçileri tasfiye ettiler. Hikayenin özü budur.
Bütün dinler gibi Müslümanlık da tarih biliminin, sosyolojinin, felsefenin, arkeolojinin ve etnolojinin konusudur.

Bütün dinler efsaneleri olduğu için, gerçeklikten koptukları efsanelere yaklaştıkları ölçüde içerik kazandıkları için din olurlar. Bir anlamda dünyanın en çok inanılan yalanlarıdır. En uzak geçmişe sahip olanın efsanelerinin çokluğu ve büyüklüğü zamanımıza daha yakın olanındakilerin azlığı ise inandırıcı olmanın zaman ve madde içinde aldığı yolla orantılıdır.

Elbette gerçeğin Ali’si de ait olduğu dine aykırı olarak, o dinin yoksullarınca, o dine yeni giren kitlelerin kendi folklorüne göre kahraman seçimlerindeki oluşturulan bilince göre uyarlanan ve bu nedenle efsaneler dolusu bir tarih edinmek zorunda kalmış imgesidir.

O büyük kitleler içindeki Türkiye Alevi – Bektaşi – Kızılbaşları’nın Ali ve Ehlibeyt imgesi, sevgisi de halkın Ortaçağ boyunca egemen ideolojiye ve doğrudan egemenlere karşı mücadelesinin gerçek dışı gerçekliği, bilimsel olmayan tarihi, maddeden yansımayan imgesi, ama halkın komünal anısı, bütün İslam toplumlarındaki başkaldırıların kollektif simgesi, isyan bayrağı olmuştur.
Neden Ebubekir, neden Ömer değil de Ali ve Ailesi olmuştur? Bunun pek çok ve çok boyutlu yanıtı vardır.
Bugün bile… Ehlibeyti, Sünniliğe karşı savunan halkların ve diyarların; İran’ın, Irak’ın, Yemen’in, Suriye’nin, Lübnan Hizbullahı’nın diğer İslam ülkelerine göre örneğin, kadına daha önem vermeleri, Ziyonist politikalara karşı daha karakterli bir mücadele içinde yer alışları, laik bir gelecek temeli sunmaları, BAAS milliyetçi devrimci hareketine zemin oluşturmaları, Batı hegemonyasına karşı Sovyetler Birliği, bugün ise Rusya – Çin ekseninde yer almaları ıskalanmaması gereken son derece önemli olgulardır.
Aynı olgu Sahra altı Berberileri’nde, ve benzeri heteredoksi de gözlemlenebilir.

Ali’ye, özellikle Hüseyin ile simgeleşen Kerbela dramına tarihsel bağlamından soyutlayarak tarih dışı bir tarih edindiren mantık, halkın haksızlığa isyanı ve zulme uğrayanların yanında yer alışının dinsel geleneğe büründürülmesidir.

Ancak özellikle Avrupa’da yaşayan kimi Alevi münevverlerinin, tarihsel gerçeğin dokusundaki Ali’nin ve ailesinin verilerinin, Aleviliğin hümanizmi de dahil, bütün tarihsel müktesebatının gerçekle çelişmesinden hareketle Aleviliği Arap – İran islamiyetinden arındırarak hem yeni bir din şekline büründürme hem de din dışı bir Alevilik yaratma çabaları ilginçlik olarak görülebileceği kadar Batı merkezlerince imal edilmiş bir köksüzleştirme, ülkesizleştirme, tarihsizleştirme hamlesi oluşturmaktadır ki, bu tartışmayı bir sonraki yazıya bırakıyorum.

 

Ali’siz Alevilik’in anlamı nedir? Musa’sız Yahudilik, İsa’sız Hıristiyanlık, Muhammed’siz Müslümanlık keşfi… Alevilik ve Aleviler birbirinden kopuyor mu? Alevilik’in toplumsal özgürleşmesi nasıl gerçekleşir?
Bunları da gelecek yazıda tartışma umuduyla…

HALDUN ÇUBUKÇU

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum