İslam Aleviliğin neresinde var?

İslam Aleviliğin neresinde var?

Her dinin bir teoloji ve kurallar çerçevesi; emir ve yasaklar dizgesi vardır.

A+A-

Bu çerçeve o dine ait temel kaynaklarda çizilir. Özellikle “Semavi dinler” olarak adlandırılan Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’da ise Tanrı tarafından gönderildiğine inanılan ve bizatihi o dinin esasını oluşturan “kitap”lar vardır. Bu yüzden bunlara “Kitaplı dinler” de denir. Örneğin çeşitli bölümlerden oluşan Tevrat’ın değişik zamanlarda İbrahim, Musa, Hazekiel vb. çok sayıdaki Yahudi peygamberine gönderilen Tanrısal kelamların bir bütünü olduğu kabul edilir.

Hıristiyanlıkta doğrudan doğruya İsa, Tanrı, Tanrının oğlu ve kutsal kelamdır. Yani İsa’nın sözleri Tanrının sözüdür.

İslam’da ise Allah’ın kendisine elçi (resul) olarak seçtiği Muhammed’i, “vahiy” yoluyla kendisine ulaştırdığı emir ve mesajlarını, halka tebliğ etmekle görevlendirdiğine inanılır. Yani Müslümana göre Kuran’da yazanlar Allah’ın sözleridir. Bunlar herşeyin üstündedir. Gelenek, görenek, adetler bunun önüne geçemez. Dolayısıyla “Müslümanım” diyen kişi, Allah’ın kelamı olarak kabul ettiği Kuran’da bildirilenleri, kendi arzusuna göre değiştiremez, farklı yorumlayamaz. Bunların bir kısmını kabul edip bir kısmını reddetmek de söz konusu olamaz.

Müslümanlara göre Allah, Muhammed’e emir, öğüt ve tavsiyeler içeren kelamını sureler halinde göndermiştir. Sureler de ayetlerden oluşur.

Ülkemizde Kuran eğitiminden geçmiş yüzlerce insan orijinali Arapça olan Kuran ayetlerini Türkçe’ye çevirmekte. Çeviri yoluyla başka dilde oluşturulan Kuran metinlerine, “meal” deniliyor. Çeşitli mealler arasında aynı ayete ilişkin küçük farklılıklar, eklemeler olsa da özünde bu dinin çerçevesi ve esaslarına ilişkin kurallar değişmiyor. Temel esaslar konusunda 1.5 milyar Müslüman arasında görüş ayrılıığı yok. Sünni ya da Şii, dünyadaki hiçbir Müslüman örneğin namazı, Ramazan orucunu, Kabe Haccını reddetmiyor.

Son yıllarda süregelen “Alevilik-İslam” ilişkisine ilişkin tartışmalarda gerçeğin tespitine katkı için Aleviliğin inanç esasları, ritüelleri ve genel mantalitesi ile İslam’ın temel kaynağı olan Kuran’da yer alanları karşılaştırmak temel yöntem olmalı.

Bana göre, Kuran ayetlerinden rast gele seçilen birkaç tanesi bile günümüzde Alevilik diye adlandırılan öğretinin, İslam diniyle örtüşmediğini, hatta onunla tamamen karşıt esaslar içerdiğini ortaya koyuyor.

Aşağıda birkaç ayeti alıntılayarak, burada yer alan emir, yasak ve öğütlerle, Alevilik öğretisini karşılaştırmaya çalıştım.

Bu arada tek kelime Arapça bilmediği halde, “Kuran’ın yanlış çevrildiğini”, bütün meallerin yanlış olduğunu iddia eden çok bilmiş bazı “Alevi İslamfanatiklerinin, bunu kanıtlayacak biçimde “doğru” olduğunu iddia ettikleri kendi meallerini ortaya koymaları, bunu yapamıyorlarsa, daha fazla kafa karışıklığı yaratmamaları için susmalarını rica ediyorum.

Alevilik ve İslam konusunda en çok tartışılan konuların başında “namaz” gelir. Kuran’da namaz (salat) 86 ayette geçiyor. Bunlardan ikisine bir bakalım.

Nisa 103.

Şüphesiz namaz müminler üzerine belli vakitlerde farz kılınmıştır

İsra 78.

Gündüzün, güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar (belli vakitlerde) namaz kıl; bir de sabah namazını (kıl). Çünkü sabah namazı şahitlidir.”

“Alevi-İslam” formatını savunanlar, Kuran’da adı geçen namaz-salatın bugün Müslümanların uyguladığı ibadet şekli olmayıp, bunun Allah’a dua etme, O’nunla rabıta kurma olduğunu, herhangi bir vakit şartı ya da şeklinin olmadığını, dolayısıyla bugün Sünni ve Şiiler’in uyguladığı şekliyle namaz kılmanın Müslüman olmak için gerekli olmadığını savunur.

Oysa her iki ayet de İslam’ın istediği namazın, vakitleri olduğunu açıkça gösteriyor.

Maide 6.

Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi ve -başlarınıza mesh edip- her iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz iyice yıkanarak temizlenin. Hasta olursanız veya seferde bulunursanız veya biriniz abdest bozmaktan (def-i hacetten) gelir veya kadınlara dokunur (cinsel ilişkide bulunur) da su bulamazsanız, o zaman temiz bir toprağa yönelin. Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin (Teyemmüm edin). Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez. Fakat o sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.”

Bu ayette de Müslümanların namaz öncesi yerine getirdiği abdestin şekli bugün de geçerli olan şekliyle ayrıntılı biçimde anlatılıyor. Demek ki bir şekil şartı söz konusu (Müslüman olan için). Bu anlamda “abdest”, “mesh”, “teyemmüm” gibi kavramlar Aleviler’de yoktur. Çünkü Alevilik’te namaz yoktur.

Bakara 183.

Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.

Bakara 185

“(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa onu oruçla geçirsin. Kim de hasta veya yolcu olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık Allah’ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir. “

Bakara 183’te daha öncekilere farz kılınan orucun süresi ve zamanı belirtilmezken, 185. ayette ise açıkça Ramazan ayının oruç ayı olduğu bildirilir. Ayetlerin değişik mealleri arasında küçük farklar olsa da özü değişmez. Bazı meallerde “o ayı (30 gün) oruçla geçir”, bazılarında ise süre belirtilmeksizin sadece “oruç tut” emri yer alır. Alevilerin oruç ayı olarak bildiği Muharrem ayı ise Kuran’ın hiçbir ayetinde geçmez.

Aynı şekilde Aleviler’in reddettiği “Hac” farizesi de İslam’ın temel kuralı olarak Kuran ayetlerinde yer alıyor.

Nisa 3.

Eğer, (velisi olduğunuz) yetim kızlar (ile evlenip onlar) hakkında adaletsizlik etmekten korkarsanız, (onları değil), size helâl olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın. Eğer (o kadınlar arasında da) adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız o taktirde bir tane alın veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur.”

Bu da İslam’ın kadına bakışı ve kadına layık gördüğü konumu çok net biçimde gösteren ayetlerden biri. Öncelikle dikkat etmek gerekir ki burada da doğrudan erkeğe hitap ediliyor. Bir erkeğe dörde kadar kadınla evlenme emri (kimine göre ruhsatı) veriliyor. Bu konudaki tartışmalarda İslamcılar, “Adaletli davranma şartı var, o halde fiilen bu tek eşliliği öngörüyor” şeklinde savunma getirir.

Bu ayette gözden kaçan bir başka unsur ise “cariye” kavramıdır. Burada cariyelik kurumu meşrulaştırılıyor. Üstelik cariyeler konusunda herhangi bir sınırlama da yok. Kadının mülkiyete konu bir varlık, yani bir “mal” olarak görülmesi dışında buradan hangi anlamı çıkarabiliriz?

Nisa 34.

Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb”ı korurlar. (Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün. Eğer itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah çok yücedir, çok büyüktür.”

İslam’ın kadına bakışı konusundaki düşüncemiz, bu ayetle daha da netleşiyor. Açık biçimde erkek-kadın ayrımı, ayrımcılığı yapılıyor. Kadınlar “korunup kollanması”, deyim yerindeyse sahip olunup güdülmesi gereken aciz varlıklar olarak tanımlanıyor. Dolayısıyla mülkiyete konu bir varlık vasfı teyit ediliyor. Yine erkeğe hitap ediliyor ve kademeli bir yaptırımlar süreci sonunda ıslah olmayan kadınınızı “dövün” diyor. Evet “DÖVÜN”!.. Hiç kimse bunu evirip çevirmeye kalkmasın. İnanmayan Arapça aslından baksın:

الرِّجَالُقَوَّامُونَعَلَىالنِّسَاءِبِمَافَضَّلَال لَّهُبَعْضَهُمْعَلَىبَعْضٍوَبِمَاأَنْفَقُوامِنْأَم ْوَالِهِمْفَالصَّالِحَاتُقَانِتَاتٌحَافِظَاتٌلِلْغ َيْبِبِمَاحَفِظَاللَّهُوَاللَّاتِيتَخَافُونَنُشُوز َهُنَّفَعِظُوهُنَّوَاهْجُرُوهُ

Maide 3.

Ölmüş hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, (henüz canı çıkmamış iken) kestikleriniz hariç; boğulmuş, darbe sonucu ölmüş, yüksekten düşerek ölmüş, boynuzlanarak ölmüş ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış hayvanlar ile dikili taşlar üzerinde boğazlanan hayvanlar, bir de fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. İşte bütün bunlar fısk (Allah’a itaatten kopmak)tır. Bugün kafirler dininizden (onu yok etmekten) ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim. Kim şiddetli açlık durumunda zorda kalır, günaha meyletmeksizin (haram etlerden) yerse şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”

Burada ise hayvanların nasıl kesilip yeneceği konusunda İslam coğrafyasında bugün de geçerli olan “helal-haram” ve “murdar” kavramlarının tarifi yapılıyor. Bu genel kurallar genelde Alevi topluluklarında da geçerlidir. Ancak burada “haram” kılınan bir şey var ki o da Alevilerin sık sık yaptığı belli ziyaret, türbe vb. kutsal yerlerde kesilen kurbanlar ile “adak kurbanları”nın eti. “Dikili taşlar üzerinde boğazlanan hayvanlar” ifadesinin başka bir anlamı varsa, bilenler söylesin.

Bir başka ayrıntı da Alevilerin asla ağzına sürmedikleri TAVŞAN etinin, Kuran’da sıralanan haram listesinde yer almaması. İslam’da böyle bir yasak yok. Tavşan eti, haram, mehruk falan sayılmaz. Müslümanlar da afiyetle tavşan eti yerler.

Maide 4.

“(Ey Muhammed!) Sana, kendilerine nelerin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: “Size temiz ve hoş olan şeyler, bir de Allah’ın size verdiği yeteneklerle eğitip alıştırdığınız avcı hayvanların tuttuğu (avlar) helâl kılındı. Onların sizin için tuttuklarından yiyin. Onu (av için) salarken üzerine Allah’ın adını anın (besmele çekin). Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah hesabı çabuk görendir.”

Bu ayette de yine tavşan vb. av hayvanlarının yenmesi karşımıza çıkıyor. “Allah’ın size verdiği yeteneklerle eğitip alıştırdığınız avcı hayvanların…” (örneğin tazılar) “…sizin için tuttuklarından” (örneğin tavşan) “yiyin” diyor. “O’nu av için salarken üzerine Allah’ın adını anın” diyor. Anadolu’da da öyle yaparlar. Tazıların boynuna taktıkları halkanın üzerine bu tür şeyler yazarlar. Böylece, tazıların boğazını sıkıp öldürdüğü ve İslamın kendi kurallarına göre murdar sayılması gereken bu hayvanların etini “helal” e dönüştürürler.

Maide 51.

Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğruya
iletmez
.”

Kuran’ın bu açık hükmüne rağmen, Aleviler acaba neden “72 millete bir nazarla bak”makta ısrar ediyor dersiniz?

Bakara 191.

Onları nerede yakalarsanız ÖLDÜRÜN. Sizi çıkardıkları yerden (Mekke’den) siz de onları çıkarın. Zulüm ve baskı adam öldürmekten daha ağırdır. Yalnız, Mescid-i Haram yanında, onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa (siz de onlarla savaşın) onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir.”

İslam dininin esaslarını belirleyen ancak Alevilik denilen öğretiye ise tamamen karşıt esaslar içeren ayetler saymakla bitmez. Ancak Tanrı’yı insanda gören, insanı Tanrı ile özdeşleştiren Alevilerin inanç esasları ve cem-12 hizmet gibi kutsama ayinlerinin yapılmasına ilişkin herhangi bir emir ya da öğüt olmadığı gibi, bunları “şirk”, “küfr” sayan ayetler vardır.

 

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum